Артем
hayata karşı duruşumu “ceren çay senin mi yavrum?” olarak değiştirmiş bulunmaktayım.
Kofte11
arkadaslar lutfen yardimci olur musunuz? istanbulda endustri muhendİsligi okuyorum yatay yecis yapİcam da 3.sinif olarak ortalamam 2.9 civarinda ama alttan 1 dersim var yatay gecisime engel olur mu?
E.Ç.
bugün bir devrimcinin fiziki olarak aramızdan ayrılışının 80.yıl dönümü saygıyla..
adanaball
countryball,polandball nedir?

countryball veya polandball ilk olarak 2009 yılında,
bir alman sitesi olan krautchan.net'te polonyalı bir kullanıcı tarafından ortaya çıkarılmış bir çeşit internet fenomeni ve karikatür akımıdır.
zaman içinde tüm dünya'ya yayılmıştır. karikatürlerde ülkeler bir daire şeklinde resmedilir ve üzerine o ülkenin bayrağı ile bir çift beyaz renkli göz çizilir.
kişiselleştrilen bu karakterler her milletten insanların anlayabilmesi için ingilizce'nin kırık bir versiyonunu (engrish) konuşurlar.
genellikle diğer ülkelerin klişeleri (stereotype), dış ilişkileri, politik ve askeri tarihleri ile dalga geçerler.
ayrıca ülkenin kendi gündemi de karikatürlerin konusunu oluşturabilir.
ball (bol) akımı başta yalnızca ülkeler ile sınırlı olsa da zamanla dinî inançlar, ırklar, şehirler, politik gruplar ve askerî kuvvetler de ball şeklinde resmedilip countryball akımına dahil olmuşlardır. son zamanlarda popilaritesi azalsa da yeni ve güncel içerikli sayfalar sayesinde meraklıları tarafından hala severek takip edilmektedir.
bimecnun
bu sabah bi tane kar yumağı geldi ayakkabımın bağını ısırıyor .ayağımı nere atsam oraya geliyor .bakıcısının yanına götürdüm .adam diyor ki oyun istiyor diyor .tabii ister de benim o hav havcıkla oynayacak vaktim yokki neyse teslim ettim bakıcısı olan adama ve yoluma devam ettim bu da güzel bi anı olarak belleğimdeki yerini aldı.ricamdır bakamayacağınız hiçbir canlının sorumluluğunu üstlenmeyin. ben mi ben kendime zor bakıyorum 😂
and he lived happily ever after
milano'da çalıştığı bir sırada köylüler leonardo'ya (da vinci) bir torba dolusu dağlarda buldukları deniz canlılarına ait kabuklar getirmişler. 