Kizilsakall
vaayy bee seneler olmuş girmeyeli ama buralar bi insizleşmiş kimsecikler kalmamış ne oldu buralara da mı covid bulaştı herkes sosyal mesafeli gibi kimse dert yanmamış yorumlarda muhabbet dönmemiş kendinize gelin ey dedikodu ahalisi hadi bi toplaşalım muhabbet edelim şurada 🙂🙂🙂
thor
BekirTheLoser
sitenin "seni şurada gördüm bul beni" formatından çıkması iyi olmuş. bravo bravo
mistletoe🍃
bir dakika hayatım oyun oynuyorum şurada yaa asdgdhfjfk
Eleni
efeniim selamlar!

laf söz arasında aklıma geldi bir kaç şey zırvalayayım dedim. "biz çocukken" bundan daha da küçükken yani, tahminen velet iken komşu çocuğunun bilgisayarı değil de atarisi vardı. olmayanların ise hiperaktif manyak bir çocukluğu. İtiraf ediyorum ben atarisi olan şu komşu çocuğuydum ama bu hiçbir zaman çılgın çocukluğuma engel olamadı. ağaç dallarının lades kemiğine benzeyen kısımlarını bulur sapan yapıp millete suikast girişimleri düzenlerdik. kafası gözü dağılan yaşıt veletlerimiz "anneaaağğ" diye ağlayarak eve koştururken biz de yeri gelir kendimizi onlardan biri olarak bulurduk ki namussuzlar az ağlatmadılar. genellikle taş değil de ağaçta yetişen bezelye türevi yeşil yeşil mermilerimiz olurdu. (çok da acıtırdı, ağlatması normal.) o dönemlerde 1 lira yerine 1 milyon vardı, fazla zengindik. sahip olduğumuz 1 milyon bozukluk yerine bir kağıt parçası idi. şimdilerin 50 kuruşu o zamanları 500'ü idi ve kusura bakma 1 liracığım boyut olarak seni gebertirdi. 5 kuruş en küçük para dilimimiz değildi o zamanlar, bizim en küçüğümüz 1 kuruş'tu. şimdilerde 10 kuruştan aşağı alamadığımız sakızları biz 1 kuruş abimiz sayesinde 5 kuruşa 5 tane sakız gelecek şekilde hunharca çar çur ederdik. eskimolarımız vardı bir de! meybuzlarımız yani. çubuğun bitiş kısmına doğru düğüm atar (evet evet düğüm tecrübem buradan geliyor.) ilk bulduğumuz kaldırıma oturarak yol kenarından bulduğumuz avucumuzdan büyük bir taş ile eskimoyu tuzla buz ederek yemeye hazır hale getirirdik. tuzla buz olan meybuzumuz çubuğundan çok pişmiş etin kemiğinden bir çırpıda ayrılışına özenerek tek celsede ayrılırdı. çubuğumuz ayrıldı mı? ayrıldı. attığımız düğümü daha da sağlamlaştırıp en alt köşesine minik dişlerimiz ile bir delik açardık. (dişi dökülmemiş olanlar çok şanslıydı.) sonra hüplet gitsin! her sabah "simiaatçiğğğh" sesleri ile uyanır "anağ anağ varsın çek git şurdan bana bir simit al." şeklinde sızlanırdık. anne yüreği işte, dayanamaz alırdı. düşen susam tanelerine çocukluğumuzu bırakır bir kuşun gelip midesine indirmesine sebep olurduk. bayram harçlığımız vardı, "-dı" diyorum çünkü büyüdükçe "eşek kadar oldun ne harçlığı?" cümlesinin arkasına sığınarak kestiler elimize geçen maaşımızı. İşte o bir zamanlar var olan harçlıklarımız ile her bayram suikast girişimlerimize devam etme amacı güden tabancalar alırdık. (tabii ki de su tabancası değil! bildiğin boncuk boncuk mermileri vardı.) mermilerimiz bittikçe 10 kuruş verip ekstra mermiler alırdık ama renk renk! mavi vardı, kırmızı vardı, mor vardı, sarı vardı, vardı da vardı. ben hep sarıları alırdım, nedendir bilinmez. bir de bu paraların kurban olduğu çatpatlar vardı. belki bilmeyenler, görmeyenler, ilk kez duyanlar, bilip de ismini hatırlamayanlar vardır. bu sebeple bu resim o şahıslara;




