kayipgalaksi
salonda koltukta oturuyorsun. omuzların çökmüş, göz kapakların kapanmak üzere. İçindeki dinmeyen, her yeni gün biraz daha büyüyen acı, nefes alışını engelliyor. "neden yaşamak acı veriyor bana?" diye soruyorsun kendine. daha önce onlarca kez sorulmuş, cevaplanmış ve deneyimlenmiş soru tekrar beynini kemirmeye başlıyor. ancak bu sefer hiç olmamış bir şey oluyor ve bu lanet soru kalbini de tüketmek için canla başla çabalıyor. seni, daha gençken içi kurumuş, çürümüş, kökleri susuz kalmış, dalında tek bir yaprak dahi olmayan çorak topraktaki bir ağaca dönüştürmek için uğraşıyor. İzin veremezsin buna! kalbini de kaybedemezsin! defetmeye çalışıyorsun içini bulandıran lanet soruyu. bu sırada televizyona takılıyor gözün. İki kişi var. aralarında karşılıklı güvenin, sevginin, dostluğun, inancın olduğu iki kişi. sonra kendine bakıyorsun... neyin var ki senin? hiçbir şey. ne sanan güvenen, ne seven, ne de inanan var. en önemlisi de "birisi" yok! bununla yüzleşmek sana acı veriyor, kalkıyorsun oturduğun koltuktan. koridora adım atar atmaz dudakların titremeye, kalbin hızlı hızlı atmaya, gözlerin dolmaya başlıyor. ağlamamak için sıkıyorsun kendini. odana gelip o çok sevdiğin yatağına yatıyorsun. o'na sığınıyorsun. ağlamamakta halen direniyorsun. yüzünü kolunla kapatınca ise ağlamaya başlıyorsun sessizce. gözünden sadece tek bir damla süzülüyor. bütün sıkıntılarının, dertlerinin, hayal kırıklıklarının içinde olduğu tek bir damla. devamı gelmiyor. yine ağlayamıyorsun.

Yorumlar