themuallim
selam, 3 ayda bir selam verip gittiğimi fark ettikten sonra bu gönderiye selam diyerek başlamak istemezdim ama üzgünüm yapmak zorundayım.. naber? ben iyiyim, canım karadenizime saygımla geldim. malumunuz tatil, bu öğretmenler de devamlı yatıyo kardeşim.
onun dışında da ekmeğimizin peşindeyiz, aşığız, yuvarlanıp gidiyoruz ama benim size çok mühim bir şey danışmam lazım!
henüz orta doğu ve balkanlar’ın olamasa da öğrencilerim tarafından güneydoğu’nun en tatlı matematik öğretmeni seçildim (evet tarafından). ama artık kendimi güncellemem lazım, koltuk elden gidiyor, çok zor durumdayım arkdşlr :( bulduğum her cevapta 40 yapar!!! diyerek çığlıklar attığım için sınıflardan faraşla atılıyorum, espri anlayışım iran’a gitti 10 gün yok. bu yolun sonu “dedim dedim inanmadınız bakın noldu şimdi :d”ye varacak diye korkuyorum, çığlıklarrrr yardım çığlıkları. beni şöyle bi güncelleyiverin. bu konuda en başta limos’a güveniyor, hepinize sevgiler diliyorum. şuan için nil anka, şaka mııığğğ?, yakışıklı güvenlik cepte. kendime inanıyorum, go girl✊🏻
soulless
politika faizinin %14 den %13'e düşmesinin huzur, ferahlık ve huşu'su içinde uyudum dün gece. günahlarımızdan kurtulduk çok şükür. kendimi melekler tarafından cennet ırmaklarında 40 kez gusül aldırılmış gibi günahsız hissediyorum.
thor
konserler bedava olduğu için mi bu kadar kalabalık? bizim insanımız bedava olan şeyleri görünce neden kan kokusu almış köpekbalığı gibi üşüşüyorlar? bezer bir örnek ise bayramlarda toplu taşımanın ücretsiz olduğu zamanlar. 19 mayıs akşamı tramvayın içine pirenin bile giremeyeceği boşluğa binmeye çalışan insan gördüm. belki psikolojik olarak zaten aşırı pahalı bir ekonomiden dolayı insanlar ücretsiz şeylere sahip olabilme isteği yüzünden böyle davranıyorlardır. ama hayat pahalılığından şikayet etmeyen insanların bedava şeylerin dibini sıyırmak istemesi daha büyük bir psikolojik sorun değil mi? ama asıl yapmak istedikleri şey -bence- o konserde olmak, olduğunu sosyal medyada paylaşmak ve o anı yaşadığı için övünüp diğer insanlar tarafından övülme/beğenilme isteği. şuanki z kuşağı teknoloji ve sosyal medyayla iç içe doğduğu için onlarda bu sıradan bir davranış şekli olabilir. ama 30 yaş üzeri insanlar sosyal medyanın olmadığı dönemlerde her giydiği kıyafeti her yediği yemeği her yaptığı sporu etrafındaki insanlarla şuanki kadar çok paylaşıyor muydu? bilinen en eski "story" modası sanırım msn'deki durumum adlı bölümdü. onu bile güncellemeyen insanlar nasıl günde onlarca story atar hale geldi? ve son olarak olan bayülgen'nin dediği gibi "bu ülke 3 tarafı denizlerle çevrili koca bir akıl hastanesidir."
Nunu 777
yolda biriken suların arabalar tarafından yayalara fışkırtıldığı mevsim is coming...
miyav
merhaba. @mayk tarafından sahiplenildim. sevgiye ve şefkate ihtiyacım var. sitenizin evcil hayvanı olarak her an bir köşeden çıkabilirim. sevin beni olur mu?
~miyav
Mona lisa
sümeyye boyacı kadınlarda 44.74'lük derecesiyle gümüş madalyanın sahibi ve ikinci , aynı yarışta sevilay öztürk 50.54'lük derecesiyle 8'incilik elde etti. beytullah eroğlu 50 metre sırtüstünde 39.84'lük derecesiyle yarışı 6'ncı sırada noktaladı.
bakın bu insanlar doğuştan kolları olmayan, insanların tarafından hiç birşey yapamayacaklarını düşünülen insanlar. ama onlar dünya şampiyonu ve gururumuz gencecik çocuklar. sümeyye boyacı 'nın resimde ki başarıları sergileri de beni çok etkilemişti. onlar gerçekten başarmak isteyince hiç birşeyin engel olamayacağını bize gösteren insanlar. gerçekten başarmak isteyince oluyor. kabul etmek gerekir ki biz tembel insanlarız. başarmak için çok çalışmak ve azim etmek gerekiyor. onlar başardılar. böyle başarıları görmek gururlandırıyor. çok ünlü şarkıcılar ile tanışmak değil , böyle başarılar elde etmiş insanlarla tanışmak isterdim. İnşallah nicelerini görürüz. ve bizde başaran insanlar arasında olabiliriz.
Le Petit Mami
mami ve alıntı serisi bölüm 2:

