👑Merry Andrew

kendimi yıkılması imkansız bir kalenin güçlü savaşçısı zannederdim. mücadeleci ve zorluklara karşı dayanıklı bir savaşçı. böyle zannettiğim için şimdi gülüyorum kendime.
karşıma çıkan her sorunun üstesinden gelmeye şartladım bugüne kadar kendimi ve yaralar almış olsam da yine de o sorunu atlattım. ama bu sefer öyle bir yenildim ki yenilgilerin en ağırı hem de. kendime yenildim ben. kendimi tanıdığımı zannederdim, kendimden emin olduğumu. ama bir detayı hep unutuyorum, bugüne kadar başıma ne geldiyse kendi seçimlerim yüzünden. bu hayatta güvendiğim bir iki kişi var, çoğunlukla kimseye güvenmem ama şu zamana kadar yaşadıklarıma bakıyorum en çok da kendime güvenmemeliymişim.
kimseyi yarı yolda bıraktığım falan yok aslında ama beynimin içindeki bu düşünceler beni kemirip duruyor. beynim bir iç savaşın ortasına sürüklenmiş gibi. "hasta olmamalıydım, hasta olmanın zamanı değil, en ufak bir zor koşulda vücudumun böyle pes etmeye hakkı yok, biri bana güveniyor ve yardım istiyorsa yanında olmak zorundayım, bu kadar hassas bir bünyeye sahip olmamalıyım, bunu kabul edemem, ben güçlü biri olmalıyım, her koşulda güçlü ve dayanıklıyımdır ben. hayır, değilim, öyle zannederdim ama değilmişim işte, işe yaramazın biriyim ben, hiçbir şeyi beceremiyorum, her şeyin üstesinden gelmeliyim bunu yapmak zorundayım başka çarem yok. ama yapamıyorum, gücüm tükendi, nasıl tükenir bunu kabul etmek çok zor ama oldu işte gücümün bittiği noktadayım."
mistletoe🍃
bir şarkı, sizi ne kadar etkileyebilir, neler yaptırabilir, neler hissettirebilir, nelerin hayalini kurdurup, ne kadar dibe çekebilir ya da yüzeye çıkarabilir? söz konusu bensem fazlaca etkileyebilir, hayaller kurdurtabilir, özletebilir, mutsuz edebilir, göklere de çıkarabilir... beni alıp götürebilecek bir şarkı keşfettiğim için dakikalardır aşırı mutluyum ama şarkının sözleri, ritmi, doğası gereği ise bir şeylere aşırı özlem duyuyor ve kendimi epeyce hüzünlü hissediyorum. bir insan iki ucu aynı anda yaşayabilir mi? biraz yorucu ama ben çoğunlukla böyle yaşıyorum.
şarkıyı dinlerken gözlerimi kapatıyorum hayal bu ya bir balo salonundadır genç kadın, bordoya çalan kırmızı bir elbisenin içinde, ışıkların altında parlayan düze yakın hafif dalgalı saçları sırtına dökülüyor, sadece boynunda ve parmağında zarif birer parça takı, makyajı güzelliğini gölgelemeyecek ama bakışlarını ortaya çıkaracak kadar sade yapılmış...salonda gezinirken birden onu fark ediyor bakışları kenetleniyor genç adamla, kalbinin atışlarını duymaya başlıyor, gözlerinden başka hiçbir şey göremiyor genç adamın ve anlıyor 'dans etmeliyiz'... bir saat, bir gün, bir ay, bir yıl? hayır 'koca bir ömür' diye fısıldıyor kendi kendine genç kadın... şarkıyı dinlerseniz siz de değişik hayallerin esiri olabilirsiniz.