İşte bu naçizane bok rengi şey (siz pembe sıçıyorsanız üstünüze alınmayın.) meybuzlarımızı kırdığımız taşlar ile ortalığı duman ederdi. vur bir tanesine ve çat! vur bir daha pat! şimdi ayıktın mı ismi nereden geliyor? aferin. bunlara kafa göz dalan torpiller vardı bir de ama benim kaba etim hiç yemedi onu ateşlemeye. evet tırsaktım. elimden kıymetli misiniz lan? değilsiniz. o zamanlar "inşaata topu kaçtı." denilmezdi. cesur yürekli çocuklardık oğlum biz. "itolit git şuradan alçı kaçır da gel, biz k*çını kollarız." cümleleri eşlik ederdi bize. cidden de korurlardı, ciddili bak. şimdi diyeceksiniz ki "alçı ne alaka be .s" sabretsene evladım. kaç aylıksın sen? o alçıları yere seksek çizmek için kullanırdık. bizim pelinsu'nun ablası vardı hatçe o hep kelebek çizerdi. şimdilerde dudağını büzüştürüp karda yaptığı kelebekler ile meşhur kardeşi. beş taş oynardık lan. çok tatlı taşlar bulurduk, ismi gibi 5 tane. bir tanesini havaya at, yerden bir taş al, sen diğer taşı alamadan havaya attığın taş (tek elinle yapacaksın tabi her şeyi, aynı elinle yani.) düştü mü? öldün çık. bir de koca koca taşları üst üste koyup top ile devirmeye çalışırdık. yakar top vardı ayrıca diğer ismi ile ortada sıçan (yok gerçekten s*çan değil, farenin dayısı olan sıçan). topu tutan can tutmuş olurdu, millet tuttuğu canları başkalarına verirdi, ben vermezdim. neden veriyormuşum! güzeldi be benim çocukluğum. aklıma bunlar geliyor sadece ama bunun bir o kadardan fazlası da aklıma gelmeyenlerde var. çabuk geçti gibi frank.
ultraslan
4 sene oldu biri bile beni şurada tarif edipte aramadı yalnız geldik omü'ye yalnız gidiyoruz 😂
hipokratinyegeni
abi maalesef maddi durumu olmayan ya da dilenen bir insan gördüğümde çok fazla üzülüyorum ya. hani ülkemizde çok tartışılan bir konudur dilenciye para verilmeli midir verilmemeli midir,haberlerde görürüz işte dilencinin şurada yatları katları falan çıktı diye doğrudur olabilir ama benim anlamadığım konu şu ya 60-70 yaşındaki bir insan mesela ihtiyacı olmadığı halde sokakta soğukta saatlerce neden bekler,o yaşa gelmiş bir insanın hala bu kadar para hırsı nasıl olabilir,o yaşlara gelmiş bir insan emeklilik hayali yada evinde sakin bir yaşam hayali kurmaz mı.. yan hani bunları bir sürü sayarım gerçekten kendi kafamda bir neden bulamıyorum ya ve gerçekten üzülüyorum dünya böyle bir yer olmamalı ya.duygularımızı o kadar sömürdüler ki acıma duygumuzu kaybetme noktasına geldik sokakta gördüğüm insanların çoğu bu insanlara yok muamelesi yapıyor hiç yokmuşlar gibi geçip gidiyor.ama ya gerçekten ihtiyacı varsa diye düşünmekten alamıyorum ben kendimi. poff dünya artık öyle bir yer oldu ki ne gerçek ne gerçek değil ney doğru ney doğru değil hiçbir şeyi bilemiyorum ya. gerçeklik gerçekten de bir illüzyon dan ibaret bence
dimitri
arkadaşlar biraz uzun bir yazı ama bir solukta okuyacağınızı düşünüyorum. hepimizin hemen hemen her gün yaşadığı hislerimize tercüman olmuş.