"çölde kaybolmak korkutuyor mu seni! bilgeler burada bulmuştur kendilerini. bulmak için kaybolmak gerekir, sen de biliyorsun bunu.

neden çölü tercih eder bilge olmak isteyenler, düşündün mü bunu hiç?

çöl; en sert, en büyük kayayı bile kuma dönüştürür. çünkü kaya değişmek istemez. gündüz sıcaklığa alıştığından gece soğuğu kabullenmez. bu ahmaklığı yüzünden un ufak olur. rüzgar tarafından sağa sola savrulur sonsuza dek.

direnmek her zaman asilce değildir. su nasıl akmayı bıraktığında gücünü kaybediyorsa devletler ve insanlar da değişime ve ilerlemeye karşı koyduklarında un ufak olurlar.

bilgeler çölde anlar dikbaşlı ve katı olmanın ne kadar aptalca olduğunu. "
Uyku
mezunlar için yine okulumuz tarafından düzenlenen bir buluşma var.
bu sayfadan gelecek olanlar, lütfen üzerinize bir etiket yapıştırıp nickinizi yazın ki anonimliğiniz bozulmasın.
Akıncı
“hoşlanmak” ile “sevmek” arasındaki fark
buda tarafından güzel bir dille cevaplanır:
“eğer bir çiçekten hoşlanırsanız, onu kökünden/dalından koparırsınız.
eğer bir çiçeği severseniz, onu her gün/düzenli olarak sularsınız.”
Артем
son 10 yıldır mizantropist olmamak için bir sebep göremiyordum aksine hep destekleyecek olayları yaşayıp gözlemliyordum,son zamanlarda mizantropik bakış açım inanılmaz derecede güçlendi.İnsanın ne kadar şerefsiz ve yoz bir canlı olduğunu anlamak için günümüzdeki atların soyuna bakmamız bile yeterlidir
günümüzde yaklaşık olarak 600 at ırkı varken sadece 2 at soyu vardır. bunlardan biri bildiğimiz evcil at ve nesli tükenmekte olan przewalski atıdır.insanlar tarafından yaptırılmış aşırı yoğun üreme nedeniyle evcil atların genetik çeşitliliği tüm zamanların en düşük seviyesindedir.yoğun üreme derken şaka yapmıyorum bu öyle bir üreme ki dünyadaki tüm erkek safkan atların %95’i darley arabian adlı atın soyundan geliyor.aşırı yoğun çiftleştirmeye bağlı olarak genetik çeşitlilik azalır bu düşük genetik çeşitlilikde genetik hastalıklara yol açar,miyopati ve gece körlüğü gibi genetik hastalıklardan etkilenen atların genetik çeşitliliğinin korunması gerekir aslında her canlının korunması gerekir çünkü düşük çeşitlilik genetik hasara yol açar bu da bir sorundur.bu genetik hasarın insanlar tarafından bilinçli ve kasti bir şekilde yapılması ise kabul edilemezdir tamamen keyfi sebeplerle yapılmıştır.neyse çok uzattım toparlamak gerekirse insanlar şerefsizdir,yaşasın mizantropi ve mizantropistler!