eliptik
bazen anlatamadıkların anlattıklarından kat kat fazladır ve çoğunlukla gösterdiklerimiz yaşadıklarımızdan çok farklıdır. sen anlatmasanda anlayan bir insan lazım herkese bir bakışından herşeyi çıkaran bir insan . yanımda olsa beni benden çok anlayacak insan inşallah yine yanımda olursun en kısa sürede çok özledim seni ..nolur yanımda ol artık çok zorlanıyorum zor dayanıyorum bu yokluğa .. .seni çok özledim ...seni çok seviyorum canıma can nefesime nefes oldun . nefes alamıyorum artık
dimitri
arkadaşlar biraz uzun bir yazı ama bir solukta okuyacağınızı düşünüyorum. hepimizin hemen hemen her gün yaşadığı hislerimize tercüman olmuş.
"sen adam değilsin, yoksun dünyada"
çocukluğuyla gençliği yeşilköy köşklerinde geçmiş, eski bir İstanbul efendisi olan kırçıl bıyıklı tarık bey: - her sabah evden çıkarken o gün karşılaşacağım tüm davranışlarla sözlerin; bana kişi olarak var olmadığımı, yürüyen, kıpırdayan bir insan gölgesi dahi sayılamayacağımı, tekrar tekrar ihtar edeceğine; kendimi hazırlayarak adımımı atıyorum sokağa, dedi.
güngörmüş, hoşsohbet bir adamdı tarık bey:
- köşede gazete de satan, gedikliden emekli, suratsız bir tütüncü var. gazete almak için önce ona uğruyorum. paramı hazırlayarak, "günaydın" diye tütüncüden gazetemi istiyorum. selamımı almadan dükkânının içinde ayran, yahut süt şişelerini düzeltmeye devam ediyor. bir garip tad alıyor, beni görmezlikten gelip, adam yerine koymamaktan. yani tavırlarıyla, "sen yoksun, mevcut değilsin", demek istiyor. ben de içimden tekrarlıyorum. "ben yokum, mevcut değilim..." ama yine de gazeteyi uzatmasını bekliyorum. beni adam yerine koymadığını kanıtlayacak süre, kendince geçince; kafasının dağılmasını istemeyen bir atom bilgini özensizliğiyle, yüzüme bile bakmadan gazeteyi alıp uzatıyor.
tarık bey gözlüklerinin arkasından kıskıs gülerek, tütüncünün gazeteyi nasıl alıp uzattığını gösteriyordu.
elimde gazete, dolmuş durağına gidiyorum. durak her zaman kalabalık oluyor. kimsenin sırasını çalmadığımı gösterecek bir yerde duruyorum. derken bir dolmuş geliyor, bütün bekleşenler kapılara üşüşüyor; binen biniyor, binemeyen kalıyor. ben sıram gelmediği kanısıyla acele etmiyorum. bir dolmuş daha geliyor. benden sonra gelenler de, kapılara üşüşenlerin arasına katılıyor. biliyorum ki, kimse bana "buyrun, sıra sizde", demeyecek. bazen artık sıramın geldiği inancıyla ben de, yeni gelen bir dolmuşun kapısına doğru seyirtiyorum. ya sert bir omuz darbesi iniyor göğsüme, ya arkadan gelip içeri girmek için eğilen birinin kalçası dayanıyor karnıma. kişiler mekanik bir itip kakmanın ortaklığında, bana "sen yoksun, mevcut değilsin", diyorlar. ben de içimden tekrarlıyorum: "ben yokum, mevcut değilim." sonunda geç de olsa, biniyorum dolmuşa. benden önce inecekler, şoföre, "şurada dur!" diyorlar. bu aynı zamanda bana, "sen de in de rahat çıkalım", demek. ben de araba durunca, hemen yere iniyorum; yanımda oturanın çıkmasını bekliyorum. onlar yine yüzüme bile bakmadan çekip gidiyorlar. yani adam yerine koymuyorlar beni. bir anlamda, "sen yoksun, yeryüzünde var değilsin", demek istiyorlar. ben de içimden, "ben yokum, yeryüzünde var değilim", diyorum.
