pasacayi
saat 01.56 arkada hafiften çalan bir neun welten şarkısı, yakınlarda bir yerlerde cuma melankolisi... uzun süredir içimde kocaman bi karanlık, bi bıkkınlık bazen bulantı, bazen sıkıntı. seni senden iyi tanıdığını zanneden insanlar seni sana anlatarak deva olmaya çalışsalarda aslında "o"ndan başka kimsenin anlamayacağını bildiğin bu çaresiz boşluk. anne, baba, kardeş, arkadaş, psikolog veya başkası değil, sadece o. tek kelime konuşmadan dahi anlayabilen, hissedebilen. yıllar geçse de eksikliğini hissettiğin, yerini dolduramadığın kalbinin o sivri köşesi. en kötüsü de artık yokluğunu kabullenmek. çayı kahveyi şekersiz içmeye alışmak gibi işte, gereksiz ama bir o kadar da eksik.
pasacayi
İnsanları dış görünüşlerine göre yargılıyorum ve bunda kendimce haklıyım. muhtemelen onlar da benim için aynı şeyleri düşünüyorlardır. önemli olan içidir ama kimse dışını beğenmediği birisinin içini merak etmez. hepinize olmuştur; bi yere gidersin birisiyle bakışmaya başlarsın ama yanına gitmek istemezsin, onun gelmesini de istemezsin. sadece bakışalım öyle kalsın diye düşünürsün. benim genel durumum böyle. çünkü biliyorum ki o platin saçlı, 47 cm topuklu, kimyasal kokulu insanla bir kaç saatten fazla mutlu olamam. belki de bu sebepten etrafımda 3-5 kişi den fazlası yok. İhtiyacım da yok zaten. genel olarak insan sevmiyorum herkese de ön yargılıyım değişmeye niyetim yok ve bu konuda da kendimce haklıyım. günün yarısından fazlasını spor salonlarında, kuaförlerde, güzellik salonlarında, avmlerde harcayan insanlar... action man ve barbie lerle büyüyen bir neslin onlara benzemek için uğraşmasına şaşırmamalı.
pasacayi
bugün az kalsın bir snapchat kullanıcısının ahmakça dikkatsizliğine kurban gidiyordum. orta şeritte giderken 25-28 yaşları arasında bir bayan sürücünün soldan yaklaştığını fark ettim. yüzüne vuran akıllı telefon ışığı ve yüksek sesli lanet olasıca pop müziği duyduğumda snap çektiğini anladım. yavaşlayıp geçmesine izin verdim, peşine takılıp ışıklarda yanına yanaştım. çok sinirliydim, fark etmeseydim beni öldürebilirdi ama o kadar yüzsüz, o kadar ukala konuşuyordu ki sanki hiçbir şey yapmamış, ben suçluymuşum gibi "nolmuş yaniee birazcık telefona dalmışaam" demez mi !! arkadaşlar motosikletlerin üzerinde de İnsan var ve o yere batasıca snapleri paylaşmak için kimsenin hayatını tehlikeye atmak zorunda değilsiniz. buna kimsenin hakkı yok. lütfen sadece birazcık saygı...
pasacayi
bazen yalnızca bir insan size inanır ve bütün dünya sizden yanaymış gibi hissedersiniz. bazen de herkes size inanır kendinizde o gücü bulamazsınız. çok karışık işler... biz hayatta olanlar için (bazı topraklarda tamamen tesadüftür) her zaman şerefe diyecek bir sebep ve iki kadeh bulunur.
pasacayi
hepimiz bizlere dayatılan hayatı yaşamakla meşgulüz şu sıralar. birbirinin aynısı olan hayatlar... İyi eğitim, iyi kariyer, iyi meslek vaat ettiği şey sadece standart veya birazcık üstünde bir yaşam. son model arabalar, evler, aslında olmayan ama ihtiyaç gibi hissedilen o cihazlar cezbetmese bizi. terk etsek ya ışıltısına kapılıp kalabalıklarında kaybolduğumuz koca şehirleri. fotoğraflarına bakıp tatil hayalleri kurduğumuz sahillere, ormanlara, doğaya bıraksak kendimizi. hayvan sevgimiz pet shopta satılan cinslerle sınırlı kalmasa mesela. tek derdi ertesi gün ne giyeceğini düşünenlerden, bir buket çiçekle aklını kaybeden tiplerden uzaklaşıp gerçekten dünyada yaşadığımızı hissetmek fikri bile muhteşem. ne olur ki? en fazla ne kaybederiz zincirlerimizden başka?
pasacayi
aramızda yüzlerce kilometre var iyi ki de var. uzun bi zaman geçmesine rağmen unutulmayan, küçücük bir kıvılcımla alevlenen günün her dakikasında aklımı kemiren binlerce hatıra... hala sevmek yada özlemek değil ama hatırladıkça içimi yakan kalbimi hızlandıran bu şeyin tam adını koyamıyorum. etrafındaki kimseye anlatamamak, anlatmaya çalışsanda anlamayacaklarını düşünmek bir kenarda dursun, en kötüsü de bir zamanlar çok sevdiğin şarkıları artık dinleyememek...
