kayipgalaksi
bu gece çocukluğuma yolculuk yapmak istiyorum biraz. küçükken televizyon izlediğim zamanlar dedem ve babaannem "kapat şu zımbırtıyı. kitap oku. bunlar boş şeyler. ne faydası var sana?" deyip dururlardı. bende kapatırdım. kitap okurdum, gazete okurdum, dedemin çözmediği bulmacaları çözerdim. dedem yeni gazete aldığında hemen bulmaca sayfasını/ekini alırdım çözmeye başlardım. daha doğrusu dedeme sorardım o da söyler yazardım bende. İlk öğrendiğim şey ise "boru sesi - ti". o an hala aklımdadır. ah canım dedem benim. ne çok şey öğretirdi bana. yakın gözlüğünü burnunun ucuna yerleştirirdi, ya bir gazete sayfasının köşesine ya da bir saman kağıdına yazar, çizer, anlatırdı. bende hiçbir ayrıntıyı kaçırmamak için büyük bir dikkatle dinlerdim. matematik, geometri anlatıyordu adam. pi sayısını ilk ondan öğrenmiştim. galiba üçüncü sınıfa gidiyordum. araştırmaya, öğrenmeye, okumaya olan merakım o zamanlar başlamıştı. ansiklopedi, atlas okuyarak büyüdüm desem yeridir. sayfaların arasında bambaşka yerlere seyahate çıkıyordum. babam kendisi kupon biriktirerek alırmış ansiklopedileri. bende ilkokulda iken gazetede böyle bir kupon görmüştüm. kardeşimle birlikte biriktirmiştik kuponları. babamın gazeteyi eve getirmesini büyük bir heyecanla beklerdik. sonra o kuponları dikkatli bir şekilde keser ve doldururduk. o an o kadar mutlu oluyorduk ki anlatamam. İki ciltlik tarih ansiklopedisi almıştık. daha sonra başka bir kuponla yine iki ciltlik bilim ansiklopedisi almıştık. kitaplığımda diğer ansiklopediler ile birlikte halen durmakta. onları görünce değişik bir his kaplıyor içimi. hani diyorlar ya "okumayı çocuk yaşta aşılamak lazım" diye işte bizimkiler bana fena bir şekilde aşılamışlar herhalde. İlk okuduğum roman alexandre dumas'nın siyah lale kitabıydı. dördüncü sınıfta okumuştum. o kitabın elime geçme hikayesi de biraz değişik. anlatıyorum. sınıftayız işte. ders işliyoruz. o sırada müdür yardımcısı geldi. beni çağırdı. gittim. bir yere gideceğimizi söylemişti ama neresi olduğunu hatırlamıyorum. arabasıyla başka bir okula gittik. oradan bir öğrenci aldık. sonra jandarma müdürlüğüne gittik ardından da valinin yanına gittik. ama ben buralara neden gittiğimizi hiçbir şekilde bilmiyorum. adamın peşinde dolanıyorum öyle. en son işte valinin yanına gittiğimizde bize portakal suyu ve kurabiye ikram etti. portakal suyunu içtim ama kurabiyeyi yemedim. neden yemediysem artık. ama kurabiyelerde çok gözüm kalmıştı valla. sonra fotoğraf falan çekildi, hediyeler verildi, tekrar okula döndük. paketi açtığımda işte bu kitapla karşılaştım. sonrada kitaplardan kopamadım. genelde amcamın aldığı kitapları okurdum. mesela ilk okuduğum dünya klasiği puşkin'in yüzbaşının kızı kitabıdır. ardından edgar allan poe'nun morgue sokağı cinayetleri adlı öyküsünü okumuştum. anlatılanları yaşamıştım resmen. uzun sure etkisinden çıkamamıştım. tabii o yaşta böyle kitaplar okursam etkilenmem gayet normal. araştırmaya, okumaya, sanata olan ilgimde sadece dedemin, babaannemin ve amcamın etkisi yok. annem ve babam sayesinde sinemayla tanıştım ve bu bende zamanla büyük bir aşka dönüştü. uzun lafın kısası, çocukluğum sokakta düşe kalka, dizlerimi yara ederek geçerken evde ise ansiklopediler, atlaslar, kitaplar, gazete kuponları, kurşun kalemler, saman kağıtları vs. arasında geçerdi. ama tabii ki çizgi film izlemeyi ihmal etmezdim. ah o eski çizgi filmler! ah salak çocukluğum! nerden geldiniz lan aklıma gecenin bir vakti! hemde final haftası. hep o kafa dergisinin kapağındaki barış manço yüzünden. ah be güzel adam geçmişe götürdün beni. zaten bunu da uzun diye kimse okumaz ama olsun yazmak geldi içimden. İyi geceler çocukluğumuz.

Yorumlar

poseydon
o kadar da uzun olmamış. biz neler gördük 😃😊