sanatçıdan özür diliyorum, çizmesem olmazdı..
bana koop island blues parçasını anımsattı, şarkıyı buraya bırakıp esenlikler diliyorum.
https://youtu.be/0w3mpou3ouu
merhaba dedikodu ailesi !
buralarda dolanmayalı çok uzun zaman oldu. burası ne kadar değişmiş geyiği yapmak isterdim fakat hiçbir şey değişmemiş. benim hayatım bir tık değişti diyebilirim. merak etmeyin, ağlamaya gelmedim zira her şey daha güzel. bir süredir yalnız yaşıyorum misal. bunun pek güzel tarafı yokmuş doğrusu ama en azından gece ikiye üçe dek ukulelemle dolanabiliyorum. yeni ve güzel arkadaşlıklar edindim ki benim için en güzeli de bu.
yine bir süredir tegv' e gidiyorum, çocuklarımdan koşup gelip bu yavruma sığındım. allı morlu sevimli gideyim, bugün beni yormasınlar dedim ama bahar ayı çocuklara yaramış, sürünerek eve döndüm. melek gibi olmuşsun iltifatımı da aldım bu arada, bana papatyam diyen minik bir yakışıklı var, sahiden mest oluyorum. dünyayı çocuklara verelim !
ve evet sonunda ukulele aldım. kendime doğum günü hediyemdi fakat sabırsızlıkta bir dünya markası olduğumdan, doğum günümden hayli önce sipariş ettim. bütün gün elimde ukulele, miyavlayarak dolanıyorum dgjfg
başlangıç için uygun gibi, umarım daha güzelleri hepimizin olur !
buralarda dolanmayalı çok uzun zaman oldu. burası ne kadar değişmiş geyiği yapmak isterdim fakat hiçbir şey değişmemiş. benim hayatım bir tık değişti diyebilirim. merak etmeyin, ağlamaya gelmedim zira her şey daha güzel. bir süredir yalnız yaşıyorum misal. bunun pek güzel tarafı yokmuş doğrusu ama en azından gece ikiye üçe dek ukulelemle dolanabiliyorum. yeni ve güzel arkadaşlıklar edindim ki benim için en güzeli de bu.
yine bir süredir tegv' e gidiyorum, çocuklarımdan koşup gelip bu yavruma sığındım. allı morlu sevimli gideyim, bugün beni yormasınlar dedim ama bahar ayı çocuklara yaramış, sürünerek eve döndüm. melek gibi olmuşsun iltifatımı da aldım bu arada, bana papatyam diyen minik bir yakışıklı var, sahiden mest oluyorum. dünyayı çocuklara verelim !
ve evet sonunda ukulele aldım. kendime doğum günü hediyemdi fakat sabırsızlıkta bir dünya markası olduğumdan, doğum günümden hayli önce sipariş ettim. bütün gün elimde ukulele, miyavlayarak dolanıyorum dgjfg
başlangıç için uygun gibi, umarım daha güzelleri hepimizin olur !
çizgi romanım sonunda geldi !!! artık huzur içinde ölebilirim. geldiğinden beri heyecanla kapağına bakıp sayfalarını karıştırıyorum. heyecandan başlayamadım bile djghd aşık olsam ancak bu kadar aşkla izleyebilirdim sanırım, sevgiliyi izler gibi izliyorum. umarım başına bir şey gelmez. önceki sahibi sayfalarına bir şeyler çiziktirmeyi de ihmal etmemiş. ikinci el kitapların da böyle bir güzelliği var, elinizdeki kitabın yaşadığını hissediyorsunuz. sizden önce de bir çift göz gezinmiş üzerinde, bir başkasının parmakları değmiş. bu tür şeyler duygulandırıyor beni, sonra da, nasıl satarsın ?! diye sahibine kızıyorum dsjgh
duygularım konusunda bir farkındalık sahibi olduğum günden beri, onları insanlardan saklamaya dahası sakınmaya özen gösteriyorum. zira çoğu insan başkalarını manen - çoğu kez de maddi olarak - sömürerek yaşamını parazit olarak sürdürmekten keyif alıyor. yalnız bir çocukluk geçirmenin artılarından olsa gerek, duygularımı insanlardan ziyade, gerçekten sevilmeye değer bulduğum diğer canlı varlıklara ve nesnelere vermeyi, kısaca ' doğru ' sevmeyi öğrendiğimi düşünüyorum. ben buna şefkat demeyi tercih ediyorum esasında. sevgi kavramı, gördüğüm, okuduğum ve yaşadığım şeylerden sonra bana çok vahşice geliyor. içinde bolca nefret barındırdığını görüyorum. nefret edebilmeyi dilediğiniz çoğu zaman yıkıcı olsa da, şefkat bambaşka bir duygu. yormuyor, kırmıyor, tüketmiyor. gülümseyip yaşamaya devam ediyorsunuz.
etrafımıza saçtığımız kelimeler oranında ölürüz derken cioran haklıydı. susmak gerekir, sahteliklerden iğrenip, elisabeth gibi, belki günlerce konuşmamak.. bununla birlikte bir miktar yanılıyordu, insan tüm dünyaya sırtını dönse de kendinden kaçamıyor. çoğu kez sustuklarımızdır celladımız. düşünceler bir araya gelip bir silahın silüetine bürünür, artık sadece ayna ve silah vardır. ve kelimeler çoğu kez yalnızca düşleyeni öldürür
duygularım konusunda bir farkındalık sahibi olduğum günden beri, onları insanlardan saklamaya dahası sakınmaya özen gösteriyorum. zira çoğu insan başkalarını manen - çoğu kez de maddi olarak - sömürerek yaşamını parazit olarak sürdürmekten keyif alıyor. yalnız bir çocukluk geçirmenin artılarından olsa gerek, duygularımı insanlardan ziyade, gerçekten sevilmeye değer bulduğum diğer canlı varlıklara ve nesnelere vermeyi, kısaca ' doğru ' sevmeyi öğrendiğimi düşünüyorum. ben buna şefkat demeyi tercih ediyorum esasında. sevgi kavramı, gördüğüm, okuduğum ve yaşadığım şeylerden sonra bana çok vahşice geliyor. içinde bolca nefret barındırdığını görüyorum. nefret edebilmeyi dilediğiniz çoğu zaman yıkıcı olsa da, şefkat bambaşka bir duygu. yormuyor, kırmıyor, tüketmiyor. gülümseyip yaşamaya devam ediyorsunuz.