"sen adam değilsin, yoksun dünyada"
çocukluğuyla gençliği yeşilköy köşklerinde geçmiş, eski bir İstanbul efendisi olan kırçıl bıyıklı tarık bey: - her sabah evden çıkarken o gün karşılaşacağım tüm davranışlarla sözlerin; bana kişi olarak var olmadığımı, yürüyen, kıpırdayan bir insan gölgesi dahi sayılamayacağımı, tekrar tekrar ihtar edeceğine; kendimi hazırlayarak adımımı atıyorum sokağa, dedi.
güngörmüş, hoşsohbet bir adamdı tarık bey:
- köşede gazete de satan, gedikliden emekli, suratsız bir tütüncü var. gazete almak için önce ona uğruyorum. paramı hazırlayarak, "günaydın" diye tütüncüden gazetemi istiyorum. selamımı almadan dükkânının içinde ayran, yahut süt şişelerini düzeltmeye devam ediyor. bir garip tad alıyor, beni görmezlikten gelip, adam yerine koymamaktan. yani tavırlarıyla, "sen yoksun, mevcut değilsin", demek istiyor. ben de içimden tekrarlıyorum. "ben yokum, mevcut değilim..." ama yine de gazeteyi uzatmasını bekliyorum. beni adam yerine koymadığını kanıtlayacak süre, kendince geçince; kafasının dağılmasını istemeyen bir atom bilgini özensizliğiyle, yüzüme bile bakmadan gazeteyi alıp uzatıyor.
tarık bey gözlüklerinin arkasından kıskıs gülerek, tütüncünün gazeteyi nasıl alıp uzattığını gösteriyordu.
elimde gazete, dolmuş durağına gidiyorum. durak her zaman kalabalık oluyor. kimsenin sırasını çalmadığımı gösterecek bir yerde duruyorum. derken bir dolmuş geliyor, bütün bekleşenler kapılara üşüşüyor; binen biniyor, binemeyen kalıyor. ben sıram gelmediği kanısıyla acele etmiyorum. bir dolmuş daha geliyor. benden sonra gelenler de, kapılara üşüşenlerin arasına katılıyor. biliyorum ki, kimse bana "buyrun, sıra sizde", demeyecek. bazen artık sıramın geldiği inancıyla ben de, yeni gelen bir dolmuşun kapısına doğru seyirtiyorum. ya sert bir omuz darbesi iniyor göğsüme, ya arkadan gelip içeri girmek için eğilen birinin kalçası dayanıyor karnıma. kişiler mekanik bir itip kakmanın ortaklığında, bana "sen yoksun, mevcut değilsin", diyorlar. ben de içimden tekrarlıyorum: "ben yokum, mevcut değilim." sonunda geç de olsa, biniyorum dolmuşa. benden önce inecekler, şoföre, "şurada dur!" diyorlar. bu aynı zamanda bana, "sen de in de rahat çıkalım", demek. ben de araba durunca, hemen yere iniyorum; yanımda oturanın çıkmasını bekliyorum. onlar yine yüzüme bile bakmadan çekip gidiyorlar. yani adam yerine koymuyorlar beni. bir anlamda, "sen yoksun, yeryüzünde var değilsin", demek istiyorlar. ben de içimden, "ben yokum, yeryüzünde var değilim", diyorum.
tarık bey, kendiyle yahut İstanbul'un hoyratlığıyla eğlenir gibi sigarasını yakıyordu ve gözlüklerinin arkasından devam ediyordu kıs kıs gülmeye:
- İneceğim yere gelince, "şoför efendi durur musunuz?" diyorum. bazısı duruyor, bazısı duymazlıktan gelerek, müşteri gördüğü yere kadar gidip, orada duruyor. bazısı, "haydi yahu acele et, işimiz var", diyor. ben hepsine inerken, "teşekkür ederim", diyorum. çoğunlukla cevap vermeden gazlıyorlar. birini rahatsız ederek inersem, ona da teşekkür ediyorum. o da genellikle cevap vermiyor. ben daha evden çıkarken, yok sayılacağımı bildiğim için, asla yadırgamıyorum bunları. gayet normal karşılıyorum. sade bana değil, herkes birbirine "sen yoksun, insan olarak bir sıfır kadar bile değerin yok", demekten hoşlanıyor. bayılıyorlar birbirlerini adam yerine koymamaya. bu arada ben de, payımı alıyorum. ama ben direnip, ille de varım diye inatlaşmıyorum. "yokum, mevcut değilim", diye devam ediyorum günlük serüvenime.