olurda birisi okumak isterse diye makaleyi de buraya bırakıyorum

https://doi.org/10.1016/j.cell.2019.03.049
adanaball
countryball,polandball nedir?

countryball veya polandball ilk olarak 2009 yılında,
bir alman sitesi olan krautchan.net'te polonyalı bir kullanıcı tarafından ortaya çıkarılmış bir çeşit internet fenomeni ve karikatür akımıdır.
zaman içinde tüm dünya'ya yayılmıştır. karikatürlerde ülkeler bir daire şeklinde resmedilir ve üzerine o ülkenin bayrağı ile bir çift beyaz renkli göz çizilir.
kişiselleştrilen bu karakterler her milletten insanların anlayabilmesi için ingilizce'nin kırık bir versiyonunu (engrish) konuşurlar.
genellikle diğer ülkelerin klişeleri (stereotype), dış ilişkileri, politik ve askeri tarihleri ile dalga geçerler.
ayrıca ülkenin kendi gündemi de karikatürlerin konusunu oluşturabilir.
ball (bol) akımı başta yalnızca ülkeler ile sınırlı olsa da zamanla dinî inançlar, ırklar, şehirler, politik gruplar ve askerî kuvvetler de ball şeklinde resmedilip countryball akımına dahil olmuşlardır. son zamanlarda popilaritesi azalsa da yeni ve güncel içerikli sayfalar sayesinde meraklıları tarafından hala severek takip edilmektedir.
and he lived happily ever after
milano'da çalıştığı bir sırada köylüler leonardo'ya (da vinci) bir torba dolusu dağlarda buldukları deniz canlılarına ait kabuklar getirmişler. 1480-1515 yılları arasında bu konuda not defterlerinde yazdıklarından anlaşıldığına göre de cidden adam kendi de dağlara gidip inceleme yapmış, kabuk örnekleri toplamış dağlardan. tabi ilginç bir durumla karşılaştığı için bir bilim adamı merakıyla hipotezler üretip yahut başkalarının ürettiği hipotezleri yanlışlayarak olayı mantıksal çerçevede açıklama gayretine girmiş. genel itibariyle insanlar bu kabukların dağlara nuh tufanı sayesinde geldiğini düşünüyormuş, bazıları da tanrı'nın insanları kandırmak için bir oyun oynadığını denizkabuğu şeklinde taşlar yarattığını aslında onların sadece taş olduklarını söylüyorlarmış yahut cidden denizkabuklarını orada yarattığını. ama bizim leonardo durur mu yapıştırmış cevabı, birincisi demiş: "İlk bulduğumuz kabuklar dağda denizden 600 metre yükseklikte ve diğer dağlarda da aynı seviyede yer alıyorlar; ama kutsal kitapta yazdığına göre bu tufan 40 gün yağmur yağması sonucu suları en yüksek dağın 10 arşın üzerine kadar yükseltmiş. madem ki sular bu kadar yükseldi neden dağın zirvesinde daha yükseklerde kabuklar yok da 600 metreden daha az seviyede yer alıyorlar? velev ki bu yağmur en yüksek dağın 10 arşın üzerine çıkardı su seviyesini; dünya küre şeklinde olduğuna göre sular merkezden her yönde eşit yükseklikte olacaktır ve artık suyun akabilecek bir yönü kalmayacaktır, yalnızca yukarı yönde gidebilir o da buharlaşarak, bu mümkün müdür? acaba tufan kutsal kitapta yazdığı gibi tüm dünyayı kaplamamış mıdır? yağmur yağarak oluşan bu tufan adriyatik denizinden 400 km içeride bulunan lombardiya'daki dağlara bu ağır ve suda batan denizkabuklarını getirebilir mi? kendileri gelmiş olsalar 400 km'yi 40 günde gelebilirler mi? ayrıca burada 4 farklı katmanda bulunan kabuklar var, buna göre farklı zamanlarda farklı tufanlar mı olmuştur? yalnızca kabuklarla da kalmıyor, nasıl oluyor da dağların yüksek zirvelerinde büyük balıkların kemikleri de bulunuyor? bu hayvanların denizden bu kadar uzağa tufan tarafından getirildiğine ısrar edenlerin saçmalığı ve aptallığı ortada. birtakım cahiller de tanrı'nın onları bir takım kutsal etkilerle burada yarattığını söylüyor; sanki biz boğaların yaşlarını boynuzlarına bakarak, ağaçların yaşlarını dallarına bakarak ve salyangozların yaşlarını yıl ve ay olarak kabuklarına bakarak anlayamıyoruz. bu kabukların ilahi güçlerin olası etkileriyle orada yaratılmış ve hala yaratılmakta olduğunu söylüyorsanız, böyle bir düşüncenin biraz mantık sahibi bir beyinde yeri olamaz, çünkü geliştikleri yılların sayısı kabuklarında yazılı ve büyükler ile yavrular bir arada görülmektedir. ancak onlar yiyecek olmadan büyüyemez, hareket olmadan da beslenemezlerdi -halbuki böyle bir ortamda hareket etmeleri olanaksızdı."