etrafımıza saçtığımız kelimeler oranında ölürüz derken cioran haklıydı. susmak gerekir, sahteliklerden iğrenip, elisabeth gibi, belki günlerce konuşmamak.. bununla birlikte bir miktar yanılıyordu, insan tüm dünyaya sırtını dönse de kendinden kaçamıyor. çoğu kez sustuklarımızdır celladımız. düşünceler bir araya gelip bir silahın silüetine bürünür, artık sadece ayna ve silah vardır. ve kelimeler çoğu kez yalnızca düşleyeni öldürür
çizgi roman siparişim yine stokta bulunmadığı için reddedildi. neyse ki nadir' de aranırken ingilizcesini gördüm ve neden aklıma gelmedi ki ?! diyerek yapışıp aldım. umarım bu kez de hayal kırıklığına uğramam. benim kadar basit zevkleri olan başka bir varlık daha yoktur fakat gelin görün ki bir kitaba ulaşmak için dahi savaş vermem gerekiyor.
ve sevgili oğuz atay, senin gibi yazmak ne kadar zorsa senin için yazmak da o denli zor. '' şu anda, sana güzel bir söz söyleyebilmek için, on bin kitap okumuş olmayı isterdim. '' diyerek, yine senin sözlerinle affına sığınayım. iyi ki kelimelerine dokunmamıza imkan tanımış hayat. hala, neredeyse her gün fotoğrafını öpüyorum. benimki de böylesi bir tedrici intihar !
güzel marmara' nın sözleriyle, bir veda daha sana :
yabancıların en yakınıydın sen !
ve sevgili oğuz atay, senin gibi yazmak ne kadar zorsa senin için yazmak da o denli zor. '' şu anda, sana güzel bir söz söyleyebilmek için, on bin kitap okumuş olmayı isterdim. '' diyerek, yine senin sözlerinle affına sığınayım. iyi ki kelimelerine dokunmamıza imkan tanımış hayat. hala, neredeyse her gün fotoğrafını öpüyorum. benimki de böylesi bir tedrici intihar !
güzel marmara' nın sözleriyle, bir veda daha sana :
yabancıların en yakınıydın sen !
evren de okula gitmemi istemiyor. sabah erkenden kalkıp hazırlandım, rüzgara rağmen eğitim aşkıyla dolmuşa yürürken gözüme kocaman bir çöp kaçtı. gözümü bir saniye bile açamadan gözyaşları içinde yürürken aynaya bakmayı akıl ettim, haliyle maskaram akmış, pandaya dönmüştüm ! eve gelip yarım saat o şeyi çıkarmaya çalıştım ve evet okula gitmedim, cool story (!) 👍
İyi geceler, ha bir de pandaya dönmemek için gözlüklerinizi unutmayın🐼😎 ve yaşam nasıl daha iyi anlatılabilirdi ?
İyi geceler, ha bir de pandaya dönmemek için gözlüklerinizi unutmayın🐼😎 ve yaşam nasıl daha iyi anlatılabilirdi ?
hayatını bok çukuruna çevirip orada debelenirken etrafındaki insanları suçlayan, hiçbir engeli olmadığı halde nasıl yaşamak istediğine ve bu yaşama kimleri dahil etmek istediğine karar veremeyecek kadar aptal olan insanları bir uçağa tıkıp ilk benim keşfetmiş olacağım bir adaya düşürmek istiyorum. cannibal holocaust !
yersiz öfkemin sebeplerinden biri de maus çizgi romanını hiçbir yerde bulamıyor oluşum. adını hiç duymadığım iki siteden sipariş ettim ve bir tanesi bir süre sonra siparişimi iptal etti. umarım diğerinden de aynı sonucu almam. şu yaşamdan tek isteğim bir çizgi roman fakat bulamıyorum ha ? bir de yılbaşında geekyapar' daki pickle rick figüründen istiyorum. dear santa !
yeniden örgüye sardım, kendime bir minnoşluk yapıp atkı öreceğim. bu şarkı da kendisine atkı örmemi bekleyen gelecekteki uzaylı sevgilime ve aptallara gelsin, iyi geceler dedikodu ailesi
yersiz öfkemin sebeplerinden biri de maus çizgi romanını hiçbir yerde bulamıyor oluşum. adını hiç duymadığım iki siteden sipariş ettim ve bir tanesi bir süre sonra siparişimi iptal etti. umarım diğerinden de aynı sonucu almam. şu yaşamdan tek isteğim bir çizgi roman fakat bulamıyorum ha ? bir de yılbaşında geekyapar' daki pickle rick figüründen istiyorum. dear santa !
yeniden örgüye sardım, kendime bir minnoşluk yapıp atkı öreceğim. bu şarkı da kendisine atkı örmemi bekleyen gelecekteki uzaylı sevgilime ve aptallara gelsin, iyi geceler dedikodu ailesi
akşam halam, karşı komşunun eşinin ev işlerinde ne kadar yardımcı olduğunu söyleyerek eniştemi uzun süre sıkıştırdı. bir süre sonra adam cevap bulamayınca “ çarşambalıyım ben ! ” dedi. bundan sonra her şeye gösterecek tek sebebim budur, mazeretim var çarşambalıyım ben !