1480-1515 yılları arasında bu konuda not defterlerinde yazdıklarından anlaşıldığına göre de cidden adam kendi de dağlara gidip inceleme yapmış, kabuk örnekleri toplamış dağlardan. tabi ilginç bir durumla karşılaştığı için bir bilim adamı merakıyla hipotezler üretip yahut başkalarının ürettiği hipotezleri yanlışlayarak olayı mantıksal çerçevede açıklama gayretine girmiş. genel itibariyle insanlar bu kabukların dağlara nuh tufanı sayesinde geldiğini düşünüyormuş, bazıları da tanrı'nın insanları kandırmak için bir oyun oynadığını denizkabuğu şeklinde taşlar yarattığını aslında onların sadece taş olduklarını söylüyorlarmış yahut cidden denizkabuklarını orada yarattığını. ama bizim leonardo durur mu yapıştırmış cevabı, birincisi demiş: "İlk bulduğumuz kabuklar dağda denizden 600 metre yükseklikte ve diğer dağlarda da aynı seviyede yer alıyorlar; ama kutsal kitapta yazdığına göre bu tufan 40 gün yağmur yağması sonucu suları en yüksek dağın 10 arşın üzerine kadar yükseltmiş. madem ki sular bu kadar yükseldi neden dağın zirvesinde daha yükseklerde kabuklar yok da 600 metreden daha az seviyede yer alıyorlar? velev ki bu yağmur en yüksek dağın 10 arşın üzerine çıkardı su seviyesini; dünya küre şeklinde olduğuna göre sular merkezden her yönde eşit yükseklikte olacaktır ve artık suyun akabilecek bir yönü kalmayacaktır, yalnızca yukarı yönde gidebilir o da buharlaşarak, bu mümkün müdür? acaba tufan kutsal kitapta yazdığı gibi tüm dünyayı kaplamamış mıdır? yağmur yağarak oluşan bu tufan adriyatik denizinden 400 km içeride bulunan lombardiya'daki dağlara bu ağır ve suda batan denizkabuklarını getirebilir mi? kendileri gelmiş olsalar 400 km'yi 40 günde gelebilirler mi? ayrıca burada 4 farklı katmanda bulunan kabuklar var, buna göre farklı zamanlarda farklı tufanlar mı olmuştur? yalnızca kabuklarla da kalmıyor, nasıl oluyor da dağların yüksek zirvelerinde büyük balıkların kemikleri de bulunuyor? bu hayvanların denizden bu kadar uzağa tufan tarafından getirildiğine ısrar edenlerin saçmalığı ve aptallığı ortada. birtakım cahiller de tanrı'nın onları bir takım kutsal etkilerle burada yarattığını söylüyor; sanki biz boğaların yaşlarını boynuzlarına bakarak, ağaçların yaşlarını dallarına bakarak ve salyangozların yaşlarını yıl ve ay olarak kabuklarına bakarak anlayamıyoruz. bu kabukların ilahi güçlerin olası etkileriyle orada yaratılmış ve hala yaratılmakta olduğunu söylüyorsanız, böyle bir düşüncenin biraz mantık sahibi bir beyinde yeri olamaz, çünkü geliştikleri yılların sayısı kabuklarında yazılı ve büyükler ile yavrular bir arada görülmektedir. ancak onlar yiyecek olmadan büyüyemez, hareket olmadan da beslenemezlerdi -halbuki böyle bir ortamda hareket etmeleri olanaksızdı."