ressam, heykeltraş, mimar, mühendis; en önemlisi adam bilimadamı abi, bilim adamı. bu adama hayran olmamak elde değil.
and he lived happily ever after
bazı babası belirsiz kişiler tarafından yapılan bu dergi beni çok üzüyor. bir kere çizerleri oksijen israfı yapıyor artı bu dergi kağıda basılıyorsa bir kağıtla yapılabilecek en kötü israf yöntemi, basılmıyorsa da kin ve nefretten başka bize sunduğu olmadığı ve elektrik israfı olduğu için yine doğaya zararlı. neresinden baksak zarar :/
mayk
devlet tarafından kulaklarımıza dinleyici yerleştirilmesi ve bazı sanatçıları belli bir süreden fazla dinlememiz engellenmesi lazım.
ikizler
mutlu geceler gençler. nasılsınız? ben yorgun ve musmutluyum. yaz okulundan sonraki bir aylık yatışımın ardından bu kadar hareket halinde olmak bana müstahaktır diye düşünüyorum. öncelikle üniversitemize yeni gelen kardeşlerimize hoş geldiniz diyorum. bu üniversitede ve platformda 5. yılına giren biri olarak benden büyükler de olsa ben de kendimi bir nebze olsun yaşlanmış hissettim bak şimdi. yaşlılık sohbetlerini bir tarafa bırakayım yahu. ben bir arkadaşımı daha evlendirdim bu sene. milletin arkadaşları mı yavaş yoksa benimkiler mi çok hızlı anlamıyorum. beraber finalleri, vizeleri çalıştığımız, oda komşum olan adamlar bir bir evleniyor. bu sefer de samsuna gelmeden önce düğün için ankaradaydım. sabah erken indim, hem rahat rahat düğüne katılırım hem de biraz gezerim ankarada diye. biraz bir camiye girdim uzanıp dinlendim. allahın evlerinin kimsesiz olduğumuz zamanlarda kimsemiz olması çok hoşuma gidiyor. ondan sonra bir kahvaltı yaptım. sonra anıtkabire gittim. anıtkabirin her yeri japon dolu. kendimi yabancı bir ülkeye gelmiş gibi hissettim. türkçe konuşan azdı. bu durum şaşırttı beni. türk milletinin atasını ziyaret için geç saatleri beklemesi tuhaf bence. atatürkü ziyaret ettikten sonra dedim ki kızılaya geçeyim. orada çok güzel kitapçılar var. daha önce bir defa gitmiştim. arkadaşlarım kollarımdan tutup çıkarmışlardı beni remzi kitapevinden biz buraya kitapçı gezmeye mi geldik diye. bu sefer de otobüse binip kızılaya geçecekken arkadaşlar aldı arabayla düğüne geçtik erkenden. düğünden sonra tekrar bindik arabalara ve indim samsuna. o kadar özlemişim ki bu şehri. artık memleketim burasıymış gibi. nasıl özlemeyeyim ki. aşık olduğum, gezgin gibi bir dosta sahip olduğum. denizinden ormanlarına, havasından yollarına kadar benim olan bir şehir. bu sene yeni bir yurtta kalıyorum ben. güzel sanatlar kampüsünde üniversitemiz bir erkek yurdu açmış. ben de tesadüf eseri fark ettim. yaz okulunda başvurmuştum ve bir arkadaşımla beraber çıktı. ben çok sevdim burayı. hem ilkadımdaki çay ocaklarıma yakın, hem üniversiteye yakın. her yer bir gezgin uzaklığında :) 3 gündür eşyalarımı taşımak, eksik olan şeyleri almak, okuldaki işlerimi halletmekle uğraştım. ve dün gece 3 aydan daha fazla zamandır kendisinden ayrı kaldığım yarimle buluştum. o kadar çok özlemişim ki onu. İnsanın birini özlemesi kadar güzel bir şey varsa özlediğine kavuşabilmesi. bunu nasıl kelimelere dökebilirim nasıl anlatabilirim bilmiyorum. sevdiğinizin gözlerini öylesine izleyebilmenin mutluluğunu başka ne verebilir ki şu dünyada. İnanın ki bilmiyorum. o anların her saniyesini romanlar dolusu yazmak isterdim. ama aşk insanda unutkanlığa yol açıyor. bildiğinizi de unutuyorsunuz bir tek o kalıyor geriye. güzel sevin, güzel sevilin dostlarım. hayat aşkla çok daha başka güzel. normalde 4-5 yazıya sığdıracağım şeyleri tek yazıya sığdırmaya çalıştım. çok da uzattım farkındayım. ne yapayım yahu. dostlarımla muhabbet etmeyi seviyorum. hem de en son yazısını uzunca bir zaman önce yazmış olan bir ikizler olarak biraz da hakkım var sanki. gecenize bir fotoğraf bırakarak iyi geceler diyeyim dostlarım. bu fotoğraftaki radyo yarimin