dtsteril
karanlık, ışığa hiç dokunmamış ve neresinden bakarsan bak siyahlarla bezeli, bağırdıkça bağırası gelen sana bir şeyleri anlatmaya çalışan fakat senin hiç anlamadığın anıları barındıran çıkmaz benim için. bazen ona sorduğumda neden bu kadar siyah ve bunaltıcı olduğunu “ben buyum aslında sen de beni böyle kabul et” der gibi beni hüzünleriyle kuşatıyordu adeta.
işığı görene kadar karanlıktan çıkmadım. ve daha derinlerine inmek istedim. o her, siyahını yüzüme savurdukça ben biraz daha karamsar oluyordum. çünkü “dur” diyordu sanki yanaklarımı okşayan her sillesi. ama inat değil mi? bilinmezliğin sınırını ne kadar zorlarsam o kadar çok yol alabileceğimi biliyordum. en azından buna inandırmıştım kendimi. ve hazinesinin peşine düşmüş bir maden avcısı gibi kürek vuruyordum karanlığın yollarına.
bir ışık hüzmesi olsa karanlığı önümde diz çöktürüp her sırrını açığa vurmasını sağlar ve rahat bir uykuyu hak etmiş olarak başımı yastığıma koyabilirdim. biliyordum ki ben karanlığın sırrına kavuşmak isterken onu yok edemezdim. ne yapacaktım ki onun bu heybetli haline karşı? kıvılcım bile olsa onu diz çöktürecektim ama olmaz. maksat onu diz çöktürmek değil onun sırrına erişmekti. ben de onun karanlığına bıraktım kendimi. başta boğulma duygusu vardı ama alıştım. sonra neden bu kadar çekici olduğunu anlamaya kafa yordum. çünkü her günün sonunda herkes onunla baş başa kalıyor, acı hikayeler tatlı hikayeler onunla can buluyor, yastık başı ediliyordu geçip giden zamanın içinde kaybolan benliklerimiz eliyle.

Yorumlar