ressam, heykeltraş, mimar, mühendis; en önemlisi adam bilimadamı abi, bilim adamı. bu adama hayran olmamak elde değil.
ucuncunesilsaglikci
bundan yaklaşık olarak iki yıl önce çok zor bir dönemden geçmiştim. İşte o zamanlarda dost bildiğim insanlar çok seçici bir elekten geçtiler ve birçoğu elendi. şimdi de yine zor günler yaşıyorum; o zamandan bu zamana elenmeden kim kaldıysa hala yanımda onlar-bir de ek olarak sevgili yol arkadaşım, canım mavim 💙- var.
Eleni
bilir misin, bilmem. şimdiki dönemlerde devam ediyor mu ondan da emin değilim. seneler önce(bizim zamanımızda yani) misafir öğrenci olayı olurdu. farklı şehirlerdeki öğrenciler değişim programıyla gelir, kendilerine şehir tanıtımı yapılırdı. üniversitede olmuyor bu olay, ilkokul yıllarına ait. ben fevri ve asi çocuk! değişim programından gelecek bir öğrenciyi konuk olarak almaya razı gelmişim. gün veriliyor, ne zaman geleceklerine dair. heyecanlanıyoruz, daha önce böyle bir şeye tanıklık etmemişiz tabii. aklımda dolaşan oloğanüstü hikayeler, kalıcılık yaratma çabaları. bir bir diziyorum kafamda derken, beklenen zaman gelir. gönüllü öğrenciler kamelyanın etrafına toplanmış misafir öğrencileri bekliyoruz. önümüzden bir düzineden fazla farklı öğrenci geçiyor müdürümüz ile birlikte. kafada binbir soru. (acaba hangisine tanıtacam?) aralarından birini pek sevemediğim için umarım bana o gelmez duaları. ön yargı işte. derken bana tontiş bir bağyan denk geliyor. yaşça büyük ablamız benden. tutuyorum elinden(lafın gelişi), götürüyorum eve. kadın anam mis gibi yemekler yapmış, afiyetle mideye indiriyoruz. konuşup hem heycanımı kırmaya çalışıyorum, hem de tanımaya çalışıyorum. o gün epey bir eğlenceli oluyor ve saati geldiğinde vedalaşıp yarın tekrar bir araya gelmek üzere ayrılıyoruz.(yarın alacam seni tamam mı? bekle beni.) yarın olması için uyumaya çalışıyorum bir an önce, uyumak ne mümkün. en son dalıyorum uykuya. sabah saate bakıyorum, evet söylenen saat. sorun yok gecikmeyecem diyorum kendimce. çünkü erkenden kalkmışım, imkanı yok geç kalmamın. babam geliyor yanıma, saçlarımı okşuyor. bakıp gülümsüyorum. gezerken arkadaşımla bol bol fotoğraf çektirmemiz için fotoğraf makinesi almış. hem de dijital. gözlerimin içi parlıyor, o zamanlarda kameralı telefonlar da yok. uçuyorum sevinçten. ansızın bizimkilerin telefonu çalıyor, erkene almışlar öğrencileri alma saatini. nefes nefese dimdik yokuşu koşuyorum, yetişemiyorum. yetmeyen nefesimle sadece sessizliğin kaldığı kamelyaya bakıyorum. okul hemen buluşma noktasının yakınında bir umut belki orada toplanmışlardır diye, tam soluklanamadan oraya gidiyorum. yoklar. pes etmiyorum, inatçıyım. müdürümüzün evini biliyorum, kızı da bizim okulda. oraya gitmek için yola koyuluyorum son çare. tükenmiş bir nefesle çalıyorum kapılarını. diyaframımdaki sancı yüzünden bir araya getiremiyorum kelimeleri, "öğretmenim erken, öğretmenim yetişemedim" anlıyor ne demeye çalıştığımı. müdürümüzün arkasında kızı beliriyor, kızının arkasında misafir arkadaşım. anlıyorum ki ben yetişemeyince müdürün kızı almış arkadaşımı. sesim kesiliyor, ayrılıyorum kapıdan. koşa koşa çıktığım yokuşu ayaklarımı sürüklercesine küçük adımlarla ağlayarak iniyorum. eve varmama yakın siliyorum gözlerimi, ne fayda kıpkırmızı olmuş bir kere. eve varıyorum, annem açıyor kapıyı. tutamıyorum kendimi ağlayarak anlatıyorum, babam ağlama diyor, olurmuş böyle şeyler. neden ağlıyorsun ki diyor. sarılıyorum, içimde yara olarak kalan bu anıyı hatırladıkça cevap bulabiliyorum babamın sorusuna frank. nedeni arkadaşıma yetişememiş olmam değil de, babamın düşünceli davranak aldığı o fotoğraf makinesine ilk anım olarak istediğini ekleyememiş olmammış.
ladylazarus
stefan zweig ve o dönemdeki insanlar uçağın icadıyla çok heyecanlanmışlar. zira uçakların, kaosu yaratan sınırları aşıp, ortadan kaldırarak barışı getireceğine inanıyorlarmış. aynı nesil, huzur getireceğine inandıkları o uçakların bombalar bırakıp, ülkeleri yerle bir ettiğine şahit olmuş.