bana dün gece hediye ettiği radyo. o kadar güzel bir şey ki. elektrikle ve şarjla çalışıyor. fm özelliğinin yanında usb, sd card ve aux bağlantılarını da desteklemesiyle müzik zevkini doruklara çıkarıyor. tam hayallerimdeki gibi bir radyo. ve hayallerimdeki radyonun hayallerimdeki aşkım tarafından bana hediye edilmesi de muhteşem bir şey. odamda tek olduğum an açıyorum dinliyorum radyomu. bir yere gittiğimde de götürebilirim. yarimin hayatımın her gecesinde olduğu günlerde onunla dinleriz saatlerce. muhteşem bir şey. diğeri de fotoğraf makinem. hareketli dünyadaki zamanı durdurma aletim. aynasız olmasından dolayı o da her yere gelebiliyor benle. bir sürü güzel fotoğraflar çekiyorum onunla. radyom, fotoğraf makinem ve gezginim. 3 dostum var artık benim. geceniz bu fotoğraf kadar güzel geçsin dostlarım... :)
mayk
tabi siz anneleri tarafından size emanet edilen çocuklara her bakımdan yetersiz gördüğünüz bir kadının annelik etmesine şiddetle karşısınız ama
cufcuf
niye kendini bir kalıba sığdırmak zorunda kalasın ki? hele ki birileri tarafından kabul edilmek için niye yapasın bunu? sıkışıp kalmak zorunda değilsin, özgür bırak ruhunu.kaç kişi yapabilir bunu? nasıl davranmak istiyorsan öyle davran, ne söylemek istiyorsan onu söyle... kaç kişi cesaret edebilir buna? yeni bir başlangıç, yeni bir sayfa, yeni bir hayat adına her ne dersen artık ki bence bir isim koymaya bile gerek yok. İsmi cismi belli olmadan sadece başla, sadece yaşa, cesaret et, hata yap, dene, pes etme, umudunu kaybetme, kendini sev, her şeyi sev...
birileri senden farklı diye onu dışlamak ne kadar doğru ya da dış görünüşünden dolayı birileriyle alay etmek, onu her yerde aşağılamak ne kadar doğru? bu yüzden kaç kişi kendinden nefret ediyor biliyor musun? belki sende onlardan birisin, seninle de onunla alay edildiği gibi alay edildi. noldu, ne değişti, sen niye alay edenler tarafına geçtin, sırf seni aralarına alsın diye mi bu acımasızlığın? peki onların yanında mutlu musun, oraya ait hissediyor musun kendini? belki de hiçbir yere ait olmak zorunda değilizdir, kendimizi birilerine sevdirmek zorunda da değilizdir belki. ya bunlar düşündüğün kadar kötü şeyler değilse? ya böyle kendini daha çok seveceksen ve asıl önemli olanın senin kendini sevmen olduğunu anlarsan? ne kaybedersin ki? dene. korkma. hiçbir şeyi elde edemezsen bile yanında bulunan insanları gerçekten tanımış olursun.
İnsanların isteklerine göre şekillenme. kendin ol. aynada baktığında hiç istemediğin bir görüntüyle karşılaşabilirsin ama o halinle sokağa çıktığında aynada gördüğün o kişiyi unut. nasıl görünmek istiyorsan öyle göründüğünü düşün ve at kendini sokağa. kendinden emin bir şekilde at her bir adımını. özgüven gerçek görünüşümüzle alakalı bir şey değil bence olmak istediğimiz kişiyle alakalı.
kendine zaman ayır. bir saat iki saat ne kadar istersen. yapmayı sevdiğin şeyleri yap, kendini tanımaya çalış, kendini dinle, içindeki çocuğa kulak ver. kendine bir şans tanı, o bunu hakediyor inan bana. seni asıl anlayacak olan o, seni asla bırakmayacak olan o. kendini değersiz, güçsüz görme çünkü değilsin. kendini güçsüz ve değersiz hissediyorsun çünkü kendi yolunu çizmiyorsun. hep birilerinin izinden gitme çabası, birilerini taklit etme gayreti içindesin. bunlara gerek yok ki. sen kendin olduğun sürece varsın.
kimseye kendini beğendirmek zorunda değilsin. her gün güzel görünmek zorunda da değilsin. zaten bu güzellik denilen şey göreceli değil mi? kime göre neye göre güzellik. he dersen ben kendime göre güzel olmak istiyorum eyvallah ama şunu da unutma kendini nasıl görmek istersen öyle görürsün.
kısacası sana demek istediğim yaşamaya, hayattan ders çıkarmaya, sevmeye, mutlu olmaya bak. ve unutma sen her halinle güzelsin, değerlisin.
ladylazarus
merhaba sevgili dedikodu sakinleri !