tarık bey keyifli keyifli tüttürüyordu sigarasını: - dolmuştan inince karşı kaldırıma geçerken, iki üç taksiyle özel arabadan mutlaka sesler yükseliyor: "sallanmasana moruk!", "yürüsene ulan ihtiyar!", "geç hadi geç, teneşir horozu!". ben hep yaya geçidinden geçtiğim için, beklediklerine kızıyorlar. varmış gibi yürümem, sinirlendiriyor onları. yok olduğumu, var olmadığımı hatırlatmak istiyorlar bana. ben de "merak etmeyin, yokum, var değilim", diye geçiyorum karşı kaldırıma. bazen oralarda bir trafik polisi duruyor. çok seviyorum o polisi. çünkü o da, şoförlerin var olmadığı kanısında. onlara, "bas ulan geri!", "kör müsün ulan ayı!" diye bağırıyor. arada bir de, sinek kovalar gibi hiçbirinin suratına bakmadan eliyle, "geç geç" yapıyor. yani şoförler beni, polis de şoförleri adam yerine koymuyor. herhalde komiseri de, polisi adam yerine koymuyordur.
tarık bey bir günlük yaşam serüvenini en ince ayrıntılarıyla akide şekeri emer gibi, tadını çıkara çıkara anlatıyordu:
- çalıştığım işhanına geliyorum. elektrik kesik değilse asansöre biniyorum. asansöre binenler gençse; bir elleri pantolon ceplerinde, bir kaşları kalkık oluyorlar. taşralıysalar; pos bıyıklı, tıknaz, pantolonları göbeklerinin altına düşmüş, önleri açık oluyorlar ve kasıtlı biçimde, kimseye önem vermez görünmek istermiş gibi, yüksek sesle konuşuyorlar. ben yine biliyorum ki, herkesin tavrı, kimseyi adam yerine koymama üstünedir ve şişkindir. ben hemen sigara kâğıdı gibi iyice yapışıyorum asansörün dip duvarına. "ben zaten yokum, dünyada mevcut değilim", diyorum. asansörden çıkarken kimse kimseye ne yol, ne selam veriyor. kimse de kapıyı arkadan gelenin suratına çarpmasın diye, usturuplu tutmuyor. ağıldan çıkar gibi çıkıyor öyle.
tarık bey sigarasının izmaritini tablada söndürdü: - akşam eve dönerken de yine aynı şey. kalabalığın bireyleri bıkıp usanmadan, "sen yoksun, yeryüzünde var değilsin", demeyi sürdürüp gidiyorlar. ben de "ben yokum, var değilim", diye mırıldanmaya devam ediyorum içimden. adam yerine konmamak insanın gücüne gider, değil mi? benim hiç gitmiyor. bir toplumun kendi kendini adam yerine koymamakta inatlaştığı dönemlerde, kimleri adam yerine koymaya kalktığını biliyorum çünkü.
tarık bey bir sigara daha yaktı:
- İstanbul bin beş yüz yıllık bir başkenttir, dedi. gönül bütün birikiminin, haliç'in dibindekilerden ibaret olmamasını isterdi.
çetin altan
👑 Ef.
şurada bi iki tane mezun olduğumu ögrenmeyen kalmış burdan da yazayım aaaaayhhh gideyim dağlara taşlara da yazayım mezun oldum. bağırın ulan ef. mezun oldu diyeeeee 😌
kanguru
arkadaşlar burada gönül işlerinde noktayı koyabiliyor musunuz. bakıyorum da yok şurada gördüm burada gördüm tutuyor mu bunlar. yoksa biz yemi atalım gelirse gelir durumunda mısınız?
