hissiz

mayk
mayk @mayk
umut sarıkaya : benimde söyleyeceklerim var! (üç)

okulda hiç kimseyle doğru düzgün iletişimleri olmayan, okul dışında da tanıdıkları pek olmayan, gelgelelim dersleri de iyi olmayan, ne yaptıklarını anlayamadığınız arkadaşlar vardır. fısır fısır bişeyler konuşurlar kendi aralarında. kırk yılda bir, sınav zamanı yanınıza yaklaşıp, ya notları isterler, ya da sınavda hangi konulardan sorumlu olduğunuzu sorarlar. arada bir bu performansla nasıl edindiklerini anlayamadığınız, başka fakülteden, tip olarak onlara benzeyen başka bir çocukla yemekhanede yemek yiyip konuşurken görürsünüz. ama sadece görürsünüz. zira yapı olarak insanda herhangi bir his bırakmaz bunlar. mezun olunca hemen unutulan, bir iki yıl sonra isimleri bile hatırlanmayan, topluca gidilen yemeklere, içmelere çağrılmayan, eğer çok düşünürseniz “herhalde memleketlerine yerleşmişlerdir” diye cevaplayabileceğiniz etkisiz elemanlardır bu ikisi. ders dışında sadece yazın, finaller bittikten bi kaç hafta sonra panoda notlara bakarken, ya da öğrenci işlerinden belge çıkarırken yan yana gelirsiniz bunlarla ve orada biter yan yana durma, belki biraz konuşma maceranız. eğer notlara baktıktan ya da belge çıkardıktan sonra aynı anda fakülteden çıktıysanız, sıcağın ortasında, bomboş kampüste okulun ana kapısına kadar zorla sadece dersler ve hocalar üzerine muhabbet edip yürümüşlüğünüz, çıkar çıkmaz da ya başka istikamete gitmişliğiniz, ya da aynı otobüsün içinde onlardan uzaklaşmak için arka kapıya doğru ilerlemişliğiniz olabilir. kendilerine karşı hiçbir duygu beslemediğiniz, objektif gözle bakarsak “mal” diye adlandırabileceğimiz sıkıcı, eğlencesiz, insana hiç bi ilginç şey vaat etmeyen kişilerdir bunlar. işte biz fakültenin o iki malıydık galiba… bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de eve çıkıştık. onun yani yasin’in dayısının bürosunda kullanmadığı bir küçük buzdolabı varmış o gelecekti, hiçbir zaman gelmedi. annemler koltuk verdi, yasin’in de bi büyük masası, bi sehpası ve iki halısı vardı. ikinci el bir televizyon aldık, bozuldu tamir ettirmedik. “yavaş yavaş alırız iyi eşyaları” dedik, ilk taşınmadan sonra eve bi tane eşya girmedi. çok sigara, çok bira içildi, çok gazete serilip üzerinde çok menemen yenildi, eve hiç kız girmedi. bir sömestri böylece bitirdik. final haftası yasin’in samimi olduğu altan diye bir çocukla finallere hazırlandık. bir hafta bizde kaldı. bi kızdan notlar istedik, yanlış yerlere çalışmışız, hepimiz kaldık. sonraları altan bize sürekli gelmeye başladı. bizden sıkılıyordu beğenmiyordu bizi ama geliyordu. herhalde gidecek daha iyi bir yeri yoktu. bizden daha sosyaldi, okulda başkaları olunca pek konuşmazdı bizle. akşamları ise bize elinde sadece kendisine içmek için getirdiği tek birasıyla gelir, yasin’in trabzonspor şortunu kendisine büyük geldiği halde giyer, terli, beyaz ve büyük ayaklarını sehpaya uzatarak birasını içerdi. biz pek konuşmazdık, uzun bir sessizlikten sonra hep aynı şekilde başlardı konuşmaya, “oğlum siz var ya tam malsınız ha!” derdi. ardından da şu evi bir değerlendiremediğimizi, mıymıntı olduğumuzu söylerdi, kendisinin yurtta kalmasa neler yapabileceğinden bahsederdi. biz susardık, gitmesini beklerdik. biraz daha oturur, yemeği bekler, yer ve giderdi yurduna. aslında ne kadar itici olsa da söylediklerinde haklıydı. ikimiz de özgürlük ve seks arayışıyla eve çıkmıştık ama menemen, kıymalı yumurtadan başka bizi muhatap