umarım iyisinizdir. ben şu sıralar oldukça huzurlu günler geçiriyorum. bir yandan da bu kadar huzur fazla, acısı bir yerden çıkar muhakkak diyerek endişeleniyorum fakat anı yaşamak taraftarıyım. saçımdaki açık renk sarıları beyaz sanarak oldukça hüzün dolu günler de geçirdim sdfgdk. bu vesileyle sağlıklı yaşama da atmış oldum. şekerin cazibesine gözlerimi yumarak sebzelerle aşk yaşıyorum. avokado ve yulaf ezmesi yemek zorunda olmak dünyanın en 'dışkısal ' -kibarlık - şeyi. bir an önce yüzme kursu olayını da halletmeliyim. denizi o kadar özledim ki.. hava ısınana dek özlemimi böyle gidermeye çalışacağım. yağlı boyaya da başladım, ilk denemem ben dahil herkesi şaşırttı. yakında herhangi bir uzvumu kesip bir jigoloya göndermeyi düşünüyorum zira sanatçılar ve seks işçileri toplum tarafından aynı şekilde reddediliyor (van gogh için saygı duruşu). tuvallerim hazır, yarın yeniden çizmeyi düşünüyorum. kemanımı da alırsam ölmeye hazır duruma geleceğim.

three billboards outside ebbing missouri ne hayal kırıklığıydı ama.. fragmanına bakmadan mı gittim anımsamıyorum fakat oyunculukların şahaneliği dışında tam bir düş kırıklığıydı. frances mcdormand oscar' ı sonuna dek hak etmiş dedirtti aynı zamanda. sam rockwell' e de benden bi ödül ! senaryoyu oyunculuklar kurtarmış sahiden. samsun' a filmler bu kadar geç gelmese keşke, şimdi de bir belgesel bekliyorum.

