hegel'i bir gece vakti köprü üzerinde dövmüşlüğü vardır.
felsefesi 19. yüzyılda tüm avrupayı etki altına almıştır, osmanlıya bile sıçramıştır. salgın gibi bir intihar akımı başlatmıştır felsefesi ve osmanlıda 6 aylık sansür uygulanmasına neden olmuştur. 6 aylık sansür sonunda ilk haber ise "salgın devam ediyor...."
-spoiler- "doğuştan gelen bir kusurumuz var; hepimiz mutlu olmak için dünyaya geldiğimizi sanıyoruz. bu kusurumuzu gidermedikçe, dünya gözümüze çelişkilerle dolu bir yer görünecektir. çünkü her adımımızda, ister büyük ister küçük bir şey yapmış olalım, dünyanın ve insan hayatının, mutlu bir yaşam sürdürmeye olanak verecek biçimde tasarlanmadığını anlayacağız. işte bu yüzden bütün yaşlıların yüzlerinde aynı ifadeyi, yani düş kırıklığını görmek mümkündür." -spoiler-
@odin tavsiyesi ile daha da tanıdığım. aşk ile cinnet kitabında geçen "kim ne derse desin, mutlu insanın en mutlu anı, uykuya daldığı andır ve mutsuz bir insanın en mutsuz anı, uykudan uyandığı andır. insan hayatı, bir tür hata olmalı." satırları ile insanı düşünmeye iten kişidir. okunması okutulması gerekir.
öncelikle üstada saygılar. zekv alarak okuduğum kitaplarından seçtiğim bazı sözleri.
bütün budalaların başına gelen en büyük bela fikirlerle ilgilenmemeleridir ve can sıkıntısından kurtulmak için sürekli olarak gerçekliklere ihtiyaç duymalarıdır. fakat gerçeklikler ya tatmin edicilikten uzak ya da tehlikelerle doludur; üstelik ilginç olmaktan çıktıklarında yorucu hale gelirler. fakat düşünce dünyası sınırsız, zararsız ve sakindir.
İnsan, yapıp ettiklerinde kimseyi örnek almamalıdır: çünkü durumlar koşullar ilişkiler hiçbir zaman aynı değildir ve karakterlerin farklılığı eyleme de farklı bir görünüm verdiği için, iki kişi aynı şeyi yapsalar da, yaptıkları şey aynı değildir. İnsan, yeterince düşünüp taşındıktan ve iyice gözden geçirdikten sonra, kendi karakterine uygun bir biçimde davranmalıdır. demek ki pratik yaşamda özgünlük kaçınılmazdır yoksa insanın yaptığı kendisine uymaz.
"soylu ve yüksek yetenekli insanların özellikle gençliklerinde, insanları tanımaktaki ve yaşam bilgeliğindeki eksikliklerini sık sık ele vermelerinin, bu yüzden kolaylıkla aldatılmalarinin ya da yanıltılmalarının; düşük karakterlilerin ise çok daha hızlı ve iyi bir biçimde dünyada yollarını bulabilmelerinin nedeni, deneyim eksikliği olanın a priori (doğuştan var olan, deneyimden önce gelen) yargıda bulunması ve genel olarak hiçbir deneyimin a prioriye eşdeğer olmamasıdır. bu a priori, sıradan birisine kendi benliğini gösterecek ama soylu ve seçkin kişiye aynı şeyi vermeyecektir: çünkü tam da bu soylu ve seçkinler ötekilerden oldukça farklıdırlar. bu yüzden, düşüncelerinde ve eylemlerinde kendilerini örnek alıp hesap yaptıklarından, hesapları çarşıya uymaz.
ama böyle birisi, a posteriori (deneyim sayesinde öğrenilen), yani başkalarından ve kendi deneyiminden, sonunda genel olarak insanlardan nelerin beklenmesi gerektiğini, yani insanların altıda beşi ahlaki ya da entelektüel açıdan, bu yapıda olduğu için koşulların dayatması yüzünden bir araya gelmek zorunda olmayanın, bu insanlardan uzak durup ve her türlü temastan olabildiğince kaçmanın daha iyi yapmış olduğunu öğrendiğinde bile onların küçüklüğü ve sefilliği hakkında yeterli bir kavrayışa ulaşmış olmayacak, yaşadığı sürece bu kavrayışı sürekli daha da geliştirmek ve kusursuzlaştırmak zorunda kalacak ama bu arada hesabında sık sık kendi zararına yanılacaktır. aldığı dersi gerçekten içselleştirdikten sonra zaman zaman bir toplulukta henüz tanımadığı insanlarla karşılaştığında konuşmalarına ve görüşlerine göre bu insanların ne denli akıllı, dürüst, içten, namuslu ve erdemli olduklarına, bu arada üstelik ürkek ve zeki olduklarına şaşıracaktır. ama bu durum onu yanıltmamalıdır.