alan bulamamıştık. kaç kere dışarı çıkmış, şansımızı denemiştik ama hiç olmamıştı. hatta bu altan’ın çevresine sızmayı bile denemiştik ama altan da dahil olmak üzere çevre bizi içine almamıştı. hatta yasin bi kere altan’a bi arkadaşının bizim için “abi kızları kaçırıyolar, gelmesinler” dediğini duymuş. doğru bir hareket yaptık ve tırmalamak yerine kaderimize boyun eğmei tercih ettik yasin’le. evden okula gidip geldik aylarca. altan da pek sık gelmiyordu zaten artık. bigün okulda altan geldi yanımıza, “ gece bi durumlar olabilir, siz evde misiniz” dedi. cevabı beklemeden de “evi boşaltır mısınız” diye sordu. “yok abi olmaz öyle şey” dedi yasin. “oğlum nolur lan, zor ikna ettim kızı zaten” diye yalvardı. evden gitmeyeceğimizi ama isterse kızla gelebileceğini söyledik. benim anahtarı aldı, “akşam beklemeyin bizi geç geliriz, yatın uyuyun” dedi. bekledik. kapının açılmasını duyunca yasin’le onun odasına doğru kaçtık. masaya oturduk bişey okuyomuş gibi yaptık. birden odanın kapısı açıldı. altan sarhoş ve keyifliydi. sürekli gülümsüyordu, yüzüne bi sevecenlik gelmişti. “ ne haber ya uyumadınız mı daha” dedi, arkasından şişman gibi bir kız bize el salladı “meraba çocuklar” dedi. biz de gülümsedik. altan o kadar sevecen ve ilgiliydi ki bizle. “napıyorsunuz. aaa yeni mi aldınız o kalemliği” diye masadaki eski kalemliği göstererek sordu. “yok ya vardı hep” dedim. yasin’e de “saçını mı kestin, iyi olmuş bak böyle” dedi. sonra da “neyse iyi geceler” diyip kapıyı hızla çekti. “oğlum bu ne yaa” dedim altan gidince, yasin anlamadı. “oğlum bu yaşanan nedir, yalandan ilgilenmeler filan. ben içerdeyim gelmeyin, rahatımı bozmayın diyor adam resmen. bize bizim evimizde artistlik yapıyor” dedim. “oğlum olur öyle şeyler saçmalama.” dedi yasin. “tabi olur. oğlum benim yatağımı günaha alet ediyorlar seninkini değil. vermedin yatağını olur diyorsun”. yasin sustu, içerden kahkahalar geliyordu. “hapsolduk buraya resmen” diye söylenip durdum. bişeyler konuşuyorlardı ama anlayamıyorduk, kaldıkları yer olan benim oda uzaktı. duymak için odanın kapısını araladık. altan kaldıkları benim odanın kapısını seri şekilde çok hızlı kapattı. odanın ışığı yanıyordu. “şu hale bak anamız babamız bizi okuyo zannediyo. goygoyculuk yapıyoruz burada. rezillik resmen. ben yarından itibaren içki de içmiycem lan. derslerime bakıcam. bu ne lan ahu tuba filmlerindeki gençler gibi olduk” diye veryansın ettim. “oğlum sakin ol. delirme” diyerek teskin etmeye çalıştı beni. teskin oldum. “ben gidip dinliycem lan kapıdan. çok merak ettim ne konuşuyorlar” dedim, yasin yapma etme dedi ama gittim. ses gelmiyordu. yasin bana koridorun ucundan gel gel diye işret yapıyordu. birden altan’ın öksürdüğünü duydum. panik oldum. yasin’e baktım korkmuştu, ani karar verip, uzak olan yasin yerine, ters istikametteki ama yakın olan mutfağa kaçtım. gelirse “benim evim ne var, su içiyorum. içemez miyim” derim diye düşündüm. kapı biraz geç açıldı, içerden tamamıyla çıplak altan çıktı. silüet halinde, üzerime doğru yürüyordu. “doymadı şerefsiz” diye içimden geçirerek sürdürdüm korkulu bekleyişimi. sonra durdu, yasin’in kapısı açık odasına doğru ilerledi. kolay lokma olmadığımı anlamış olmalıydı. sonra odaya girmeden, yasin’in odasının yanındaki tuvalete girdi. uzun süre çıkmadı, işiyor olamazdı. geç kalınca, şişman gibi kız ona yataktan seslendi. tuvaletten hırıltı halinde “geliyorum aşkım” dediğini duydum. ayağında önü