bu da sanatsal çağrışım
bu da sanatsal çağrışım
işıkları kapatıp, ışık yayan her şeyin fişini çekip, kulak dövüp ruh okşayan bir müzikle, halıyla sevişip tavanı izlemeli gecelerden biriydi. ne yazık ki gözleri karanlığa alışıyor insanın, istemese de görüyor. keşke zihnimizin de fişini çekip dinlendirebilsek bazen ve içeri hiç ışık sızmasa. kasımın son demlerinde, bu geceki dostlarımdan birini bırakıp iyi geceler diliyorum
stefan zweig ve o dönemdeki insanlar uçağın icadıyla çok heyecanlanmışlar. zira uçakların, kaosu yaratan sınırları aşıp, ortadan kaldırarak barışı getireceğine inanıyorlarmış. aynı nesil, huzur getireceğine inandıkları o uçakların bombalar bırakıp, ülkeleri yerle bir ettiğine şahit olmuş.
ben de bazen tam olarak böyle hissediyorum, sınırlarımın aşılıp, değer verdiğim şeylerin infilak ettiğine şahit oluyorum.
camus' un aklımdan hiç çıkmayan satırları dönüyor beynimde : '' bir akşam, dalgın dalgın hoş bir kitabı karıştırırken, bir an bile duraksamadan: ' tutkulu ruhların çoğunda olduğu gibi, hayattaki inancının tükendiği an gelmişti. ' cümlesini okudum. bir saniye sonra, cümle içimde bir kez daha yankılanıyordu ve gözyaşlarına boğulmuştum. '' işte tam böyle bir anda, ağzınıza aldığınız bir yudum suyu, yüzünüzü kapatıp, defalarca denemenize rağmen yutamayışınızı nasıl açıklarsınız insanlara ? hıçkırıklarını tayin edemeyecek denli acılarından korkan insanlar bilemez yutkunmanın esasında bir savaş olduğunu. oraya buraya iliştirdiğim cümleleri , bana ait bir defteri yanlışlıkla eline alan insanlardan canhıraş saklamanın aciziyetini nasıl anlatırım ? en mahrem gizlerimi bilecek, benim gördüğüm gerçeği göreceklerini sanırım. oysa tüm mahremiyeti cümleleri olan bir insanın gizlerini kavrayamazlar.
insanların hüzünleri ve mutluluklarının sahteliği ve basitliğiyle afallıyorum, bu yüzden uzun süredir cümleleri yalnızca o an ' öyle söylenmesi gerektiği ' için kuruyorum. karşımda duran insanın ruh halinin bende yarattığı kayıtsızlık düşüncelerimi ve cümlelerimi engelliyor, içinde bulunduğum duruma vereceğim karşılığı yerine getirmeye zorluyorum kendimi. hatta bu bazı zamanlar o kadar suni bir şekilde gerçekleşiyor ki, cümle dahi kurmadan birkaç mimik ve belki bir sarılışla geçiştiriyorum. bu kayıtsızlık bir yandan beni memnun ediyor, gerçekleşmesi adına çabaladığım birkaç hayalim var , zamanımı ve düşüncelerimi bunlar için harcamayı yeğliyorum. bununla birlikte günlerim, her biri bir başka duyguyu yansıtan kendi portrelerim arasında hangisinin ben olduğuma karar vermekle geçiyor. bir sonuca varamıyorum zira hepsi benim. nitekim bu da bir sonuca tekabül etmiyor ve hepsi birleşip yalnızca bir silüet oluşturuyor. her gün görüp, derisinden öteye geçemediğimiz herhangi bir yüz.. herkesin gerçeğini ve acısını taşıyabiliriz fakat kendi gerçeklerimize vakıf olmanın acısını taşıyamayız. insanın kendini salt aynada görebilmesinin sebebi bu sanırım. ' kim kurtaracak beni var olmaktan ' diye fısıldıyor yazar.
aynadakinin çilleri var, benim yok.
ben de bazen tam olarak böyle hissediyorum, sınırlarımın aşılıp, değer verdiğim şeylerin infilak ettiğine şahit oluyorum.
camus' un aklımdan hiç çıkmayan satırları dönüyor beynimde : '' bir akşam, dalgın dalgın hoş bir kitabı karıştırırken, bir an bile duraksamadan: ' tutkulu ruhların çoğunda olduğu gibi, hayattaki inancının tükendiği an gelmişti. ' cümlesini okudum. bir saniye sonra, cümle içimde bir kez daha yankılanıyordu ve gözyaşlarına boğulmuştum. '' işte tam böyle bir anda, ağzınıza aldığınız bir yudum suyu, yüzünüzü kapatıp, defalarca denemenize rağmen yutamayışınızı nasıl açıklarsınız insanlara ? hıçkırıklarını tayin edemeyecek denli acılarından korkan insanlar bilemez yutkunmanın esasında bir savaş olduğunu. oraya buraya iliştirdiğim cümleleri , bana ait bir defteri yanlışlıkla eline alan insanlardan canhıraş saklamanın aciziyetini nasıl anlatırım ? en mahrem gizlerimi bilecek, benim gördüğüm gerçeği göreceklerini sanırım. oysa tüm mahremiyeti cümleleri olan bir insanın gizlerini kavrayamazlar.
