bi kaç haftadır yaptığım tek şeyin içmek olduğu dönemlerimdeyim yine. çıldırmalarımın eşiğinden beni içeri alıyormuş gibi hissediyorum. zayıf olan bünyemi ne hale getirdim diye kendime kızıyorum ama şu an. öğrenci usulü ucuz bi şekilde sarhoş oluyordum. şimdi ne oldu bi bok gerçekten anlamıyorum. bütün isteklerimi istem dışı yapamıyorum.
onu bunu geçtim bugün yine içtim dolmuşa bindim. uzattığım parayı 5 lira sanıyorum. adam bana fazla para verdi. 5 verdim diyince adam da ona göre para üzerini verdi tekrar. neyse işte odama gelince bozukları cüzdana koyayım dedim. bi 50liğim yok. neyin kafasını yaşadım bilmiyorum beş derken de öğrenciyim be zalım. şey işte abv şoför bey.
ha şarkı söylemeden buralardan gitmeyim. ya manuş babadan ya ahmet kaya'mdan hep sonradan gelsin.
insanlar yargılamaya çok fazla bayılıyor. suçu kendinden atmaya. ben gidiyorum da, böyle ani dakikasında bi şeylerden vazgeçmem kolay olmadı hiç. şimdi yapabiliyorum da yine mutlu değilim ben. lan ben kendi iyiliğim için bi şey yaptığım da yaşım çocuktu daha. karşımda kardan adam vardı. burnunu yapmak sevindiriyordu. ama ona bile çıkarıp atkımı takıyordum ben. ben, mutsuzluğu öyle benimsemişim ki her şeyim kasvete dönüşmüş işte.
hem ben salata üstüne dökülen yağ değildim ki. niye böylesine hafife alınıyorum hala ya?
neyse, ben yine anlam veremediğim şeyleri düşünmeye devam edeyim. bazıları da rüyalarına sarmalansın. yazma hevesim içimde kaldı bi. arv
hem ben salata üstüne dökülen yağ değildim ki. niye böylesine hafife alınıyorum hala ya?
neyse, ben yine anlam veremediğim şeyleri düşünmeye devam edeyim. bazıları da rüyalarına sarmalansın. yazma hevesim içimde kaldı bi. arv
İçimi tam dökemeden eksik bir şekilde 'gönder'e bastığım mesaj. neyse bi şey demiyorum. dememeliyim. ben bi sigara içeyim.
yarın daha doğrusu bu gece ankara'ya gidecek olmam böyle bi gerdi. daha 1 ay olmuş geleli. beynimin sifonunu çekmeyi unutup anlık bi şekilde niye bilet aldım ben lan. hadi bilet alıyorum sen benim adımı nasıl ''
okul değil hayatımı da ikinci öğretim şeklinde yaşıyorum. boş boş sürekli uyuyacağıma bi işe gireyim dedim. sabah 9dan akşam 4e kadar 20 lira dedi. hatta sabah gel başla dedi direkt. para az değil mi ya. o kadar saate. kafam nasıl karıştı.
İkinci öğretim olmak güzel de, artık 11e kadar okulda olmak bayağı zoruma gidiyor be. o yüzdendir ki, duyunca en çok hoşuma giden cümle 'bugün ders yok.'
kaç zamandır içimde hiç bir şeye karşı istek yok lan. geçen sene neyse de. bu yıl, ne okula çıkmak ne derse girmek ne de birileriyle karşılaşmak istiyorum. beynimin tınısı, deniz tekin beni vur diye devam ediyor sanki.
okula gidip ilk dersimden altı buçukta çıkmış bulunmaktayım. yok böyle gelen bi uyku. on kişinin yoklamasını almak neyin kafası bilemedim ama en güzelinden osmanlıca öğretecek kanki yapmam gerekiyor benim. alttan kalan derslerin abv................
hala okula gitmeye korkuyorum. ne zaman gideceksem artık. ne evden çıkasım geliyor ne de başka bir sey yapmak. bu sene dersler niye ağır? niyeğğğ
şoförün iki arkası, yolculuk için en mal yerlerden birisiymiş. noğğğlet olsun. samsun'la ankara mesafesini biraz kısaltabilselerdi keşke.
aşk acısı denilen şey niye böyle insanları derinden etkiliyor anlamıyorum. beni en çok ailem yakıyor mesela. aram bozulsa her şeye küsüyorum. soğuyorum. her şeyden uzaklaşıyorum. kendimden daha fazla nefret ediyorum. ağır bi cümle kursam, başlarına bi şey gelirse yapacağım vicdanı düşünüyorum. babam mesela. şimdi diyarbakır'da görevde. nasıl canım yanıyor. her neyse sayın okumayanlarım, en büyük dert bizim değil sonuçta.