tarık bey, kendiyle yahut İstanbul'un hoyratlığıyla eğlenir gibi sigarasını yakıyordu ve gözlüklerinin arkasından devam ediyordu kıs kıs gülmeye:
- İneceğim yere gelince, "şoför efendi durur musunuz?" diyorum. bazısı duruyor, bazısı duymazlıktan gelerek, müşteri gördüğü yere kadar gidip, orada duruyor. bazısı, "haydi yahu acele et, işimiz var", diyor. ben hepsine inerken, "teşekkür ederim", diyorum. çoğunlukla cevap vermeden gazlıyorlar. birini rahatsız ederek inersem, ona da teşekkür ediyorum. o da genellikle cevap vermiyor. ben daha evden çıkarken, yok sayılacağımı bildiğim için, asla yadırgamıyorum bunları. gayet normal karşılıyorum. sade bana değil, herkes birbirine "sen yoksun, insan olarak bir sıfır kadar bile değerin yok", demekten hoşlanıyor. bayılıyorlar birbirlerini adam yerine koymamaya. bu arada ben de, payımı alıyorum. ama ben direnip, ille de varım diye inatlaşmıyorum. "yokum, mevcut değilim", diye devam ediyorum günlük serüvenime.
tarık bey keyifli keyifli tüttürüyordu sigarasını: - dolmuştan inince karşı kaldırıma geçerken, iki üç taksiyle özel arabadan mutlaka sesler yükseliyor: "sallanmasana moruk!", "yürüsene ulan ihtiyar!", "geç hadi geç, teneşir horozu!". ben hep yaya geçidinden geçtiğim için, beklediklerine kızıyorlar. varmış gibi yürümem, sinirlendiriyor onları. yok olduğumu, var olmadığımı hatırlatmak istiyorlar bana. ben de "merak etmeyin, yokum, var değilim", diye geçiyorum karşı kaldırıma. bazen oralarda bir trafik polisi duruyor. çok seviyorum o polisi. çünkü o da, şoförlerin var olmadığı kanısında. onlara, "bas ulan geri!", "kör müsün ulan ayı!" diye bağırıyor. arada bir de, sinek kovalar gibi hiçbirinin suratına bakmadan eliyle, "geç geç" yapıyor. yani şoförler beni, polis de şoförleri adam yerine koymuyor. herhalde komiseri de, polisi adam yerine koymuyordur.
tarık bey bir günlük yaşam serüvenini en ince ayrıntılarıyla akide şekeri emer gibi, tadını çıkara çıkara anlatıyordu:
- çalıştığım işhanına geliyorum. elektrik kesik değilse asansöre biniyorum. asansöre binenler gençse; bir elleri pantolon ceplerinde, bir kaşları kalkık oluyorlar. taşralıysalar; pos bıyıklı, tıknaz, pantolonları göbeklerinin altına düşmüş, önleri açık oluyorlar ve kasıtlı biçimde, kimseye önem vermez görünmek istermiş gibi, yüksek sesle konuşuyorlar. ben yine biliyorum ki, herkesin tavrı, kimseyi adam yerine koymama üstünedir ve şişkindir. ben hemen sigara kâğıdı gibi iyice yapışıyorum asansörün dip duvarına. "ben zaten yokum, dünyada mevcut değilim", diyorum. asansörden çıkarken kimse kimseye ne yol, ne selam veriyor. kimse de kapıyı arkadan gelenin suratına çarpmasın diye, usturuplu tutmuyor. ağıldan çıkar gibi çıkıyor öyle.
tarık bey sigarasının izmaritini tablada söndürdü: - akşam eve dönerken de yine aynı şey. kalabalığın bireyleri bıkıp usanmadan, "sen yoksun, yeryüzünde var değilsin", demeyi sürdürüp gidiyorlar. ben de "ben yokum, var değilim", diye mırıldanmaya devam ediyorum içimden. adam yerine konmamak insanın gücüne gider, değil mi? benim hiç gitmiyor. bir toplumun kendi kendini adam yerine koymamakta inatlaştığı dönemlerde, kimleri adam yerine koymaya kalktığını biliyorum çünkü.
tarık bey bir sigara daha yaktı:
- İstanbul bin beş yüz yıllık bir başkenttir, dedi. gönül bütün birikiminin, haliç'in dibindekilerden ibaret olmamasını isterdi.