insanların hüzünleri ve mutluluklarının sahteliği ve basitliğiyle afallıyorum, bu yüzden uzun süredir cümleleri yalnızca o an ' öyle söylenmesi gerektiği ' için kuruyorum. karşımda duran insanın ruh halinin bende yarattığı kayıtsızlık düşüncelerimi ve cümlelerimi engelliyor, içinde bulunduğum duruma vereceğim karşılığı yerine getirmeye zorluyorum kendimi. hatta bu bazı zamanlar o kadar suni bir şekilde gerçekleşiyor ki, cümle dahi kurmadan birkaç mimik ve belki bir sarılışla geçiştiriyorum. bu kayıtsızlık bir yandan beni memnun ediyor, gerçekleşmesi adına çabaladığım birkaç hayalim var , zamanımı ve düşüncelerimi bunlar için harcamayı yeğliyorum. bununla birlikte günlerim, her biri bir başka duyguyu yansıtan kendi portrelerim arasında hangisinin ben olduğuma karar vermekle geçiyor. bir sonuca varamıyorum zira hepsi benim. nitekim bu da bir sonuca tekabül etmiyor ve hepsi birleşip yalnızca bir silüet oluşturuyor. her gün görüp, derisinden öteye geçemediğimiz herhangi bir yüz.. herkesin gerçeğini ve acısını taşıyabiliriz fakat kendi gerçeklerimize vakıf olmanın acısını taşıyamayız. insanın kendini salt aynada görebilmesinin sebebi bu sanırım. ' kim kurtaracak beni var olmaktan ' diye fısıldıyor yazar.
aynadakinin çilleri var, benim yok.
geçen gün üşümüş bir şekilde eve koşup yatağıma sığındım. dalmışım, bir ara kolumu yorgandan çıkarmışım ki üşüyerek uyandım. o uyku ve uyanıklık hali arasında üşüyen, açlıkla sınanan insanlarla sızladı kalbim. bir şeyler yapılmalıydı, büyümeyi hiç bu kadar istemedim. ertesi gün soğuktan donarak ölen iki askerin haberiyle sarsıldım. diyor ya cansever : ' gülemiyorsun ya, gülmek bir halk gülüyorsa gülmektir, ne kadar benziyoruz türkiye' ye ahmet abi. ' tıpkı böyle işte..
dün gece oğuz atay' ın babama mektup parçasını yeniden okuyup dinledim. ' korkuyu beklerken ' kitabında yer alan bu hikaye, oğuz atay' ı en iyi anlatan parça sanırım. karalama defterime istemsizce kolomon moore' nin sadist kadınlarının arasında venüs' ü yerleştirdim hikayeyi dinlerken.
onun ruhunu kendiminikine benzetmişimdir daima hakkım olmayarak. yıllar evvel bu parçayı okuduğumda sahiden de ne kadar yakın olduğumuzu idrak etmiştim. sonraları daha bir şefkatle öptüm fotoğrafını. ben de babasına kızgın çocuklardan biriydim. büyüdükçe esasında ne kadar benzediğimizi, sahip olduğum tüm güzel duyguları ondan aldığımı fark ettim. en acısı kötü yönlerimin de onunkiyle benzeşiyor oluşuydu benim için. anlayıp, affetmek büyümeye delalet sanıyorum. onu affettikçe mi anladım, anladıkça mı affettim bilmiyorum fakat ilk kez birinin özlemiyle ağladım. benzeşmek her zaman o kadar iyi değil, ikimiz de duygularımızı belli etmek konusunda beceriksiziz, üstelik yabancıymışız gibi büyümüşken ben, her şey daha zor oluyor. babamı çok özlüyorum ve yanındayken içimden geldiği gibi sarılamıyorum ona, ne tuhaf bir duygu. diğer insanları tanıdıkça ona sarılma isteğim artıyor. pamuklara sarılarak büyüyen biri olmama rağmen hiçbir zaman korunmaya ihtiyaç duymadım. yeri geldi kavga ettim, yeri geldi bile bile başımı belaya sokmaktan çekinmedim. tüm arkadaşlarımın karşıma dikildiği o gün dahi eğilmedim. dün o parçayı dinledikten sonra aslında ne kadar küçük olduğumu gördüm. huzur çok farklı bir duygu, yaşamdan mutluluk istemiyorum zira mutluluk bencilce gelmiştir bana hep. mutlu olmak zorunda değilim fakat huzurlu olmak istiyorum. etrafımda benimle ilintili fakat asla bana ait olmayan binlerce sorunun ve insanın arasında çekiştirilirken, gülümsemekle yetiniyorum. kimseye karşı öfke duyamıyorum zira herkes bir yerinden haklı. bağışladıkça kalbindeki yük hafifliyor insanın, son yıllarda bunu adet edindim. karşıma çıkan her insan bir farkındalık bırakıyor ve insanın, salt sahip olmak isteyen, gördükleri ve duyduklarıyla yetinen ucuz bir yaratık olduğu idrakiyle aradığım huzura bir parça sahip olarak devam ediyorum yaşamıma. bir an önce ideallerimi gerçekleştirip izole bir yaşam sürmek istiyorum. bunun için çalışmak güç veriyor bana. bir süredir iş arıyorum fakat ailem buna pek sıcak bakmadığı için, daha ziyade hedeflediğim şeylerin bir kısmını gerçekleştirmek adına para biriktirebileceğim kısa süreli işler bakıyorum. umarım en kısa sürede bu sorunumu da halletmiş olurum.
uzun ve dağınık oldu fakat insan her zaman bu tür şeyler paylaşacak gücü bulamadığı gibi, anlaşılmaya insan da bulamıyor. muhtemelen burada da okunmayacak bir yazı fakat paylaşmak bir miktar da olsa rahatlatıyor insanı.
oğuz atay' ın mektubunu bırakıyor, iyi geceler diliyorum.
işte bütün terakkinizi gördüm ve aslıma rücu ediyorum.
dün gece oğuz atay' ın babama mektup parçasını yeniden okuyup dinledim. ' korkuyu beklerken ' kitabında yer alan bu hikaye, oğuz atay' ı en iyi anlatan parça sanırım. karalama defterime istemsizce kolomon moore' nin sadist kadınlarının arasında venüs' ü yerleştirdim hikayeyi dinlerken.