ne iğrenç günler geçiyorum arkadaş. okul açılsın isterken bir yandan da hiç istemiyorum. sevmeyerek bir bölüm hiç okunmuyor. okunmuyor hiç yani.
bu gri şehir bi çöle özeniyor bi buzullara sanki. öyle saçma bir hava değişiklikleri yaşıyor ki öldürecek bizi.
uzatılan iğneleri kendisine batıran voodoo bebeği olmaktan ne zaman çıkacağım hiç bir fikrim yok. sahi, artık şu anlam veremediğimiz ama en ücra noktalarımızı bile saran şu acılar geçmeli artık.
her yazı itiraf niteliğinde olmaya da bilir diyoruz ve yazıyoruz.
bana da kutsal anlamlar yükleyebilirsiniz mesela. mesela, ben bir tanrı, ben bir gökyüzü. yağmurunuz... bazen sevdiğiniz bazen yerdiğiniz. ama öldürün. ölmek için can atan ama intiharın eşiğini bırakın kapısını çalmaya cesareti olmayan birisini öldürün.
'kalp hastaları acı çekmeyi sever.' diyorum sürekli. bedenin de birden çok acı çekerken etkenlerle gelen acıların ne denli acıtacağını düşünüyorlar ki? düşünüyorsalar da yanılgılar boğar bir gün düşünceleri. yap! dediklerinizi yaptım hep. itiraz ettiğim zamanlar da bile kendimi yaparken buldum. bazen kendi istediklerimi yapayım dedim. çok gördünüz. bana her şey çoktu zaten. varlığım çoktu benim. ben bi derin nefes istedim, siz bana derin deniz verdiniz. attınız, çekmediniz. öldürmeye çalıştınız. kaç canlıysam öl öl bitemedim ama. bir bitemedim. bazı günler öyle sözler ettiniz ki gözleri dolu güldüm sizlere. gülmekten doldu sandınız. zaten zahmete girip de kaslarımı oynatmaya bile tenezzül etmeyeceğim esprilerinize bile kahkahalar atardım önceden. konu sizdiniz ya. baba vardır, sevgisi kutsanmıştır belki ama kutsal olamaz işte. baba vardır, karşında bilmediğin bir dil olup anlamanı bekler. baba vardır, olmasaydı dersiniz. baba vardır, varlığıyla yetinip geri kalan her şeyi şeffaflaştırırsınız. ben de öyle yaptım işte. ama bazı aralıklar da yine olmadı yapmaya çalıştıklarım. 20 yıldır tek duyguma ortak olamamış ama tanıdığını iddia ediyordu işte. iddialar bende değerliydi. ona göre iddiaların yahut bize dair her şey kendisiydi. kendindeydi. ama sevgisi yağmurludur babaların. baba sıfatına girildiğinde böyle oluyor demek ki. demek ki duyarsızlıklar yerleşiyor düşüncelerinin içlerine.
bazı günler karşısına geçtim fotoğraftan ibaret olmadığına inandım. bazen doğru cümleler kuramadım. canım yandığında sustum kendimi bastırdım. sinirden hırsımdan kudurdum da yine sustum. ben kendimi bulamadım. sen buldun mu beni? sen kaç kez öldürdün baba? sayabildin mi? ben sayı özürlüydüm matematiğim yetmedi saymaya. topladım dertlerimi. sonra birileri geldi çarptı. kaç kat arttı bilemedim. boşuna arama sen de. sindiğim yerde görünmez olmuşum sanki bulunamıyorum. oysa, dört bilinmeyenli denklem de bile bir şekilde x bulunabiliyordu. çok da zor değildim halbuki. gerçi bulunmayı beklemedim doğrusu. yaşam'ın 'y'si oldum diğer harflerine varamadım.
gerçi, havuz problemi olsam içinde boğulurdum ben.
bana da kutsal anlamlar yükleyebilirsiniz mesela. mesela, ben bir tanrı, ben bir gökyüzü. yağmurunuz... bazen sevdiğiniz bazen yerdiğiniz. ama öldürün. ölmek için can atan ama intiharın eşiğini bırakın kapısını çalmaya cesareti olmayan birisini öldürün.