kapalı, kahverengi, sert plastikten tuvalet terlikleriyle, başkasının alaturka tuvaletine, çırılçıplak sıçmak ve “geliyorum aşkım”… o günden beri “aşkım” hitabından ölesiye tiksinirim. gözümü kara edip, çömelik küçük adımlarla yasin’in odasına doğru koştum. ben sandalyede. yasin yatağında uyudu. sabah kahvaltıda şişman gibi kız bizimle yalandan ilgilendi. en ufak bi ilginçliği olmayan anılarımıza “aahahaha çok şaçmaymış yaa” diye güldü. biz de anlattıkça anlattık. ama yine de bi gergin hava hâkimdi ortama. herkes birbirinden çok farklı düşünceler içerisindeydi. altan sakin ve umursamazdı, kız dediğim gibi iyi geçinerek minnet ödemeye çalışıyordu, yasin kıza hafif gövde gösterisi yapıyordu, ben ise tavırlı gibi, aslında çok acaip dertleri varmış gibi durup dururken susuyor, dalıyor, uzaklara bakıyordum, sen neden bu kadar sessizsin diye sorulmasını bekliyordum. kız sormadı, yasin “neyin var susuyorsun” diye sordu. cevap vermedim. sonra iki zevk esiri, altan ve şişman gibi kız evden gittiler. banyodan başlayarak heryeri enikonu bi güzel sildim, toz vimi iyice boca ettim tuvalete. nevresimleri annemlere götürüp yıkatmak için topladım. yasin’le altan’ı eve sokmamak için kesin karar aldık. sonra altan ve şişman gibi kız bize çok geldiler. sevgili oldular. eve bir kız girince gerisi gelir, arkadaşları gelir diye düşündük. hiçbirini çağırmadı eve şişman gibi kız. bi gün yine odadaki sesleri dinliyorduk ki. bunlar artık, şuh kahkahalar değil, kavga ve ağlama sesleriydi. kapının açıldığını duyunca masaya geçtik bişeyler okuyor gibi yaptık. altan yine tuvalete gidiyordu belli ki. tuvaletten çıktıktan sonra, odaya girdi. allahtan donunu giymişti bu sefer. kızın hala içerden ağlama sesleri geliyordu. bi sigara yaktı. “oğlum var ya aslında en güzeli sizinki ha. takılmayacaksın abi kimseyle. insanla uğraşması kadar bu dünyada zor bişey yok. valla özeniyorum sizin hayatınıza” dedi. şov yapıyordu pezevenk. sevgili okurlar söyler misiniz; “aslında herşeyi bırakacaksın bir sirke katılıp bütün avrupayı onlarla gezeceksin” serzenişinden ne farkı var bu serzenişin. “kolundan tutan mı var, git katıl” desen katılmaz, maksat senin kafanı açmak zamanını çalmak. sirk kendi hayatı olmuş haberi yok. işte altan da şov peşindeydi. kendini tatmin etmeye gelmişti. biraz ondan ve onun müthiş ilişkisinden neden konuşmayalım diye düşünmüştü. o yaşta fark edemedik. “nooldu lan bağırtılar duyduk ama müdahale etmek istemedik. anlatmak istersen, özel değilse dinleriz” dedik. “ya kıskanıyo beni. ben özgürlüğüme düşkün bi insanım kardeşim, gelemiyorum sıkıntıya” dedi. özgürlüğüne düşkünmüş, sanki bıraksak bana latin amerika devrimi yapacak, toplum, aile, devlet gibi tabuları tartışmaya açacak. neyse sonra ardı sıra “naapiyim lan siz söyleyin. yol vereyim mi ben bu kıza?” diye sordu. “ne bileyim abi senin sevgilin sonuçta” dedim. “ne sevgilisi yaaa. takılıyoruz abi. ciddi değilim ben bunla” dedi. ben bunu duyar duymaz içimde ne var ne yok döktüm. yasin de bana katılınca sazı aldık elimize. “zaten bize de asılıyordu, başı ayrı oynuyo g… aynı oynuyo, çirkin de bişey” diye konuştukça konuştuk. önce sessiz kaldı, onayladı, sonra sustu, çok sustu, başka yerlere baktı, “neyse ben bi yanına gideyim şunun” dedi, gitti. o geceden sonra altan ve sevgilisi şişman gibi kız bi daha evimize gelmedi. ayrıldılar mı bilmiyorum zira beni okuldan sonra kimse aramadı. yasin ne yaptı onu da bilmiyorum, ben de onu hiç aramadım.