bosyaprak
yine uzaktayım, uzaklardayım. duymuyorum, görmüyorum, koklayamıyorum, dokunamıyorum, tat alamıyorum, hissedemiyorum. sanki koca bir şehirde yapayalnızım. duyduğum, gördüğüm, tat aldığım, kokladığım, dokunduğum, hissettiğim tek bir şey varsa o da sessizlik, seni göremeyecek olmanın verdiği korku. yalnızlığımı giderdiğim tek yer bu kağıt, bu satırlar. bir fincan kahvemden aldığım bir yudum, sahilde yürürken seyrettiğim gökyüzü, gökyüzündeki yıldızlar, yıldızlar ve ayın aydınlattığı uçsuz bucaksız bir o kadar karanlık ama bir o kadar da gizemli bir deniz. tıpkı bunlar gibi birde içimdeki sen. seni düşünmek bunları hissetmek gibi. hem korku verici hem de hayret edilesi. tıpkı seni seyretmek, gözlerine bakmak gibi. kimi zaman keyif verir, kimi zaman keyfinden ödün verdirir. ama yine de söz geçmez umutlarına, hayal ettiklerine, boğazında düğüm olup yutkunamadığın o zehire...
bosyaprak
hani küçük şeylere büyük anlamlar yüklediğiniz zamanlar vardır. bu küçük şeyler insanı mutlu da edebilir, göğsünün tam ortasına bir toplu iğnenin ucunun battığı gibi canınızı da yakabilir. ve siz sadece bu acıyı hissettiğinizle kalır ve hiçbir şey yapacak gücü kendinizde bulamazsınız ya. İşte insan bunu geçmişte yaptıklarına duyduğu pişmanlıklarla atlatıyormuş...
bosyaprak
öyle güzel gözleri var ki, yeşil zeytin dalında görse nazarından ağacı çürütür...
bosyaprak
bazen sadece bir kalem ve bir boş kağıda ihtiyaç duyarsın; söyleyemediklerini, dile getiremediklerini, içindekileri, seni meşgul eden, aklını karıştıran, kalbini acıtan, yüreğini parçalayan, seni güçsüz yapan, uzaklara daldıran, boşluğa düşüren, yalnız hissettiren, güldüren, eğlendiren, tebessüm ettiren, ağlatan, gözlerini hiç açmayacakmışçasına yumduran, güçlü gibi gözükmeni sağlayan, bir daha düşünmek istemediğin, boğazına düğüm olan, çığlık atmak isteyen hislerini dile getirmek için...
yazmasını bilmesen bile ihtiyaç duyarsın. hani bazı durumlar yaşarsın en yakınına bile anlatmadığın, anlatamadığın, kendine bile yıllar sonra itiraf edebildiğin. İşte o duygular seni yazmaya iter, itekler, sürükler. çünkü birikir içindekiler tıpkı bu satırlar gibi, tıpkı bu boş kağıdın dolduğu gibi. bazen kalbin kanını öylesine sert pompalar ki denizdeki dalgaların kıyıdaki kayaçları aşındırdığı gibi bütün organlarını tek tek aşındırır, her zerrende hissettirir sana. sonra tekrar başa döner o asıl sahibine, o söz geçiremediğin o yumruk kadar dedikleri et parçasına geri gelir. bu durumu insanın doğup, büyüyüp, olgunlaşıp, ölüp asıl sahibine allah'a geri dönmesine benzetebiliriz. biz kimden geldiğimizi unutmazsak o'da bizi unutmaz, kime gideceğimizi daima hatırlarsak o'da bizi daima hatırlar...