'kalp hastaları acı çekmeyi sever.' diyorum sürekli. bedenin de birden çok acı çekerken etkenlerle gelen acıların ne denli acıtacağını düşünüyorlar ki? düşünüyorsalar da yanılgılar boğar bir gün düşünceleri. yap! dediklerinizi yaptım hep. itiraz ettiğim zamanlar da bile kendimi yaparken buldum. bazen kendi istediklerimi yapayım dedim. çok gördünüz. bana her şey çoktu zaten. varlığım çoktu benim. ben bi derin nefes istedim, siz bana derin deniz verdiniz. attınız, çekmediniz. öldürmeye çalıştınız. kaç canlıysam öl öl bitemedim ama. bir bitemedim. bazı günler öyle sözler ettiniz ki gözleri dolu güldüm sizlere. gülmekten doldu sandınız. zaten zahmete girip de kaslarımı oynatmaya bile tenezzül etmeyeceğim esprilerinize bile kahkahalar atardım önceden. konu sizdiniz ya. baba vardır, sevgisi kutsanmıştır belki ama kutsal olamaz işte. baba vardır, karşında bilmediğin bir dil olup anlamanı bekler. baba vardır, olmasaydı dersiniz. baba vardır, varlığıyla yetinip geri kalan her şeyi şeffaflaştırırsınız. ben de öyle yaptım işte. ama bazı aralıklar da yine olmadı yapmaya çalıştıklarım. 20 yıldır tek duyguma ortak olamamış ama tanıdığını iddia ediyordu işte. iddialar bende değerliydi. ona göre iddiaların yahut bize dair her şey kendisiydi. kendindeydi. ama sevgisi yağmurludur babaların. baba sıfatına girildiğinde böyle oluyor demek ki. demek ki duyarsızlıklar yerleşiyor düşüncelerinin içlerine.
bazı günler karşısına geçtim fotoğraftan ibaret olmadığına inandım. bazen doğru cümleler kuramadım. canım yandığında sustum kendimi bastırdım. sinirden hırsımdan kudurdum da yine sustum. ben kendimi bulamadım. sen buldun mu beni? sen kaç kez öldürdün baba? sayabildin mi? ben sayı özürlüydüm matematiğim yetmedi saymaya. topladım dertlerimi. sonra birileri geldi çarptı. kaç kat arttı bilemedim. boşuna arama sen de. sindiğim yerde görünmez olmuşum sanki bulunamıyorum. oysa, dört bilinmeyenli denklem de bile bir şekilde x bulunabiliyordu. çok da zor değildim halbuki. gerçi bulunmayı beklemedim doğrusu. yaşam'ın 'y'si oldum diğer harflerine varamadım.
gerçi, havuz problemi olsam içinde boğulurdum ben.
elime telefonu çok nadir alırım. çok işim olmuyor zaten. ya tivit atmak ya müzik dinlemek için olur genelde de zaten. az önce baktım mesaj gelmiş, ankara'dan bir arkadaşım. 'sen oruç tutmuyor musun...' gibisinden erimiş dondurma tadında bi şeyler yazmış. attığım bi tivit yüzünden oldu sanırım bu düşüncesi. dudu peri gibi, 'zaman geriye aksıııııığn.' dediğim de aksaydı da hastalığımı ilk öğrendiğim zamana gidip ailemden saklamasaydım. en büyük pişmanlıklarımdan oldu sanırım bu durum. her neyse karpuz kabuklarım hepinize afiyet olsun.
soru yerine kırmızı başlıklı soru. şeklinde şekil şukul yapmayayım dedim. her neyse, işte şey diyecektim blog işlerinden anlayan birileri varsa yahut blogu olan okaliptüslerim bana bir yardım edebilse ya. olmaz mı?
hep ertelediğim şeyi yapıp blog açtım kendime. düzenini kavradığım vakit yazmaya başlarım gibi geliyor. hayır defterime yazdığım gibi yazarım derken karşımda tuşlar olunca bütün kalemler kırılıyor sanki. konu bilgisayar yahut site sayfa oluşturma olduğunda çok basit olan bi şeyden alt yazı bekliyorum sanki. her neyse uykusuzluğuma uykusuzluk katmak istemiyorum daha fazla. geceniz güzel olsun kafka'larım, maria puder'lerim.
bunca zaman sonra nasılsın diyebileceğim kişiler geliyor da aklıma, zamanında onlara gelmemişken şimdi bilinçaltımın ücra köşelerinden çıkarıp geçmişi, geçenleri, geçtiklerimi düşüncelerime bürümek olmaz değil mi? olmuyor da. şuan oluyor işte. ikiye on kala'yı dinliyorum da bilmiyorum. bazı aralıklarında takılacak yerleri kopmuş güneşlik gibi bir yanım diğer yanım ile eşitlenmiyor bir türlü. rahat bulup da oturduğun koltuğun bir süre sonra var olan tüm eklemlerini ağrıtması gibi garip bilinçaltıma yerleştirdiklerim.
bu aralar kendimi ellie kendrick sanıyorum. bi tuhaf. yani ankara'ya samsun'un gökyüzünün taşınması gibi bi şey bu. aslında konu bu değildi. rahatlamak amaçlı yazıyorum ama rahatlatmayacağını farkettiğim bi kaç saniye öncesi yüzünden saçmalamayı kesmem gerekiyor şuan. seneye, osmanlıcayı yapabilen kişilerle tanışabilsem be noğğlur sanki...