kayipgalaksi
şuan kendimi limanın en ucunda oturmuş karanlık denizi izlerken hayal ediyorum. ayaklarımın altından sonsuzluğa uzanan denizi izlerken düşünüyorum, yaşadığım, tanık olduğum kötü şeyleri. zaten limanı her gördüğümde aklıma o kötü olay gelir. çoğu zaman, sırf bu olay aklıma geldiği için limana gidemem. uzaktan izlemekle yetinirim. düşünürüm, daha 16 yaşında olan bir "çocuk" nasıl kendini o karanlık denize teslim eder, diye. nasıl bu duruma gelir? sınıfı kahkahalarıyla inleten, bazen de sinirlenip ortalığı darmaduman eden bir kız neden böyle bir şeye kalkışır? limana gelip karşısındaki karanlığa bakıp ne düşündü acaba? kimlere kızıp, sayıp sövdü, lanet etti? bu kadar acılı bir ölüm neden seçilir? deniz bazen insanın gözüne o güzelliğiyle o kadar kalın perdeler indirir ki sen hiçbir şey göremezsin. büyüler seni. sende o büyüye kapılırsın denize teslim olursun. denizde sana sahip olur. her hücreni ele geçirir. o büyü etkisini yitirip, perdeler kalktığında artık ne kadar çırpınsan da fayda etmez. denizin insafına kalırsın. sonra deniz seni bir çöp gibi kumsala veya kayalıklara atar. sabah sahilde yürüyen biri kumsalda bir şey görür. ne olduğunu anlayamaz. anlamak istemez ya da. yakınlaşır biraz, ne olduğunu anlayamadığı şeye. sonra polisi arar. polis, sağlım görevlileri gelir. İlk önce üzerin gazeteyle örtülür, sonra ceset torbasına koyulursun. okulda arkadaşların duyduğu zaman inanmazlar. öyle bir şeye ihtimal vermezler. ama ardından anlaşılır ki öyle değilmiş. herkes, tanıyan tanımayan herkes ağlar. onlarda seni bu duruma getirenlere lanet eder. sürekli kavga ettiğin, anlaşamadığın arkadaşın bile ağlar. ama sadece bir kişi ağlamıyordur sınıfta. üzülmüştür, çok üzülmüştür ama ağlayamamaktadır. o, benim işte. ağlayamadım. İstedim ama olmadı işte. hep şöyle derdim kendime " sınıf arkadaşındı. ama oturup bi 5 dakika bile konuşmadınız, muhabbet etmediniz. bir şey paylaşmadınız. ağlayamaman normal." İşte böyle diyerek vicdanımı avutuyordum. halen öyle yapıyorum. ama aklıma geliyor arada böyle. az önce başka türlü avuttum kendimi. "ölüme alıştım." artık sıradan bir şey gibi benim için. uzun zamandır böyle. hani dedim ya, o sadece sınıf arkadaşımdı, ondan dolayı ağlamadım. bu olayı hatırladıktan sonra aklıma hep kuzenim gelir. onun ölümü. o öldüğünde de ağlamamıştım. yine tek ben ağlamamıştım. annem, teyzelerim, dayım, yengem, diğer kuzenlerim, kardeşim ve onun kardeşleri ağlarken ben aralarında hiç kıpırdamadan öylece oturmuştum. birkaç gün sonra kardeşim kızgın bir şekilde "sen neden ağlamadın?" diye sordu. benim yerime annem cevapladı. "ağlamak zorunda değil." benim lanet olsun ki böyle iğrenç bir yönüm var. yakın olmadığım birine bir şey olduğunda veya öldüğünde ağlayamıyordum. sınıf arkadaşımda olsa kuzenim de olsa. ama ailemden birine bir şey olsa ağlardım tabii ki de. ağladım da. geçen seneydi. yurtta etüt odasında kitap okuyordum. kimse yoktu. sonra telefon çaldı. kaza geçirdiğini, hastanede olduğunu, durumunun ciddi olduğunu söyledi. sessizce ağlamaya başladın. gözlerini kapatmıştın, açmıyordun. eğer gözlerini açarsan yaşların süzüleceğini biliyordun. telefonda konuşurken yapamazdı. ağlayamazdı. telefondaki ses "ağlama." diyordu. sende inadına "ağlamıyorum." diyordun. telefonu kapattıktan sonra ağladın. yine sessizce. ama bu sefer gözyaşlarının akmasına izin verdin. hayatının devam edip etmeyeceği 72 saat içinde belli olacaktı ve sen kilometrelerce uzaktaydın. sadece 72 saat bekleniyordu. lanet olası 72 saat. sen hiç kimseye tek bir kelime dahi etmedin. hep "ne oldu sana?" diye soranlara "bir şey yok. İyiyim." dedin. İnsanların acıyarak bakan bakışlarından nefret ettiğin için hiç kimseye bir şey anlatmadın. ve 72 saat geçti. onun için aylarca sürecek olan hastane mahkumiyeti başladı, senin içinde daha karanlık, daha sıkıntılı ve daha güçlü olman gereken bir dönem başladı. sıkıntı ve stres içinde boğuldun. kriz geçirme noktasına dahi geldin. seni anlamak istemeyen ve yardım etmek istemeyen insanlar yüzünden gözlerin doldu. sinirlendin. odadan çıktın. okuldaki tuvalete girdin. ağlamamak için parmaklarınla saçlarını kökünden tutmuş çekiştiriyordun. sakinleşmesi için birisiyle konuşması gerekiyordu. telefonu eline aldı. ama arayacak kimseyi bulamadı. daha da çok sinirlendi. telefona vurmaya başladı. kolunu kaldırdı. telefonu tam duvara fırlatacakken vazgeçti. o telefon ona lazımdı. ailesinden ancak öyle haber alabilirdi. o telefonu kıramazdı. biraz toparladı kendini ve aynaya baktı. ağladığı belli olmuyordu. bu özelliğini seviyordu. İnsanların yüzüne bakmadan, hiçbir şey olmamış gibi yurduna döndü. güçlü olmalıydı. olmasa bile öyle görünmeliydi. ailesinden uzakta, tek başınaydı. başka bir seçeneği yoktu. bu 7-8 aylık dönem hem ailesi hemde kendisi için olumlu sonuçlandı. babası toparlanmıştı. yürürken zorlanmıyordu artık. annesi artık geceleri hastanede kalmak zorunda değildi. kardeşi üniversiteyi kazanmıştı. ben? ben büyümüştüm. ailem için hayallerimden vazgeçmiştim ancak şimdi geleceğe daha emin bakıyordum. tek başıma ayakta durmayı öğrenmiştim. öğreniyorum halen. bu vakitlerde hüzünlü şarkılar dinlememeliyim bence. sonra böyle sayfalarca yazı yazıyorum. ha birde bunun düşünme aşaması var ki o daha da işkenceli. İlk defa yazarken zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. yazıya başlarken saat 22:10' du, şimdi ise 23:35. kendimle dertleştim, yüzleştim. arada yapmak lazım böyle. neyse lafı fazla uzattım. kafamın karışıklığı yazıya yansımış olabilir, kusura bakmayın lütfen. hepinize iyi geceler..

Yorumlar

nicksiz0
yorumum yanlışlık oldu ikiye bölündü ama:)anlayacağn isteyipte anlatamadığımz çok şey var..