ben de bazen tam olarak böyle hissediyorum, sınırlarımın aşılıp, değer verdiğim şeylerin infilak ettiğine şahit oluyorum.

camus' un aklımdan hiç çıkmayan satırları dönüyor beynimde : '' bir akşam, dalgın dalgın hoş bir kitabı karıştırırken, bir an bile duraksamadan: ' tutkulu ruhların çoğunda olduğu gibi, hayattaki inancının tükendiği an gelmişti. ' cümlesini okudum. bir saniye sonra, cümle içimde bir kez daha yankılanıyordu ve gözyaşlarına boğulmuştum. '' işte tam böyle bir anda, ağzınıza aldığınız bir yudum suyu, yüzünüzü kapatıp, defalarca denemenize rağmen yutamayışınızı nasıl açıklarsınız insanlara ? hıçkırıklarını tayin edemeyecek denli acılarından korkan insanlar bilemez yutkunmanın esasında bir savaş olduğunu. oraya buraya iliştirdiğim cümleleri , bana ait bir defteri yanlışlıkla eline alan insanlardan canhıraş saklamanın aciziyetini nasıl anlatırım ? en mahrem gizlerimi bilecek, benim gördüğüm gerçeği göreceklerini sanırım. oysa tüm mahremiyeti cümleleri olan bir insanın gizlerini kavrayamazlar.

insanların hüzünleri ve mutluluklarının sahteliği ve basitliğiyle afallıyorum, bu yüzden uzun süredir cümleleri yalnızca o an ' öyle söylenmesi gerektiği ' için kuruyorum. karşımda duran insanın ruh halinin bende yarattığı kayıtsızlık düşüncelerimi ve cümlelerimi engelliyor, içinde bulunduğum duruma vereceğim karşılığı yerine getirmeye zorluyorum kendimi. hatta bu bazı zamanlar o kadar suni bir şekilde gerçekleşiyor ki, cümle dahi kurmadan birkaç mimik ve belki bir sarılışla geçiştiriyorum. bu kayıtsızlık bir yandan beni memnun ediyor, gerçekleşmesi adına çabaladığım birkaç hayalim var , zamanımı ve düşüncelerimi bunlar için harcamayı yeğliyorum. bununla birlikte günlerim, her biri bir başka duyguyu yansıtan kendi portrelerim arasında hangisinin ben olduğuma karar vermekle geçiyor. bir sonuca varamıyorum zira hepsi benim. nitekim bu da bir sonuca tekabül etmiyor ve hepsi birleşip yalnızca bir silüet oluşturuyor. her gün görüp, derisinden öteye geçemediğimiz herhangi bir yüz.. herkesin gerçeğini ve acısını taşıyabiliriz fakat kendi gerçeklerimize vakıf olmanın acısını taşıyamayız. insanın kendini salt aynada görebilmesinin sebebi bu sanırım. ' kim kurtaracak beni var olmaktan ' diye fısıldıyor yazar.




aynadakinin çilleri var, benim yok.
ladylazarus
geçen gün üşümüş bir şekilde eve koşup yatağıma sığındım. dalmışım, bir ara kolumu yorgandan çıkarmışım ki üşüyerek uyandım. o uyku ve uyanıklık hali arasında üşüyen, açlıkla sınanan insanlarla sızladı kalbim. bir şeyler yapılmalıydı, büyümeyi hiç bu kadar istemedim. ertesi gün soğuktan donarak ölen iki askerin haberiyle sarsıldım. diyor ya cansever : ' gülemiyorsun ya, gülmek bir halk gülüyorsa gülmektir, ne kadar benziyoruz türkiye' ye ahmet abi. ' tıpkı böyle işte..
dün gece oğuz atay' ın babama mektup parçasını yeniden okuyup dinledim. ' korkuyu beklerken ' kitabında yer alan bu hikaye, oğuz atay' ı en iyi anlatan parça sanırım. karalama defterime istemsizce kolomon moore' nin sadist kadınlarının arasında venüs' ü yerleştirdim hikayeyi dinlerken.