onun ruhunu kendiminikine benzetmişimdir daima hakkım olmayarak. yıllar evvel bu parçayı okuduğumda sahiden de ne kadar yakın olduğumuzu idrak etmiştim. sonraları daha bir şefkatle öptüm fotoğrafını. ben de babasına kızgın çocuklardan biriydim. büyüdükçe esasında ne kadar benzediğimizi, sahip olduğum tüm güzel duyguları ondan aldığımı fark ettim. en acısı kötü yönlerimin de onunkiyle benzeşiyor oluşuydu benim için. anlayıp, affetmek büyümeye delalet sanıyorum. onu affettikçe mi anladım, anladıkça mı affettim bilmiyorum fakat ilk kez birinin özlemiyle ağladım. benzeşmek her zaman o kadar iyi değil, ikimiz de duygularımızı belli etmek konusunda beceriksiziz, üstelik yabancıymışız gibi büyümüşken ben, her şey daha zor oluyor. babamı çok özlüyorum ve yanındayken içimden geldiği gibi sarılamıyorum ona, ne tuhaf bir duygu. diğer insanları tanıdıkça ona sarılma isteğim artıyor. pamuklara sarılarak büyüyen biri olmama rağmen hiçbir zaman korunmaya ihtiyaç duymadım. yeri geldi kavga ettim, yeri geldi bile bile başımı belaya sokmaktan çekinmedim. tüm arkadaşlarımın karşıma dikildiği o gün dahi eğilmedim. dün o parçayı dinledikten sonra aslında ne kadar küçük olduğumu gördüm. huzur çok farklı bir duygu, yaşamdan mutluluk istemiyorum zira mutluluk bencilce gelmiştir bana hep. mutlu olmak zorunda değilim fakat huzurlu olmak istiyorum. etrafımda benimle ilintili fakat asla bana ait olmayan binlerce sorunun ve insanın arasında çekiştirilirken, gülümsemekle yetiniyorum. kimseye karşı öfke duyamıyorum zira herkes bir yerinden haklı. bağışladıkça kalbindeki yük hafifliyor insanın, son yıllarda bunu adet edindim. karşıma çıkan her insan bir farkındalık bırakıyor ve insanın, salt sahip olmak isteyen, gördükleri ve duyduklarıyla yetinen ucuz bir yaratık olduğu idrakiyle aradığım huzura bir parça sahip olarak devam ediyorum yaşamıma. bir an önce ideallerimi gerçekleştirip izole bir yaşam sürmek istiyorum. bunun için çalışmak güç veriyor bana. bir süredir iş arıyorum fakat ailem buna pek sıcak bakmadığı için, daha ziyade hedeflediğim şeylerin bir kısmını gerçekleştirmek adına para biriktirebileceğim kısa süreli işler bakıyorum. umarım en kısa sürede bu sorunumu da halletmiş olurum.
uzun ve dağınık oldu fakat insan her zaman bu tür şeyler paylaşacak gücü bulamadığı gibi, anlaşılmaya insan da bulamıyor. muhtemelen burada da okunmayacak bir yazı fakat paylaşmak bir miktar da olsa rahatlatıyor insanı.
oğuz atay' ın mektubunu bırakıyor, iyi geceler diliyorum.
işte bütün terakkinizi gördüm ve aslıma rücu ediyorum.
uzun zaman sonra dün bir bebiş sevdim. o kadar şişko ve tatlıydı ki ! sarışınları çok seviyormuş, gidene dek gözlerini benden ayırmadı. yüzümü okşuyor, sırıtıyor bakıp bakıp fjgkf hayatımın erkeğini buldum sanırım 😻💃
elimde nefis bir kitap var ve köyde sonbahar çok güzel 🍂
elimde nefis bir kitap var ve köyde sonbahar çok güzel 🍂
şehirde yağmura da sonbahara da katlanamıyorum. köye veyahut ilkbahara ışınlanmam gerek. şehrin kasveti bile bayağı..
günün şarkısı
' and he' s weak with evil and broken by the world '
günün şarkısı
' and he' s weak with evil and broken by the world '
neredeyse tüm yaz on birde yatıp dokuzda kalkan bünyemin, pazartesi yaklaştıkça üçte yatıp birde kalkmaya alışması..
iyi akşamlar, ders kayıt sisteminin çıldırttığı dedikodu sakinleri.. ben de tertemiz delirdim. dördüncü sınıf derslerinden biri aniden (?!) bizim döneme alınmış, alttan da dersim olduğu için fazlalık ' bir ' kredi yüzünden derslerimden birini alamıyorum. ben de bir bay hyde yaratacağım kendimden, zamanı geldi.
bugün kardeşim sınıfından bir çocuğa olan aşkını anlattı dfjgndf aşkı tarif ediş biçimi sahiden çok yalın ve güzeldi : ' bak abla, biliyorum çok saçma, kendime de '' hayır, sen onu sevmiyorsun '' diyorum ama ne yaparsam yapayım aklımdan çıkaramıyorum. onu düşünmemeye çalışsam da beynimin içinde dönüp duruyor. ' ve sevgisine vücut buldurma biçimi daha da hoştu : ' ikimiz de çocuğuz biliyorum, bu yüzden zaten sevgili olmak istemiyorum ama çok yakın arkadaş olalım istiyorum. ' hikayenin dramatik kısmıysa bunları bana anlatıyor oluşuydu djfgdf. on üç yaşındaki bir çocuğa aşkın esasında ne olduğunu anlatma gafletinde bulunmadım elbette.