ayrıca mesaj kutusunu en az kullanan üye benim muhtemelen, neden hala bakımda, saçlarım bu yüzden beyazlarsa admin sorumludur. bu kadar gevezelikten sonra düzenli olarak izlediğim, dünyanın en minnoş reklamını bırakıp gidiyorum :



Eleni
kesiksiz uyuyanlara özeniyorum. rahatsız, bölük bölük uykulara sahibim. aynı zamanda çok uzun uykulara ama konu bu değil, konu öğretmenlik frank. bazen düşünüyorum da öğretmen olasım var. tüm öğrenciler tarafından sevilen bir öğretmen. çünkü inancım beni arkadaşlık ilişkisi ile birleşen öğretmenlerin daha çok sevildiği tezine sürüklüyor. ben öyleydim mesela; en başarılı olduğum dersler hep sevdiğim öğretmenlerin dersiydi. çoğunun iyi niyeti suiistimal edilir, ardından bir canavar doğardı. sonrasında “iyi niyetli olmak yaramıyor size.” cümleleri ve hemen ardından gelen masaya çarpmış yumruklar. yaramaz öğrencilerin çoğu sorunları olan öğrencilerdi, lakin odak merkezini hep sınıfın en çalışkanı sahiplenirdi. tüm öğretmenler ona yönelir, bizi 2. plana atarlardı, belki de 3. 5. 6. planlara. bunun aksi tavırlarını sergileyen hocaları hep garipsedim, alışılmamış bir hissiyatti. bir kadın öğretmenim vardı, tüm sorunlarımı göz ardı eden tek bir öğretmen. İyi niyetini istesem de suiistimal edemezdim, yanımda gibiydi. sarılışı vardı bir defasında, kötü olduğum bir anda hem de. bu sınıfta eleni’yi(ewt bni .s) ayrı seviyorum diyerek içten bir sarılışı, benim ise durumun şoku ile kendimi ondan uzaklaştırıp geri çekişim.(lez msn lan?) tabii hemen ardından gelen bir pişmanlığı yok saymamalıyım. İçten, şefkat doluydu ama ihtiyacım yoktu buna. sonrasında sınıf içi çok konuşulmuştu, “okulda hiçbir hocaya sevdiremedik kendimizi afghsjkldşs.” dedikçe söylenen “öyle dme o karı sni sefio.” söyleşileri. benim ise daha çok uzaklaşmam. karışık mevzulardı. zaman geçtikçe dersi sevdiren bir hareketin sahip olduğu bir mevzu. doğru. sonrasında o derste başarılı oldum, nedeni ise inek gibi çalışıyor olmam değil de(ki işm olms.) 5 saniyelik bir sarılmaydı. İhtiyacım olan sevgi pıtırcıklığıydı demek ki. bu yüzden arada bir öğretmen olasım geliyor, sonrasında geçiyor. geçmediği zamanlar daha fazla ama çizildi artık bir şeyler.

Selam Ziyaretçi

Gördüğüm kadarıyla henüz giriş yapmamışsın! Lütfen giriş yap, bekliyorum :)