çünkü, bunun nedeni doğanın kötü şairlerin yaptığını yapmamasıdır; öyle ki kötü şairler alçak herifleri ya da delileri anlatırlarken hoyrat ve kasıtlı bir biçimde işe koyulurlar ve böyle betimlenen her kişinin arkasında kendi zihniyetini ve konuşmasını sürekli yadsıyan ve uyarıcı bir sesle “bu herif alçağın tekidir, bu adam delinin biridir, onun söylediklerine kulak asmayın" diye bağıran şairin durduğu görülür. buna karşılık doğa, yapıtlarında her kişinin şeytanın ta kendisi bile olsa var olduğu ve konuştuğu sürece hak sahibi olduğu çünkü ona ilgi duymaya ve onu dinlemeye zorlanacağımız ölçüde nesnel bir biçimde ele alındığı, shakespeare ve goethe gibi davranır: çünkü bu kişi tam da doğanın yapıtları gibi içsel bir ilkeden geliştirilmiştir bu yüzden söyledikleri ve yaptıkları doğal böylelikle zorunlu görünür. demek ki, dünyada şeytanın boynuzlarla ve delilerin hunilerle dolaştıklarını sanan sürekli onların avı ya da oyuncağı olur. üstelik insanlar ilişki içindeyken ay ışığındaki kambur gibidirler yani sürekli bir yanlarını gösterirler ve hatta herkes el ve yüz işaretleri yoluyla kendi fizyonomisini aslında olması gerekeni gösteren ve sadece kendi bireyselliğine göre hesaplandığı için kendisine çok yakışan ve uyan bu yüzden kesinlikle yanıltıcı bir etkisi olan bir maskeye dönüştürmek için doğuştan gelen bir yeteneğe sahiptir. yaltaklık etmesi söz konusu olduğu sürece bu maskeyi takınır. “hiçbir köpek, kuyruğunu sallamayacak kadar kötü değildir” diyen o eşsiz italyan atasözü anımsanarak, bu gibi kimselere bir muşamba gibi davranılmalıdır."
"insanların akıllarında dönüp duran düşüncelerin yanlış ve gereksiz bir doğası olduğunu; görüşlerinin sığ, duygularının değersiz, yargılarının saçma, hatalarının da sayısız olduğunu gerçekten kavrayabildiğimizde ve tüm bunlara dair yeterince bilgi sahibi olduğumuzda, bize gerekli olan kayıtsızlığa erişmiş olacağız… işte o zaman, başkalarının görüşlerine fazlasıyla değer veren kişinin, aslında onlara hak ettiklerinden fazla şeref bahşettiğini anlayacağız."
felsefesi 19. yüzyılda tüm avrupayı etki altına almıştır, osmanlıya bile sıçramıştır. salgın gibi bir intihar akımı başlatmıştır felsefesi ve osmanlıda 6 aylık sansür uygulanmasına neden olmuştur. 6 aylık sansür sonunda ilk haber ise "salgın devam ediyor...."
-spoiler-
"doğuştan gelen bir kusurumuz var; hepimiz mutlu olmak için dünyaya geldiğimizi sanıyoruz. bu kusurumuzu gidermedikçe, dünya gözümüze çelişkilerle dolu bir yer görünecektir. çünkü her adımımızda, ister büyük ister küçük bir şey yapmış olalım, dünyanın ve insan hayatının, mutlu bir yaşam sürdürmeye olanak verecek biçimde tasarlanmadığını anlayacağız. işte bu yüzden bütün yaşlıların yüzlerinde aynı ifadeyi, yani düş kırıklığını görmek mümkündür."