yine de bir abla öğüdü olarak, patronumuz tommy' nin de anısına şunu şuraya iliştirmeyi görev bilirim. güzel geceler
bugün kardeşim sınıfından bir çocuğa olan aşkını anlattı dfjgndf aşkı tarif ediş biçimi sahiden çok yalın ve güzeldi : ' bak abla, biliyorum çok saçma, kendime de '' hayır, sen onu sevmiyorsun '' diyorum ama ne yaparsam yapayım aklımdan çıkaramıyorum. onu düşünmemeye çalışsam da beynimin içinde dönüp duruyor. ' ve sevgisine vücut buldurma biçimi daha da hoştu : ' ikimiz de çocuğuz biliyorum, bu yüzden zaten sevgili olmak istemiyorum ama çok yakın arkadaş olalım istiyorum. ' hikayenin dramatik kısmıysa bunları bana anlatıyor oluşuydu djfgdf. on üç yaşındaki bir çocuğa aşkın esasında ne olduğunu anlatma gafletinde bulunmadım elbette.
yine de bir abla öğüdü olarak, patronumuz tommy' nin de anısına şunu şuraya iliştirmeyi görev bilirim. güzel geceler
nabokov' un önerisiyle, dr. jekyll and mr hyde ı okudum. nasıl bu kadar geç kalmışım ! ondan sonraki tüm kitap ve filmlerin, bilhassa kafka' nın dönüşüm kitabının ilham kaynağı bana kalırsa. aklıma gelen ilk eserlerden biri de coelho' nun ' şeytan ve genç kadın ' kitabı oldu. şöyle bir bölümü var ki yıllardır aklımdan çıkmaz satırları :
'' leonardo da vinci ' son akşam yemeği ' isimli resmini yapmayı düşündüğünde büyük bir güçlükle karşılaştı. iyiyi isa ' nın bedeninde, kötüyü de isa ' nın arkadaşı olan ve son akşam yemeğinde o ' na ihanet etmeye karar veren yahuda ' nın bedeninde tasvir etmek zorundaydı. resmi yarım bırakarak bu iki kişiye model olarak kullanabileceği birilerini aramaya başladı. bir gün bir koronun verdiği konser sırasında korodokilerden birinin isa tasvirine çok uyduğunu fark etti. o'nu poz vermesi için atölyesine davet etti, sayısız eskiz çizdi. aradan üç yıl geçti... ' son akşam yemeği ' neredeyse tamamlanmıştı, ancak vinci henüz yahuda için kullanacağı modeli bulamamıştı. leonardo'nun çalıştığı kilisenin kardinali, resmi bir an önce bitirmesi için ressamı sıkıştırmaya başladı... günlerce aradıktan sonra leonardo vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam buldu. paçavralar içindeki bu adam sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda kaldırım kenarına yığılmıştı.. leonardo yardımcılarına adamı güçlükle de olsa kiliseye taşımalarını söyledi, zira artık eskiz çizecek zamanı kalmamıştı. kiliseye varınca yardımcıları adamı ayağa diktiler. zavallı başına gelenleri anlamamıştı. leonardo adamın yüzünde görünen inançsızlığı, günahı, bencilliği resme geçiriyordu. ressam işini bitirdikten sonra sarhoşluğun etkisinden kurtulan berduş gözlerini açtı ve bu harika duvar resmini gördü. şaşkınlık ve hüzün dolu bir sesle şöyle dedi : ' ben bu resmi daha önce gördüm ' ' ne zaman ? ' diye sordu ressam. o da şaşırmıştı ! ' üç yıl önce.. elimde avucumda olanı kaybetmeden önce.. o sıralarda bir koroda şarkı söylüyordum, pek çok hayalim vardı, bir ressam beni isa' nın yüzü için modellik yapmak üzere davet etmişti.. '
iyi ve kötünün yüzü aynıdır.. her şey insanın yoluna ne zaman çıkacağına bağlıdır. "
bu da tanıdığımız en sevilesi hyde olan durden' dan, iyi uykular müdavimler.
'' leonardo da vinci ' son akşam yemeği ' isimli resmini yapmayı düşündüğünde büyük bir güçlükle karşılaştı. iyiyi isa ' nın bedeninde, kötüyü de isa ' nın arkadaşı olan ve son akşam yemeğinde o ' na ihanet etmeye karar veren yahuda ' nın bedeninde tasvir etmek zorundaydı. resmi yarım bırakarak bu iki kişiye model olarak kullanabileceği birilerini aramaya başladı. bir gün bir koronun verdiği konser sırasında korodokilerden birinin isa tasvirine çok uyduğunu fark etti. o'nu poz vermesi için atölyesine davet etti, sayısız eskiz çizdi. aradan üç yıl geçti... ' son akşam yemeği ' neredeyse tamamlanmıştı, ancak vinci henüz yahuda için kullanacağı modeli bulamamıştı. leonardo'nun çalıştığı kilisenin kardinali, resmi bir an önce bitirmesi için ressamı sıkıştırmaya başladı... günlerce aradıktan sonra leonardo vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam buldu. paçavralar içindeki bu adam sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda kaldırım kenarına yığılmıştı.. leonardo yardımcılarına adamı güçlükle de olsa kiliseye taşımalarını söyledi, zira artık eskiz çizecek zamanı kalmamıştı. kiliseye varınca yardımcıları adamı ayağa diktiler. zavallı başına gelenleri anlamamıştı. leonardo adamın yüzünde görünen inançsızlığı, günahı, bencilliği resme geçiriyordu. ressam işini bitirdikten sonra sarhoşluğun etkisinden kurtulan berduş gözlerini açtı ve bu harika duvar resmini gördü. şaşkınlık ve hüzün dolu bir sesle şöyle dedi : ' ben bu resmi daha önce gördüm ' ' ne zaman ? ' diye sordu ressam. o da şaşırmıştı ! ' üç yıl önce.. elimde avucumda olanı kaybetmeden önce.. o sıralarda bir koroda şarkı söylüyordum, pek çok hayalim vardı, bir ressam beni isa' nın yüzü için modellik yapmak üzere davet etmişti.. '
iyi ve kötünün yüzü aynıdır.. her şey insanın yoluna ne zaman çıkacağına bağlıdır. "
bu da tanıdığımız en sevilesi hyde olan durden' dan, iyi uykular müdavimler.