onun ruhunu kendiminikine benzetmişimdir daima hakkım olmayarak. yıllar evvel bu parçayı okuduğumda sahiden de ne kadar yakın olduğumuzu idrak etmiştim. sonraları daha bir şefkatle öptüm fotoğrafını. ben de babasına kızgın çocuklardan biriydim. büyüdükçe esasında ne kadar benzediğimizi, sahip olduğum tüm güzel duyguları ondan aldığımı fark ettim. en acısı kötü yönlerimin de onunkiyle benzeşiyor oluşuydu benim için. anlayıp, affetmek büyümeye delalet sanıyorum. onu affettikçe mi anladım, anladıkça mı affettim bilmiyorum fakat ilk kez birinin özlemiyle ağladım. benzeşmek her zaman o kadar iyi değil, ikimiz de duygularımızı belli etmek konusunda beceriksiziz, üstelik yabancıymışız gibi büyümüşken ben, her şey daha zor oluyor. babamı çok özlüyorum ve yanındayken içimden geldiği gibi sarılamıyorum ona, ne tuhaf bir duygu. diğer insanları tanıdıkça ona sarılma isteğim artıyor. pamuklara sarılarak büyüyen biri olmama rağmen hiçbir zaman korunmaya ihtiyaç duymadım. yeri geldi kavga ettim, yeri geldi bile bile başımı belaya sokmaktan çekinmedim. tüm arkadaşlarımın karşıma dikildiği o gün dahi eğilmedim. dün o parçayı dinledikten sonra aslında ne kadar küçük olduğumu gördüm. huzur çok farklı bir duygu, yaşamdan mutluluk istemiyorum zira mutluluk bencilce gelmiştir bana hep. mutlu olmak zorunda değilim fakat huzurlu olmak istiyorum. etrafımda benimle ilintili fakat asla bana ait olmayan binlerce sorunun ve insanın arasında çekiştirilirken, gülümsemekle yetiniyorum. kimseye karşı öfke duyamıyorum zira herkes bir yerinden haklı. bağışladıkça kalbindeki yük hafifliyor insanın, son yıllarda bunu adet edindim. karşıma çıkan her insan bir farkındalık bırakıyor ve insanın, salt sahip olmak isteyen, gördükleri ve duyduklarıyla yetinen ucuz bir yaratık olduğu idrakiyle aradığım huzura bir parça sahip olarak devam ediyorum yaşamıma. bir an önce ideallerimi gerçekleştirip izole bir yaşam sürmek istiyorum. bunun için çalışmak güç veriyor bana. bir süredir iş arıyorum fakat ailem buna pek sıcak bakmadığı için, daha ziyade hedeflediğim şeylerin bir kısmını gerçekleştirmek adına para biriktirebileceğim kısa süreli işler bakıyorum. umarım en kısa sürede bu sorunumu da halletmiş olurum.

uzun ve dağınık oldu fakat insan her zaman bu tür şeyler paylaşacak gücü bulamadığı gibi, anlaşılmaya insan da bulamıyor. muhtemelen burada da okunmayacak bir yazı fakat paylaşmak bir miktar da olsa rahatlatıyor insanı.

oğuz atay' ın mektubunu bırakıyor, iyi geceler diliyorum.




işte bütün terakkinizi gördüm ve aslıma rücu ediyorum.
iyikalplipsikopat
katiller ve iyiler

hicbir kotuluk bir insanin ruhunu, umutlarini, yasam enerjisini oldurmek kadar buyuk olamaz.yasam enerjinizin yavas yavas kemirilmesi icten ice umutlarinizin sonmesi ve sizin her gun hayallerle yalanlarla inanclarla umutlari yeniden canlandirmaya calismaniz..

bir zorbanin pisligin igrenc yaratigin boyundurlugu altinda yapilan itaatin sebeb oldugu esaret yavas yavas yakarak kirarak parcalayarak mahveder ruhu ve ruhtaki tum umutlari isigi enerjiyi.yasamak ve hayatta kalmanin farki budur zaten.olu ruha sahip umutsuz hayalsiz enerjisiz beden hayattadir ama canli bir ruha sahip canli bir beden yasiyordur

cok iyi saf kalpli bir cocuk dahil herkes kendisine vurana geri vurmak ister.bu icguduseldir savunmaktir.size hakaret edildiginde sizde kendinizi savunur size vurana sizde vurursunuz.1 vurana 1 kez aynu siddette vurmak dengeyi saglar.