mimarlique
sabahtan beri karın yağışını seyrediyorum, sakinleşmeye çalışıyorum, sakinleşemiyorum fakat sakinleşmem lazım sinirli olduğum anlarda kendime zarar veriyorum, hiç bir işten zevk almıyorum en kötüsü de yalnız kalıyorum. niye mi sinirliyim ne olacak, her zaman ki gibi sudan sebepler başkalarının benim hayatıma müdahale etmesinden, birilerinin benden çok şey beklemesinden ama bunu isterken beni düşünmemesinden, bu böyle gider. her zaman derim ben öğretmenlerle anlaşamıyorum diye çünkü kendimi onlardan daha çok tanıyorum ve en doğru kararı benim vereceğimi bildiğim için pek kulak asmıyorum sözlerine ama ne yazıktır ki hayattaki en büyük eğitmenim yani babamın da öğretmen oluşu ve mesleğinin hakkını vermesi benim sinirlerimi altüst ediyor az salın yani salın, şurada on gün tatilim var ki tatil demeye bin şahit ister o veremediğim bir dersin cefasını çekiyorum neymiş efendim benim artık sadece mesleğimi düşünmem gerekiyormuş neymiş o dersimi çalışacakmışım as lisedemiyiz kaldık kaldık, ezber yapmayı sevmiyorum yapacak bir şey varmı yok ee o zaman, yani anlayacağınız lise biteli onca zaman olmuş hala lisedeki eğitim sistemine göre yargılanıyorum ve birilerine olan saygımdan bunları içime atıyorum ne oluyor ağlıyorum arkadaşlar gururuma yediremediğim elden bir şey gelmeyen durumlarda ağlıyorum ben, yoksa geçmiyor, bu gidişle de hiç geçmeyecek gibi.
Sessizkadin 🕵️‍♀️
herkes biraz alışkındır diğerine. elimizde olmadan vicdan denen bir hisle doğuyoruz malum. fakat bazı insan nasıl oluyorsa bundan nasiplenememiş bir şekilde bizimle aynı havayı soluyorlar. günlerdir kar yağıyor. karşı sitenin çocukları gruplaşarak sürekli savaşma halindeler. bu kar gibi saf temiz savaşları bitince , karşılıklı birbirlerini ödüllendirip ellerinde olan poşet ve kızaklarla kayıyorlar beraber. 3 gündür de anneler bir akım başlattı her siteden bir kaç anne tencereyle çorba yapıp aşağı indirip bütün çocuklara tencere tencere çorba dağıtıyorlar . bende durumu evden 2 tencere mercimek çorbası inince öğrendim . hem çocuklar aç kalmasın hem birlikte oynasınlar diye . İşin diğer güzel yanı bizim çocuklar aralarına yakın bir gecekondu mahallesindeki çocukları da almışlar çorbaları ilk onlara veriyorlar hep . bu bahsettiğim topluluk ortalama 12-13 yaşlarında. haliyle kardeşimde bunların arasında günlerdir sokamıyoruz eve. ben penceremden bu bıcır bıcır minikleri izliyorum. kulaklığım , çayım , kahvem ... arada annem geliyor yanıma muhabbet ediyoruz. neyse konuyu dağıtmadan gelmek ve değinmek istediğim şeye geri döneyim. bu minik çocukların yaptığını bir çok yetişkin insan yapamaz umursamaz. birkaç gün önce televizyonda şans eseri gördüğüm bir haber , bu çocukları gördükçe aklımdan hiç gitmiyor, şayet sizde gördüyseniz hatırlayacaksınız. bir baba düşünün 40 lı yaşlarda ve yeni doğmuş bebeğini istemiyor . 40 günlük sabiyi ilk önce tüfekle vurup sonra denize atıyor. 40 yaşında insanların 12 yaşında çocuk kadar olamadıkları şu dünyada , bir sonraki gün için olan inancım ve umudum gün be gün sönüyor. herkes biraz alışkındır bir diğerine... kan çeker çünkü . demeyin sakın kan bağım yok diye. aynı ırkın kardeşleriyiz hepimiz , aynı yer yüzünün binlerce ortağı sahibiyiz. şurada hiç görmeden üzülebiliyorsak birine veya yardım etmek için bir kaç satır yazmaya ayırıyorsak vakit , gülebiliyorsak hiç tanımadığımıza bile en içten , alışkınız birbirimize. girdiğin zaman şu ana sayfaya aaa @ikizler bugün ne yazmış , @poseydon gene almış götürmüş bizi , @darkpassage olmasa neye gülücez , @thyke nin annesini yazdığı yazıyı okuduğumuz da bi kendi annemizi düşündüğümüzde , @enguzelmevsimim bizim yerimize tuttuysa günlüğünü ve biz okurken kendimiz gibi hissettiysek , , @alpheratz kendin gibi kabul edip okuyorsan sıkılmadan , @unni sohbetleriyle bu kadar ünlüyse ve sen bile bunu biliyorsan ve daha @su @kayipgalaksi @pandasever @mimarlique @zorakimühendis @chen @jom @ucuncunesilsaglikci ... daha nicelerini okurken sokakta görsen sanki ' ya günaydın @.......... kardeşim nasılsın ? ' diyecek kadar alışkınız işte. lütfen biz sokakları , parkları , ülkeyi , dünyayı, bu küçücük çocukları , kardeşlerimizi yetişkin olamamış yetişmeyenlerin eline bırakmayalım. İsmi geçmiş veya geçmemiş tüm arkadaşlar , tüm omü dedikodu kardeşleri hepiniz çok değerlisiniz...