geçen gün sevgilisini döven bir adam (!) ın videosunun altında, bir kadın (!) ın ' ya adamın hareketleri bir tek benim mi hoşuma gitti dfklglf ' deyip bu yorumla binlerce destek almasına şahit oldum. söylenecek pek çok şey var elbette o insan müsveddelerine.
ilişkilerin bir besin piramidi ekseninde ilerlemesi beni iğrendiriyor. evet, muhteşem hayatlarımız yok ve ne yazık ki taşıyabileceğimizden fazlasını yaşadığımız durumlarda bir omuza ihtiyaç duyuyoruz zira insanız. fakat bu bahanenin ardına sığınıp, bunu mutualist bir yaşam biçimine dönüştürüp olayı parazitliğe vardırmak sahiden akıl almaz bir süreç. etrafımdaki ilişkilerin sömürü odaklı olması midemi bulandırıyor. sömürülen ya bedenler oluyor veyahut ruhlar..
bir insan, nasıl başka bir insanın kendisi üzerinde böylesi rezil bir hakimiyet kurmasına izin verir ? benim ellerim yeri geldi kazma kürek tuttu, toza toprağa bulandı, yeri geldi kitap taşıdım. çuval da taşıdım şövale de.. hakaret de işittim, dünyanın en güzel müziklerini de dinledim. babamın parkasıyla da yürüdüm, topuklu ayakkabılarımla da çınlattım sokakları. ellerim ojeli de olsa, kir pas içinde de olsa aynı sınırsız kalple karşılık verdim dünyaya. bu yüzden hiçbir erkeğin karşısında böyle rezilce eğilmem, eğilen bir kadın da görmeye tahammül edemem.
yeni gelen arkadaşlarımıza benim hoş geldinim de böyle olsun. cinsiyetiniz ne olursa olsun, bir cinsiyetiniz olsun yahut olmasın, siz değerlisiniz ve bunun tek ölçüsü de sizsiniz. bir suç ortağının tasdiğine ihtiyaç duymamanız dileğiyle (kıps cioran) !
bu yazının ulaştığı tüm kadınlara sevgili pessoa' nın sözleriyle veda ediyorum :
'' karşısında alçalacağım bir şey varsa, o da kendi açtığım bayraktır; kendi yüzüme karşı attığım kahkaha duyunca selam durduğum boru sesi, kendimi doğurduğum şafağın yaratıcısıdır. ''
ilişkilerin bir besin piramidi ekseninde ilerlemesi beni iğrendiriyor. evet, muhteşem hayatlarımız yok ve ne yazık ki taşıyabileceğimizden fazlasını yaşadığımız durumlarda bir omuza ihtiyaç duyuyoruz zira insanız. fakat bu bahanenin ardına sığınıp, bunu mutualist bir yaşam biçimine dönüştürüp olayı parazitliğe vardırmak sahiden akıl almaz bir süreç. etrafımdaki ilişkilerin sömürü odaklı olması midemi bulandırıyor. sömürülen ya bedenler oluyor veyahut ruhlar..
bir insan, nasıl başka bir insanın kendisi üzerinde böylesi rezil bir hakimiyet kurmasına izin verir ? benim ellerim yeri geldi kazma kürek tuttu, toza toprağa bulandı, yeri geldi kitap taşıdım. çuval da taşıdım şövale de.. hakaret de işittim, dünyanın en güzel müziklerini de dinledim. babamın parkasıyla da yürüdüm, topuklu ayakkabılarımla da çınlattım sokakları. ellerim ojeli de olsa, kir pas içinde de olsa aynı sınırsız kalple karşılık verdim dünyaya. bu yüzden hiçbir erkeğin karşısında böyle rezilce eğilmem, eğilen bir kadın da görmeye tahammül edemem.
yeni gelen arkadaşlarımıza benim hoş geldinim de böyle olsun. cinsiyetiniz ne olursa olsun, bir cinsiyetiniz olsun yahut olmasın, siz değerlisiniz ve bunun tek ölçüsü de sizsiniz. bir suç ortağının tasdiğine ihtiyaç duymamanız dileğiyle (kıps cioran) !
bu yazının ulaştığı tüm kadınlara sevgili pessoa' nın sözleriyle veda ediyorum :
'' karşısında alçalacağım bir şey varsa, o da kendi açtığım bayraktır; kendi yüzüme karşı attığım kahkaha duyunca selam durduğum boru sesi, kendimi doğurduğum şafağın yaratıcısıdır. ''
merhaba !