çetin altan
Kumral_bocek
bizler karar verebilmekle övünürüz ve özgür irademizi kullandığımızı düşünürüz.
ancak bilimin özgür iradeyle bir sorunu var. bilime göre bir şey başka bir şeye sebep oluyor. biyolojiden öğrendiğimiz şeylerden sonra, özgür irade konusunda bir problemimiz var. karar verme kendi aktivitemizin bir met ceziri. peki kararlarımızdan kim sorumlu…? bilinç benlik mi ? yoksa kontrolümüzün dışında olan bilinçsiz bir gri madde kütlesi mi? bir bilim adamı, beynin aktiviteye göre verdiği bilinçli kararın, ikincil bir kararı olduğunu deneyimledi. görünüşe göre beyine yapılan deneyde, kararları şekillendiren yoğun bir bilinçaltı beyin aktivitesi var. biz kararı vermeden 6 saniye önce bilinçaltı kararı vermiş oluyor. yani, verdiğimiz karardan 6 saniye önce olan, nöral aktivitenin ikincil kararı oluyoruz. bunu ikilik olarak değilde, daha çok bilinç aklın, beyin aktivitesine kodlanmış şeklinde düşünelim. bilinç altı beyin bizim belli yönlerimizin farkında, inanç ve isteklerimizle uyum içinde. yani bizi istemediğimiz bir şeyi yapmaya zorlamaz. bu durumu iki ayrı şeyler olarak değilde onun yerine, aynı fiziksel işlemin farklı görünümler olduğunu düşünebiliriz. bu iki genişleyen belirleyici, rastgele olmayan bir mekanizmadan, mutlaka kaçınılmaz bir sonuca ulaşacaktır. gerçek şu ki yaptığımız seçimin farkında olduğumuzda, bundan 6 saniye önce ne yapacağımız belli. bilinç altımız, bilinçli bir seçim oluşturuyor. dolayısıyla 6 saniye önceki kararlarımızı kontrol etmek için alışkanlıklarımıza, çoğunlukla bulunduğumuz ortamların bize verdiklerine ve seçimlerimize dikkat etmeli değil miyiz?
neutron
birkaç saat sonra şampiyonluk maçına çıkıyoruz. çocukken mahallede ve sınıfta herkes fenerli ve galatasaraylıydı. koca sınıfta ancak iki beşiktaşlıydık. tabi o yıllar bizim bitik olduğumuz fenerin uçtuğu yıllar. derbi günleri maçları babamın fanatik fenerli çocukluk arkadaşının evinde izlerdik mahallece. o maçlardan çoğunlukla üzgün kalkardım. fener 3. yıldızı taktığında babama bizim ne zaman 3. yıldızımız olacak demiştim. verdiği cevabı hatırlamıyorum ama geçiştirici bi cevap vermiştir. bu akşam yenmemiz halinde 3. yıldızı takacağız. takacağız takmasına da bu sevinci onunla paylaşamıcam, bu anımızı ona hatırlatamıcam ya çok üzülüyorum. bugün içim buruk sevgili dedikodu...
hayalperestt
ben insanları kolay affedebilen bir kişi olduğum için biri karşı tarafı affetmediğinde ilk önce kendime soruyorum ben affedermiydim ? evet affederdim oluyor cevabım çoğunlukla ..belki de karşı tarafın açısından baktığım için onu da kendi penceresinden anladığım için kolay affediyorum.İnsanlar ne kadar çok acı yaşarsa yaşasın hep affetme ve olumlu olma taraftarı olmalı ama zarar gören kişi ben değilde ailemse işte o zaman affetmek çok zor gelir bana .sizce insanlar kendisini kıran kişiyi kolay affetme taraftarı olmalı mı bu kişiye zarar verir mi ?