peki ya 100 vurana 1 kez bile vuramamak?1000 hakaret edene 1 kez bile hakaret edememek tiksinsenizde nefret etsenizde itaat etmek?iste bunu yasamayan anlamaz.1 kez vurmak yetmez parcalamak kirmak yok etmek istersiniz sadistlik icinize isler hayallerinizi ele gecirir o nefret ve ofke icinizi sarar.merhameti duygulari insan olmayi unutursunuz hayal gucunuzde onemli olan tek sey karsinizdaki tum bunlata sebeb olanlarin cektigi acidir.icimdeki savasin tum sebebi tam olarak bu.

hayir aslinda psikopat degilim empati yapabiliyorum baskalarina karsi kibar ve iyi olmaya ozen gosteriyorum insanlari sevebiliyor saygi duyabiliyor sinirlarimi biliyorum.kolelik-itaate dayanan zararsiz, rizaya dayanan cinsel fetislerim disinda vicdanli iyi bir insanim.ama ayni zamanda bir sadistim

itaat etmek zorunda oldugumda, stres altina sokuldugumda, gucsuzlugum hissettirildiginde sevdiklerimin uzuldugunu ezildigini gordugumde bunlara sebeb olanlarin olabilecek en kotu fiziksel duygusal acilari cekmelerini istiyorum hicbir sey umrumda olmuyor.sadistligimin sinirlari yok.

ve neredeyse her gun icimde bu savasi veriyorum.vicdanim her gun tetiklenen nefretimi yenmeye cabaliyor hemde umutlari hayalleri yasam enerjisi yeni iyilesen yillarca komada kalmis bir ruhla bunu yapmaya calisiyor
Calimeroo
herkese yeniden merhaba...
bir saat kadar önce aldığım bir mesaj münasebetiyle siteye geldiğim ilk günden bugüne neler yaşamışım, neler yazmışım şöyle bir gözlerimin önünden geçti. bir hatta iki önceki versiyonunu görme şansı buldum sanırım sitemizin. son radyo yayınlarına denk geldim, sabahladım. çok güldüm, çok eğlendim ben bu sitede...gerçekten minnettar olduğum bir şey de edindiğim arkadaşlıklar, dostluklar oldu. sanırım bir dönem hepimizin birbirini daha iyi tanımasına ve hatta buluşmasına vesile olan "dm"in hakkını yiyemeyiz bu konuda. her şey daha dün gibi aslında ama bir o kadar da uzun zaman geçmiş üstünden...siz bu siteden ne beklediniz, ne elde ettiniz bilemiyorum ama ben beklemediğim kadar güzel insan kazandım. bazılarıyla aramızda kilometreler, bazılarıyla metreler olsa da... sadede gelirsek burası bir kısmınızın sayesinde benim için bir aile olduk diyebileceğim bir yer haline dönüştü. umarım beni tanıyanlarınız için de sizi kırıp gücendirmediğim; iyi bir site sakini, iyi bir omüdedikoducu, iyi bir arkadaş, iyi bir dost olabilmişimdir. anonim oluşunuza güvenip saçma sapan, rahatsız edici şeyler yapmak yerine espri anlayışınızı, iç dünyanızı, olduğunuz kişiyi doğru aktardığınız müddetçe asla bulamadığınız kafa dengi insanları burada bulmanız uzun zaman almayacaktır. umarım yeni gelenler ve hala burada olanlar için hayatımızın sonuna kadar güzel bir hatıra olarak kalmayı sürdürür omüdedikodu, kendinize çok iyi bakın.
vackheriff
evet genel olarak canımız sıkılıyor. İçimiz darlanıyor. hatta bugün benim kalbim ağrıyor. duygusal mıdır yoksa gerçekten bir rahatsızlığım mı var bilmiyorum, ama prensip gereği ölmedikçe doktora gitmiyorum. bazen durup diyorum ki insan insana bunu yapar mı? neden yapar? 20 küsür yaşındayken henüz, bunca yorgunluk, kaygı. özgürce sevebilmek, ve bir şekilde sevilmek istemek niye? anneniz babanız sizi sevmedi mi? evet. bazen hayat avucumda bir çay tabağı oluyor. öyle düz, öyle basit ve küçük. bazende bir çay okyanus oluyor, kendi deryalarında bilmem kaç defa seni boğuyor.