boş işler müdürü olarak , la double vie de veronique' deki kukla sahnesinden sonra bu kez de kuklalarla kafayı bozdum. filmden sonra kuklalarla ilgili bir ton belgesel izledim ve tam anlamıyla büyülendim ! fakat ne yazık ki internette pinokyo kuklaları dışında marionette bulmak imkansız. ahşap kukla yapmak için insanlar yıllarını veriyorken kendim yapmam da imkansızlaşınca polimer kilden de yapılabiliyor olmasıyla aydınlandım ve geniş bir zamanda kukla yapmayı deneyeceğim. hikayesini yazıp, bu hikayeyi resimlendirip karakterlere ahşapla hayat vermek, bunu bir tiyatroya dönüştürmek.. bu süreç bana tarifsiz hisler yaşatıyor ve gerçekleştirmek için o kadar sabırsızlanıyorum ki yazarken dahi titreyen bacaklarıma hakim olamıyorum sdkgjf
boş işler müdürü olarak , la double vie de veronique' deki kukla sahnesinden sonra bu kez de kuklalarla kafayı bozdum. filmden sonra kuklalarla ilgili bir ton belgesel izledim ve tam anlamıyla büyülendim ! fakat ne yazık ki internette pinokyo kuklaları dışında marionette bulmak imkansız. ahşap kukla yapmak için insanlar yıllarını veriyorken kendim yapmam da imkansızlaşınca polimer kilden de yapılabiliyor olmasıyla aydınlandım ve geniş bir zamanda kukla yapmayı deneyeceğim. hikayesini yazıp, bu hikayeyi resimlendirip karakterlere ahşapla hayat vermek, bunu bir tiyatroya dönüştürmek.. bu süreç bana tarifsiz hisler yaşatıyor ve gerçekleştirmek için o kadar sabırsızlanıyorum ki yazarken dahi titreyen bacaklarıma hakim olamıyorum sdkgjf
bu gece hayatımın en güzel anlarından birini yaşadım. karanlıkta uzanmış, bir kieslowski filmi izlerken, birden ağaçların arasına saklanmış ayın kızıllığını fark ettim. bir süre yıldızları izledim, sonra filme döndüm, sonra yine ayı izledim, sonra yine film, yine yıldızlar.. ay, onu görmem için tamamen ortaya çıkana dek böyle bir döngü içinde bitirdim filmi. böyle anlarda tarif edemediği bir his kaplıyor insanın içini. yıldızlara bakarken, yıllar evvel annemle kargaları izlediğimiz noktaya takıldı gözlerim. sonra yine yıldızlar.. ve yıllardır hiç değişmeyen gökyüzünü düşündüm.
edebiyat dergileriyle aram pek iyi değildir fakat oldukça gecikmeli olarak bir dergi keşfettim ve muhtemelen düzenli olarak alacağım tek edebiyat dergisi olacak ' notos '. keşfettiğim ilk sayısının nabokov üzerine olmasının güzelliği .. sanırım vera' nın reenkarne olmuş haliyim. nabokov' la bu kadar sık karşılaşmamızın başka bir açıklaması olamaz. vera için ne acı dfgfj
hayatımı bir film olarak tahayyül edecek kadar önem vermiyorum kendime fakat bugün bu şarkıyı defalarca dinledikten sonra, hayatımın bir fon müziği olsaydı, şu sıralar kesinlikle bunu seçerdim dedim kendime.
iyi geceler değerli müdavimler.
edebiyat dergileriyle aram pek iyi değildir fakat oldukça gecikmeli olarak bir dergi keşfettim ve muhtemelen düzenli olarak alacağım tek edebiyat dergisi olacak ' notos '. keşfettiğim ilk sayısının nabokov üzerine olmasının güzelliği .. sanırım vera' nın reenkarne olmuş haliyim. nabokov' la bu kadar sık karşılaşmamızın başka bir açıklaması olamaz. vera için ne acı dfgfj
hayatımı bir film olarak tahayyül edecek kadar önem vermiyorum kendime fakat bugün bu şarkıyı defalarca dinledikten sonra, hayatımın bir fon müziği olsaydı, şu sıralar kesinlikle bunu seçerdim dedim kendime.
iyi geceler değerli müdavimler.
aynı gökyüzünün altında, kaç beden eskittim ? insanüstü bir kayıtsızlıkla bulutları izlerken düşünüyorum bunları. aynı gökyüzü altında, birkaç asır önce ağladıklarıma gülerken idrak ediyorum varlığımın gülünçlüğünü. biri, hiçbiri, binlercesi.. yıllar evvel okuduğum bir pirandello romanı. moscarda' nın , eşi vesilesiyle burnundaki, belki varlığındaki kusuru fark etmesiyle başlıyor roman. biriyken, hiçbiri oluyor moscarda. sonra binlercesi olmayı deniyor ve en nihayetinde koca bir ' hiç ' olarak çıkıyor karşımıza. İnsanoğlunun bilinçsiz döngüsüdür bu. ilkin, ' biri ' olduğumuzu sanırız. o 'biri' ne göre yaşamayı hedefleriz tüm yaşamımızı. sonra bir gün, kendini biri sanan bir başkası, ' hiçbiri' olduğumuzu öğretir bize. insan, ancak varlığındaki kusuru fark ettiğinde yahut sarıldığı biricik giysinin gülünçlüğüyle cüceleştiğinde yaşamaya başlar. asıl kopuş oradadır ve artık ne ' biri ' dir o, ne de ' hiçbiri'.. ' binlercesi ' dir. her yeni parmak için biri olmaya çalışır. ailesi için, arkadaşları için, sevgilisi için, sokaktan geçen herhangi biri için bir ben yaratır. binlercesi olmaya çalışırken kaybeder kendini. belki de delilerdir yalnız bu döngüyü tamamlayan. bizler asırlardır, aynı gökyüzünün altında dönen bulutlar gibi bin parça olmuş, bir zamanlar ağladıklarımıza gülüyor, güldüklerimize ağlıyoruz. bazen benim gibi birkaç tanesi başını kaldırmayı akıl ediyor. oysa bilmemeli insan. eski bir dostoyevski hastalığı sarıyor bedenimi. iliklerime kadar ' anlıyorum '.
gökyüzü yasaklanmalı !
'' bu adam fezadan
fezada, fezada ''
gökyüzü yasaklanmalı !
'' bu adam fezadan
fezada, fezada ''
aşık olduğum rüştü asyalı' nın sesinden, aşık olduğum bir şiir. bazı şiirler ne kadar okunursa okunsun eskimiyor, en olmadık zamanda hatıra geliyor.
aysel' ler gibi
' içinden bir gemi kalkıp gitmemiş '
aysel' ler gibi
' içinden bir gemi kalkıp gitmemiş '