hayalperestt
ben insanları kolay affedebilen bir kişi olduğum için biri karşı tarafı affetmediğinde ilk önce kendime soruyorum ben affedermiydim ? evet affederdim oluyor cevabım çoğunlukla..
belki de karşı tarafın açısından baktığım için onu da kendi penceresinden anladığım için kolay affediyorum.İnsanlar ne kadar çok acı yaşarsa yaşasın hep affetme ve olumlu olma taraftarı olmalı ama zarar gören kişi ben değilde ailemse işte o zaman affetmek çok zor gelir bana .sizce insanlar kendisini kıran kişiyi kolay affetme taraftarı olmalı mı bu kişiye zarar verir mi ?
resam0202
kendi portremi resmediyorum çünkü çoğunlukla yalnızım, çünkü en iyi tanıdığım insanım
anonim
en nefret ettiğim düşünce yapısı sırf erkek olduğum için potansiyel tacizci olduğumun düşünülmesidir. r11 de otururken yanım boşsa bir kız hiç çekinmeden gelip oturabiliyor. bu defalarca geldi başıma ama bunu insanlar normal karşılıyor çünkü bu modern bir davranış olağan bir durum. eğer ben bir kızın yanına oturursam bu doğru değil. bu hataya bir defa düştüm 1 durak boyunca boş giden yanımdaki koltuğa oturan olmadı binenlerde oturmayınca yorgunda olduğum için oturdum. gerek bakışlarıyla gerekse sessiz sessiz yapmaya çalıştıkları sitemlerle beni yerin dibine soktular. bundan dolayı eğer kalkıp yer verebilecek durumdaysam yani cam tarafında değilsem demek oluyor ki bir erkeğin yanına oturmuşum demektir. şimdi ben kalkıp yer versem bile oturmayacak insanlar var öyle bir durumla karşı karşıya gelmekte insanı gerçekten çok bozuyor. zaten çoğunlukla kızlar erkeklerden daha fazla oluyor yada bana öyle denk geliyor. ben şimdi bir kıza yer vermek için o kadar kızın arasında ayağa kalksam bu durumdan daha fazla kişi rahatsız olmazmı özellikle beni çok zor duruma sokar bir defa. zaten kızlar bu zamana kadar öylesine alışmış ki yer verilmesine bunu erkeğin görevi zannediyor. teşekkür etmek bir yana dursun yüzüne bile bakmıyorlar. yer vermek bir inceliktir ve kişiyi iyi bir insan yapar ama yer vermedi diye kimse kötü olmaz. İnsanları buna göre sınıflandırmayın.
anonim
İibf kantininde sürekli gördüğüm kumral uzun boylu çocuk senden hoşlandım. elinde tesbih var ve çoğunlukla gömlek giyiyorsun ve yanında kız arkadaşların oluyor umarım sevgilin yoktur... bir gün tanışma fırsatımız olur inşallah.
okuryaszar
sevgilisi olan kızların çoğunlukla kapalı olması ama hoşlandığım beylerin kapalıyım diye bir değişik triplere girmelerini ne yapacağız? kafalar karışık.
coffeebreak
hiçbir şey değil de bana erkeklerin böyle uzuuunca yazı yazmaları garip geliyor. gerek burası gerek mesaj olsun garipsiyorum. erkekleri sorsanız net ve öz hatta çoğunlukla suskun diye tasvir ederim ama bu yazılar kaideyi bozuyor😒😥
bulutsalvaka
pazar günü samsundayım inşallah. biraz bitsede gitsek modundayım çoğunlukla sakinim bazen herkese bagiriyorum. ne hissettiğimi bende bilmiyorum😂 hayırlısı.