neşet ertaş-karlı dağlar eşliğinde (gönül yarası filmi)
ikizler
mutlu geceler gençler. nasılsınız. bu yazıyı yazmak için 3. denememizi yapıyoruz şu anda ömürevleri sahilindeki iskelede. her seferinde yazmaya başlıyoruz ve yurtlarımızın kapanma saati geldiği için yurtlarımıza geri dönmek zorunda kalıyoruz. ama bu gece kararlıyız. bu yazıyı yazıp yolla gitsin butonuna basacağız. yazının başından beri 1.çoğul şahıs ile yazıyorum, fark etmişsinizdir illa ki. çünkü bu yazıyı, size taa ilk dikkatimi çektiği günden beri anlattığım, sonra hayatıma girmesiyle kalbimin sultanı olan hanımefendi ile yazıyoruz. şaka maka tam 1 yıl 4 ay olmuş hanımefendinin hayatıma girmeyi kabul edişi. zaman çok hızlı akıp gidiyor gerçekten ama bu hızla akıp giden zamanın içinde hızla artıp çoğalan şeyler de oluyor. aşk gibi, bağlılık gibi, mutluluk gibi, huzur gibi. eğer gerçekten hayallerinizdeki kadını hayatınızın bir parçası yaptıysanız dünya çok farklı bir hal alıyor. herhangi bir sözünü bile delicesine seviyorsunuz mesela. bir bakışına kurban olacak seviyeye geliyorsunuz. gününüzün herhangi bir saniyesinde size bir defa gülümsemesi tüm modunuzu değiştirebiliyor bir anda. bazen telefonu alıyorum elime. üstte bir mesaj olarak ismini gördüğümde bile öyle mutluluk doluyor ki içim. bunları ne kelimelerle ne de başka bir şeyle anlatabiliyor insan. uzayıp giden sohbetlerin, birlikte dinlenen şarkıların, adım adım yürünen yolların, sessiz sedasız izlenen yıldızların, birlikte dalınan hayallerin, gündüzünde olduğu gibi gece de rüyalarına gelmenin, bir kitabı beraber karıştırmanın, aynı şeyler uğruna beraber savaşmanın ve daha bir çok şeyin en güzel halini yaşıyorum yanımda duran, içimi aşkıyla dolduran hanımefendiyle. her ne kadar kelimelerle anlatamıyorum desem de insanın anlatmaya başladı mı durası gelmiyor hiç. size son bir şey daha söyleyeyim dostlarım. hayatınıza hayat olacak kadınları/erkekleri delicesine sevin. hayat karşılıklı yaşanan bir aşkla gerçekten çok güzel bir hal alıyor. ahh yahu. biz bu sene baya yoğunuz. bu sene son senesi olan bir ikizler var karşınızda. hazırlık ile başlayan serüven 5.yılında son buluyor artık. tabi son yılımızda şöyle samsunun tadını çıkaralım, gitmediğimiz yerlerine gidelim, yapamadığımız şeyleri yapalım desek de önümüzde koca bir engel var. kpss. evet her son sene öğrencisi gibi ben de kpss çalışıyorum. hem de deliler gibi. normalde ders çalışmaya karşı olan ikizler şimdi biricik yarine kavuşabilmek için delicesine ders çalışıp gün sayıyor. kitaptaki sayfaları 30'ar 40'ar çalışıp çalışıp bırakıyor arkasında. benim bir huyum var. bir şeye motive oldum mu ondan başka şeyleri görmüyor gözüm. elde edesiye kadar çalışıyorum. ama bu uzun süreli bir maraton olduğu için diğer şeyleri de ihmal etmiyorum. gezginle yolculuklarımız, okuduğumuz kitaplar, yarimin yanında ve kelimelerinde huzur bulmam ve daha bir çok şey. siz de dua edin de bir an önce, hayırlısıyla kavuşayım hayallerime. şimdi iskelede otururken de eğlendik