pasacayi
çıktığı günden beri yılda en az 14-15 kere izlerim bu seriyi ve bugün ilk defa fark ettim ki yüzüklerin efendisi izleyecek kimsem yok. şöyle oturup 11 saatlik bi seri yapsak, ardından günlerce isengardlı uruklardan lothlorienli elflerden bahsetsek...
pasacayi
bir şeyi merak ediyorum. aslında her şeyi merak ediyorum. fizik, kimya, biyoloji, din, tarih, sanat, spor aklına ne gelirse hepsiyle birazcık ilgiliyim. (belki de bu yüzden hiç birisinden başarılı değilim) bigbang den kıymete, atom altı parçacıklardan dinozorların neslinin tükenmesine kadar hepsini en ince detayına kadar öğrenmek istiyorum. aç oku falan demeyin bunun için zaman imkan ve finans yeterli değil ve herkes kadar üşengeçim. acaba öldükten sonra bunları öğrenebilir miyiz? nasa nın açıklanmayan dosyaları, piramitler, antik uzaylılar, zamanda yolculuk... eğer birileri bunları bize anlatmayacaksa ben kaldığım yerden devam edicem.
pasacayi
saat 02:07
geçenlerde karaköyde kadıköy vapurunu beklerken denize doğru diktim gözlerimi. sağımda altın boynuz, karşımda tarihi yarımada... arkamdaki starbucks ta oturan onlarca garip insan... neyse geçtim vapurun en sonuna, zaten ezberlediğim manzaraya 20 dakika daha baktım. eskiden pek umrumda değildi ama son bir kaç yıldır nefret ediyordum İstanbul'dan. geçen sene kaçıp geldiğimden beri içimde garip bir dönme hissi... özlediğimden değil "acaba nasıldır bırakıp gittiklerim unutmuşlar mıdır beni?" belki de yüzüne bile bakmadan terkettiklerimin bedelidir bu lanet his. bırakıp gidenler vedalaşmaz, helallik istemez, ıslak gözlerle bakarken son kez olduğunu bilerek sıkıca sarılamaz. nasıl bir anda girdiyse hayatınıza hiç ummadığınız anda da kaybolur. her seferinde aynısı olur, kimseyle karşılaşmamak için sabaha karşı 4 gibi evden çıkar (o saatte barlar sokağındaki kavgalar bitmiş olur) tüm hayatım olan moda sokaklarını tek tek dolaşır geri dönerim, boğazımda bir düğüm... yeter ki daha fazla üzülmesin küçücük tebessümüne hasret kaldıklarım.
pasacayi
özgürlük... ana fikir açık, basit ve doğru. gerçek özgürlük fedakarlığı ve acı çekmeyi gerektirir. çoğu insan özgürlüğü sadece istediğini zanneder ama insanın istediği tek özgürlük kendi rahatları için olandır. hiç bir zaman benden istenilen kişi olamadım. herşeye, herkese, her kurala karşı gelecek bi fikrim bi tavrım vardı. yanlış anlaşılmasın bahsettiğim şey metro beklerken sarı çizgiyi geçmek, veya yasak yerlerde sigara içmek falan değil. popüler kültür ve onun eseri olan herşeyden nefret ettim. aynı, pahalı marka kıyafet giyenlerden, aynı saç modelleri, aynada yüzüne bakmaya utanıp kilolarca boya sürenlerden... İşte bu yüzden kimileri anarşist dedi, kimileri, düzen bozan, kimileri uyumsuz... hiçbirisini kabul etmedim. İki yudum garip kokteyller içip çılgınlar gibi aynı ritimlerde hoplamaktansa deniz kenarında bir bankta oturup üşümek bana daha iyi geliyor. amacım farklılık yaratmak veya dikkat çekmek değil, sürüdeki koyun yada çobandan ziyade onların üzerinde özgürce uçan kartal olmak benim isteğim. bilmem anlatabildim mi?
pasacayi
saat 03.26 artık bu ülkede yeni biriyle tanışmaya üşeniyorum. o kadar bıktım ki şu yapmacık karakterlerden, gerçekten halim kalmadı. yanına gidip selam versen "tavlamak isteyen" sosyal platformlardan eklersen "hoşlanan" fotoğrafını beğenirsen "iş atan" oluyorsun. kurduğun cümlelere dikkat etmek zorundasın. kimsenin kalbi kırılmasın diye değil. "sapık" "serseri" (ve aklınıza gelebilecek diğer damgalar) gibi yakıştırmalar almadan diyalog kurabilmek için onlarca hesap yapıyorsun. herkes saygıyı egoyla karıştırıp birbirinde arıyor. "önce sen, ilk mesajı o atsın, ilk o arasın" herkes önce egosunu doyurmak istiyor. kimse kimseye gerçekten ne istediğini, nasıl hissettiğini ya da neye ihtiyacı olduğunu söylemiyor. gerçekten bir köpek bile herhangi bir ihtiyacı olduğunda bir şekilde onu ifade edebilirken bir İnsan sevmek veya sevilmek istediğini aylarca söyleyemiyor..