endless
bir mide ağrısı ve krampı gecesinden herkese merhabalar. kanalıma hoşgeldiniz. ben endless. bu gün size mide ağrısı nasıl bir şeydir onu anlatacağım. bendeki mide ağrısı üşütmeyle oluşan bir semptomdur. bu ağrının tarifini şöyle açıklayabilirim; mideye bıçak saplanması, mide kaslarının kasılması, bi anda giren bir ağrı gibi bir şey.. her sene birisi ciddi olmak üzere en az 3 defa bu acıyı çekiyorum. ciddi olduğu zaman kıvranma dönemi ardından ilaç tedavisi.. bu seferki finallere denk gelerek sağlam bir kazık attı saolsun. derslerden kalırsam midemi aldıracağım. teşekkürler. kanalıma 👇şuradan abone olabilirsiniz. hoşçakalın.
endless
merhabalar.. yeni kullanıcı adım.. artık buradan yazacağım.. sizin anımsayacağınız kullanıcı adımda @ruhsuzum.. çıkış yapınca şifresini unuttum 😅 tamam gülmeyin ya allah allah.. (belkide isabet oldu ne bileyim) bu kullanıcı adımı daha çok sevdim. bu entryi yayalım ne biliyim afiş falan yapıp duvarlara asalım dadadadaann (şaka şaka) 😛😅
aslında başka bişey yazmak için gelmiştim de bu da aradan çıksın istedim.
yok yapamadım ya şurada tıkandım şuan yazıp yazıp siliyorum. neyse tekrardan merhabalar diyip ben kaçarmışım.. hadi beaay 👋😇
anonim
hadi ben iyilik yapar denize atarım, karadenizimiz var hemen şurada..!!! ankara'lı nereye atacak?
çorum'lu nereye atacak?
anonim
hayat biraz tuhaf hadi siz de kabul edin. öyle monoton falan değil; çok atraksiyonlu da sayılmaz. İlginç işte... hatta bazen gerektiğinden daha önemsiz olduğunu düşünüyorum. yaşadığım çevreye bakıyorum, insanlara bakıyorum, neler düşündüklerine, ne hakkında konuştuklarına, nelerle uğraşarak zaman geçirdiklerine vs.. gerçekten anlamsız geliyor. bir de birçok saçma nedenden dolayı kendimizi sıkıntıdan sıkıntıya sokuyoruz, sanki çok önemliymiş gibi. hele bir ilişkiniz varsa ya da yoksa da en azından birini seviyorsanız her hareketi sizi mağlup ederek stres koridorlarına havale edebiliyor. düşünün: evrende milyarlarca galaksi var ve bu galaksilerin her birinin içinde milyarlarca yıldız ve gezegen var, biz bu galaksilerin sadece birinin içindeki bir güneş sistemine bağlı dünya gezegeninde yaşıyoruz ve "of lanet olsun berbat bir hayatım var." diyerek aslında gayet sıradan olan yaşantımızı kendi kendimize girdiğimiz triplerle berbat hale getirmeyi başarabiliyoruz. sıradan dedimse bazı özel hususlar var, gerçekten olmaması gereken, olduğunda üzülmemiz gereken veya bir daha olmaması için çaba göstermemiz gereken... ( örneğin; bugün İstanbul'da yapılan terör saldırısında onlarca şehit verdik, onlarca yaralımız var. İşte bu gibi durumlarda ve yahut insan haklarına darbe vurulan konularda üzerimize birtakım görevler düşmekte ve bizim bu görevleri insanlık için yerine getirmemiz gerekmekte.) şurada hepimiz hepi topu 70-80 sene yaşayacağız maksimum. dolayısıyla bu kadar kısa bir süre için bu kadar can yakmak, kalp kırmak, üzmek-üzülmek, kimseyi sevindirmemek, gülümsememek, ağlamamak, koşmamak, dans etmemek, kahkaha atmamak, kitap okumamak, hiçbir şey öğrenmemek, düşünmemek