bitmishaziran
kendini akıllı sanan, akıllı biriymiş gibi geçinen insanlara hep gülmüşümdür. çünkü genel olarak iyi niyetimden midir bilinmez hislerim konusunda hiç yanılmam. ve çoğunlukla tehlikeyi de önceden farkeder lakin salağa yatıp beklemeyi de severim. çünkü çark benim için de dönecek ve ben önceden tedbir alırsam bu zevkten mahrum kalırım 😂 ya senin karşında salak mı duruyor be kardeşim sen kendini niye bu kadar zeki sanıyorsun ki diye sorarlar adama? sorarlar da işte yanıt alamazlar çoğu zaman. birincisi eger birinden hoslanmiyorsam ileri ki zamanlarda birseyini mutlaka gorurum yanilmam. ikincisi cogu seyi daha olmadan hissedebiliyorum bu bunu yapar dediysem de oluyor. genel olarak cevremdekiler hep hislerimden korkmustur iki gune kalmaz gerceklesir hayir hepsini gectim az cok fal maceralarimi biliyosunuz ulan iyi fal baktigimi soyluyosunuz da bu kiz kendine fal bakip sizden gelecek zarari tahmin edemez mi? hadi onu da gectim ruyam ertesi gun cikar ettigim bedduam gerceklesir. hepsini geciyorum ki buna çok şükrediyorum sanki birşey olacakken tam moralmen çokmusken allah bana o an cok guzel bir haber yollayip diger olayi unutturuyor. ve bu genel olarak hep boyle oldu. yani kotu olayin etkisi uzerimde fazlaca kalmiyor canini yaktim oh be diyenlere duyuruyorum bunuda 😂 ama garip olan şudur ki senin hislerinden korkuyorum hissediyosun biseyleri diyen kim varsa cevremde arkamdan iş çevirmeler mi dersiniz, yok oyunlar oynamak mi? ulan yapin yapmayin demiyorum ama iyi yapin bakin ben karda yuruyup izimi belli ediyor muyum hayiiir 😂 o kadar yakinimda durdunuz da benden birsey kapamadiniz ya yanarim yanarim ona yanarim 😂
waited
günaydın dedikoducular. bu aralar burda okuduğum yazılarda çoğunlukla yazanlar hayattan soğuduklarını bunakdıklarını yazmış. ara sıra her insan böyle olur. ben de öyle. bana düşer mi bilmiyorum ama dicem oki nereden geldiklerini bilsinler ve her zaman güzel şeyleri umut etsinler edin yani hayırlı kandiller bu arada dua etmek için mükemmel bi gün ben kahvaltıya gidiyorum görüşürüz 😊
ucuncunesilsaglikci
hani hep yazıyorum çoğunlukla saçmalayıp eğleniyorum ya. eğlendiğimden daha fazla kederlendiğim şeyler var. ülke ne hale gidiyo diye düşünmekten beynim durdu. İnsanlarla oturup bu konuyu konuşuyorum, işin içinden çıkılmıyor ki!? ne zaman bu konuya girsem daha bi kederli kalkıyorum masadan. o bombalar sanki benim içimde patlatılıyormuş gibi, şehit edilen her bir vatan evladı benim canımdan can götürüyo sanki. ailem bırakın eylemi yürüyüşü falan sosyal ağlarda paylaştığım şeyler yüzünden beni uyarıyolar, 'dikkat et gözünün yasina bakmadan içeri atarlar' diyolar 'atsinlar silivri'de yatmak bizim gibiler icin onurdur' diyorum 'doguda bi yere atarlar seni' diyolar 'atasinlar orasi da vatan degil mi' diyorum. yapabilecegim ne var ki bu vatan icin? 10 can olsa 10'u da verilmez mi? 'kalk'diyorum o zaman 'bu ulke icin yapabilecegin tek sey iyi bi doktor olmaksa madem kalk ders calis'.
beyaban
bugün uzun zaman sonra fakülteye çıktım. ve evet tahmin edebileceğiniz gibi dönem arkadaşlarımla aynı dersleri almıyorum alttan dersler çoğunlukla. sanki kopmuşum gibi tamamen okuldan. artık içimde bir gram ne okuma isteği kaldı ne de fakülteye çıkmak içimden geliyor artık. acilen birine aşık olmam gerek yoksa bir daha çıkmayacağım fakülteye :/ ben geldim dedikodu , herkesin iyi geceleri olsun mümkünse..