baya. ben yazarken yarim çayımı tutuyor. bey içer misin diye soruyor. ben de gülüp, allah razı olsun hanım deyip içiyorum çayımı. pastoral bir hikayeyi canlandırıyor gibiyiz adeta, hoş gülüşler arasında. ben uzun zamandır yazmayınca yine uzattıkça uzattım sanırım. aslında yazacak daha da şeyler vardı. neyse yahu daha sık uğrarsam bu sorunu çözeriz sanırım. hepinize mutlu geceler dostlarım. rüyalarınızda sizin hayatınız olacak yarlerinizi görün. bize de dua edersiniz hem... :)
hennessy
bugün yeşilyurt özsütte biraz oturalım dedik arkadaşlarla bir çaya 5 lira ödedim ulan 5 lira nedir allahsızlar artık oraya garson olarak girerim
imaginary
kafka kafka dediler merak edip alıp okudum (pardon okumaya çalıştım) bu zamana kadar okuduğum en vasat yazar(tam olarak yazar da sayılmaz çünkü; max brod adlı arkadaşı kitaplarını tamamlayarak basıma vermiştir) gerçekten bu yazarı okuyup beğenenler var mı ? bi aydınlatın benii ?!
atakumduyuyor
merhabalar
bizler omü engel tanimayanlar topluluğu olarak işitme engelli bireylerin gündelik yaşamda karşılaştığı zorlukları aşmalarına ve duyabilen konuşabilen insanlarda işitme engellilere yönelik farkındalığı artırmak bunu üniversiteden başlatarak tüm samsun'a yaygınlaştırmak, bilgiye erişim haklarını güvence altına almak ve iletişimde engellerini kaldırmak adına çalışmalar yapmak hedefiyle kurulacağımız günü heyecanla bekliyoruz. bu süreçte bizimle beraber hareket edecek gerek yönetim gerek tanıtım gerekse düzen oluşturma anlamında bizlerle hareket edecek ekip arkadaşlarımızı arıyoruz. sen de bizimle hareket etmeye varım diyorsan bekliyoruz :)
vackheriff
mezun olduğuma memnunum. bir bok başarmış olmaktan çok birçok bokla muhatap olmama durumu beni memnun ediyor. genel olarak bu ara gördüğüm, insanlar bir şekilde gerçekliğe, yalansizliğa, çıkar ilişkilerinden uzaklaşmaya çalışıyorlar. umarım bu da modanın çember çizmesi gibi bir süreç değildir. ve yine umarım ki bu toplumsal bir kopya hareket değil her bireyin kendi oluşturduğu doğrulardir.
Zeze

İnsanlar, insanlar yerine artık sevecek başka şeyler arıyorlar, uzaktan sevecekleri şeyler. mesela köpek. köpeği ne kadar yakından tanıyabilirsin ki ? köpek sana seni sevdiğini nasıl anlatabilir ki ? köpeğin hergün yanında da olsa uzaktan seversin ve bu can yakıcı noktaya doğal olarak gelemez. çocukları seversin, hastanede ziyaret ettiklerini mesela. ne kadar yakından sevebilirsin ? çok severbilirsin ama yakından olmaz. ya da huzurevindeki yaşlıları, uzaktandır. İnsanlar uzaktan severse mutludurlar. ne zaman yakından sevmeye başladık, canımızın acısı hafiften hissedilmeye başlar. yani yakından sevmeler bitirir bizi. o yüzden hep mesafe insanı korur diye düşüneceğim galiba. saygılar sevgili dedikodu ☺️
Артем
dürüst ve net bir günahkar,olarak tanınmayı,”sosyal maske” adı altında iki yüzlüce davranıp yalan konuşan yozlaşmış birisi olarak tanınmaya yeğlerim

Selam Ziyaretçi

Gördüğüm kadarıyla henüz giriş yapmamışsın! Lütfen giriş yap, bekliyorum :)