-spoiler-
okunması okutulması gerekir.
bütün budalaların başına gelen en büyük bela fikirlerle ilgilenmemeleridir ve can sıkıntısından kurtulmak için sürekli olarak gerçekliklere ihtiyaç duymalarıdır. fakat gerçeklikler ya tatmin edicilikten uzak ya da tehlikelerle doludur; üstelik ilginç olmaktan çıktıklarında yorucu hale gelirler. fakat düşünce dünyası sınırsız, zararsız ve sakindir.
değildir. İnsan, yeterince düşünüp taşındıktan ve iyice gözden geçirdikten sonra, kendi karakterine uygun bir biçimde davranmalıdır. demek ki pratik yaşamda özgünlük kaçınılmazdır yoksa insanın yaptığı kendisine uymaz.
ama böyle birisi, a posteriori (deneyim sayesinde öğrenilen), yani başkalarından ve kendi deneyiminden, sonunda genel olarak insanlardan nelerin beklenmesi gerektiğini, yani insanların altıda beşi ahlaki ya da entelektüel açıdan, bu yapıda olduğu için koşulların dayatması yüzünden bir araya gelmek zorunda olmayanın, bu insanlardan uzak durup ve her türlü temastan olabildiğince kaçmanın daha iyi yapmış olduğunu öğrendiğinde bile onların küçüklüğü ve sefilliği hakkında yeterli bir kavrayışa ulaşmış olmayacak, yaşadığı sürece bu kavrayışı sürekli daha da geliştirmek ve kusursuzlaştırmak zorunda kalacak ama bu arada hesabında sık sık kendi zararına yanılacaktır. aldığı dersi gerçekten içselleştirdikten sonra zaman zaman bir toplulukta henüz tanımadığı insanlarla karşılaştığında konuşmalarına ve görüşlerine göre bu insanların ne denli akıllı, dürüst, içten, namuslu ve erdemli olduklarına, bu arada üstelik ürkek ve zeki olduklarına şaşıracaktır. ama bu durum onu yanıltmamalıdır.
çünkü, bunun nedeni doğanın kötü şairlerin yaptığını yapmamasıdır; öyle ki kötü şairler alçak herifleri ya da delileri anlatırlarken hoyrat ve kasıtlı bir biçimde işe koyulurlar ve böyle betimlenen her kişinin arkasında kendi zihniyetini ve konuşmasını sürekli yadsıyan ve uyarıcı bir sesle “bu herif alçağın tekidir, bu adam delinin biridir, onun söylediklerine kulak asmayın" diye bağıran şairin durduğu görülür. buna karşılık doğa, yapıtlarında her kişinin şeytanın ta kendisi bile olsa var olduğu ve konuştuğu sürece hak sahibi olduğu çünkü ona ilgi duymaya ve onu dinlemeye zorlanacağımız ölçüde nesnel bir biçimde ele alındığı, shakespeare ve goethe gibi davranır: çünkü bu kişi tam da doğanın yapıtları gibi içsel bir ilkeden geliştirilmiştir bu yüzden söyledikleri ve yaptıkları doğal böylelikle zorunlu görünür. demek ki, dünyada şeytanın boynuzlarla ve delilerin hunilerle dolaştıklarını sanan sürekli onların avı ya da oyuncağı olur. üstelik insanlar ilişki içindeyken ay ışığındaki kambur gibidirler yani sürekli bir yanlarını gösterirler ve hatta herkes el ve yüz işaretleri yoluyla kendi fizyonomisini aslında olması gerekeni gösteren ve sadece kendi bireyselliğine göre hesaplandığı için kendisine çok yakışan ve uyan bu yüzden kesinlikle yanıltıcı bir etkisi olan bir maskeye dönüştürmek için doğuştan gelen bir yeteneğe sahiptir. yaltaklık etmesi söz konusu olduğu sürece bu maskeyi takınır. “hiçbir köpek, kuyruğunu sallamayacak kadar kötü değildir” diyen o eşsiz italyan atasözü anımsanarak, bu gibi kimselere bir muşamba gibi davranılmalıdır."
"insanların akıllarında dönüp duran düşüncelerin yanlış ve gereksiz bir doğası olduğunu; görüşlerinin sığ, duygularının değersiz, yargılarının saçma, hatalarının da sayısız olduğunu gerçekten kavrayabildiğimizde ve tüm bunlara dair yeterince bilgi sahibi olduğumuzda, bize gerekli olan kayıtsızlığa erişmiş olacağız… işte o zaman, başkalarının görüşlerine fazlasıyla değer veren kişinin, aslında onlara hak ettiklerinden fazla şeref bahşettiğini anlayacağız."