lagertha
kızlar kusura bakmayın ama bazen erkekler yiyecek gibi bakmayın falan diyorsunuz da bence asıl korkutucu bakışlar hemcinslerimde. ben böyle süzen,inceleyen bakışları erkeklerde bazen kızlarda çoğunlukla görüyorum:\
anonim
çocukluğunu anlatan insanlara çok imreniyorum bazen. anlatabilecekleri güzel anıları var, canlarını sıkan bir durum olduğunda kaçıp sığınabilecekleri güzel hatıralar. anı sınıfına sokabileceğim hiç bir şey canlandıramıyorum gözümde, belki de hiç olmadığı içindir. örneğin; küçükken eve gelen misafir çocuğu! bunun tam olarak ne anlama geldiğini bilmiyorum. misafir ağırlayamayacak kadar perişan bir evde büyüdüm diyebilirim. ya da arkadaşlarımla paylaşmak istemediğim oyuncaklarım! gerçek anlamda bir oyuncağa sahip değildim (annemin bizim için kavanoz kapaklarından yaptığı araba hariç) bisiklet sürmeyi çok geç öğrendim (kuzenimin bisikletiyle) kendi bisikletim olmadı hiç. küçükken salıncakta sallanmaya bayılırdım. kendimi mutlu hissettiğim tek an tartışmasız, iyice gerildikten sonra son sürat gökyüzüne yükseldiğim o andı. ama parka gidebilmek benim için ulaşılması zor bir eylemdi. küçük yaramaz bir kız olup annemin makyaj malzemeleriyle kendimi ufak bir palyaçoya çevirebilmem imkansızdı. makyaj bizim için henüz anlamını bilmediğimiz bir kelimeydi çünkü. doğum günlerimin kutlandığını hiç hatırlamıyorum, kutlanmayacak kadar değersiz bir gündü sanırım! ama annem nadiren bisküviden pasta yapardı. epey şekilsiz olmalarına rağmen o tadı daha sonra yediğim hiç bir pastada alamadım. yeni bir elbiseye sahip olamadım hiç. bütün çocukluğum - ve gençliğimin bir kısmı- çoğunlukla kuzenimin eskilerini giymekle geçti. sofradan tam anlamıyla doyarak kalktığımı hatırlamıyorum. arkadaşlarımın evilerine gittiğimde koca koca fotoğraf albümleri seriliyor önüme. 'yok artık her hareketini çekmiş olamazlar herhalde' diye düşünmeden edemiyorum 'çok fazla fotoğraf var' çocukken neye benzediğimin kanıtı olacak iki fotoğrafım var sadece. bu iki fotoğrafta bile çocuk olmadığımı görüyorum her seferinde. fotoğraf çekinirken bile gülmeye korkan bir çocuk, kulağa çok saçma geliyor değil mi :) bunları yazarken yanaklarımdan aşağı kayan yaşlar ne anlama geliyor cidden bilmiyorum. yaşayamadığım çocukluğuma mı, bu kadar güçsüz oluşuma mı yoksa güçlü olmak zorunda kalmama mı ağlıyorum inanın bilmiyorum. ve evet büyüdüm.. İhtiyacım olan şeyleri satın alabiliyorum, yüzlerce fotoğrafım var, pek sevmediğim için sadece bir kaç makyaj malzemesine sahibim, sofradan doyarak kalkıyorum artık hemde bazen fazlasıyla doyarak. bütün bunları hallettik diyelim.. peki ya içimdeki çocuk olma isteği! sadece bir kişinin yanında çocuk gibi davranmak istedim. tek amacım kendim gibi olmak, içimdeki boşluğu doldurmaya çalışmaktı. ama şımarık olmakla suçlandım ve mutlu olmaya hakkım olmadığına kanaat getirdim. okuduğunuz için teşekkür ederim.

Selam Ziyaretçi

Gördüğüm kadarıyla henüz giriş yapmamışsın! Lütfen giriş yap, bekliyorum :)