ya da daha doğru bir tabirle bağnaz düşünmek saçma değil mi sizce de? hiçbirimizin hayatı berbat değil. ( tabi, ali ağaoğlu'nun çocuğu falan iseniz sıradan değil; uçuk bir şekilde üst sıradan bir hayatınız vardır muhtemelen.) yalnızca elimizdeki imkanlar dahilinde kendimizi mutlu etmemiz gerekiyor. birçoğunuz haberdardır; tek odalı bir gecekondu ve bir motorsikleti olan bir abimiz hayatını sahiplendiği sokak hayvanlarına adamıştı. o şekilde mutlu olabiliyordu. benim hayatımın anlamı bu diyordu. yağmurdan, kardan, kıştan koruyacak, başımı sokacak bir ev, bir yorgan, bir yatak ve en önemlisi onlarca sadık dostum var; başka neye ihtiyacım var? diyordu. İçime sıkıntı düştükçe açar izlerim ve çok sürmez, içime düşen sıkıntının aslında bir saçmalıktan ibaret olduğuna kanaat getiririm. başta da dediğim gibi, hayat çok tuhaf. kimi saraylar, köşkler, mal, mülkle mutlu olur ve bunlar olmaksızın asla mutlu olamayacağını düşünür; kimi de düşünceleriyle, dostlarıyla, yüreğindeki bir dolu sevgiyle bahtiyardır. ama her şeyden önemlisi, içimizdeki kinden, nefretten, merhametsizlikten, nezaketsizlikten kurtulup; adeta bir sevgi pıtırcığı demeyeceğim de, en azından merhamet duyabilen, saygı gösterebilen, duyarlı olabilen ve canlı cansız her şeyin hakkını gözetebilen insanlar olabilmeliyiz. bunu birkaç gün evvel şahit olduğum bir olay ve hayatımda gördüğüm en itici insana binaen yazdım. saygılar, sevgiler...
mejnunbey
abi cidden yeter şurada yok onu şu saatte şurda gördüm yazılarından gına geldi seven insan fedakarlıklar yapar gider cesaretini toplar konuşur gerekirse aylarca hatta yıllarca bekler sevdiği sevgilisi varmı diye ,varsada paşa paşa sevdasını kalbine gömer ama yok efendim şu saatte şurda gördüm üstünde şu vardı gibisinden tarifler çok yersiz kim bilir kimin sevgilisini kimin nişanlısını tarif ediyosunuzunda haberiniz yok ve son olarakta kendinizi bu kadar şartlamayın illaki birini sevmek hoşlanmak r11 de e1 de birini beğenmek zorunda değilsiniz aşk bu nereden geliceği belli olmaz mutsuzum aşık olmam gerek birisi olmalı hayatımda dersenizde kısa süreli mutluluk sonu hüsranla sonuçlanır istinasız o yüzden kendininizi bırakın kovalamayın hayatın zaten sizin için planları vardır o planlara teslim olun vesselam.
lifeee
şurada herkesin yazdığını okumaya çalışıyorum hepimiz aynı dertlerden yakınıyoruz aynı benzer olayları yaşayıp birbirimizi anlayıp yorumlar yapıyoruz ama gel gör ki okulda burası dışında sanki bu yazan kişiler bu okulda değil gibi ayrı bir soguksunuz neden?
aesthetic94
gelip burda şurada şu saatte gördüğüm x sıfatlı erkek / kız yazacağınıza gidin konuşun ve muhabbeti kurun. en fazla reddedilirsiniz. tuttuğunuzu koparın. aşk soyuttur ama somut yaşanır.
hobbasinay
gece gece ne kavga oldu ama ya ne tuhaf yerde oturuyoruz öyle neyse sevdim buraları bir twittera çok giriyorum birde buraya cok girer oldum herkes samimi ne kaldı şurada 11 gün sonra görüşmek üzere 😏😏

Selam Ziyaretçi

Gördüğüm kadarıyla henüz giriş yapmamışsın! Lütfen giriş yap, bekliyorum :)