frances
burada kendi gibi olan erkeklere teşekkür etmek istiyorum. çünkü yüz yüzeyken düşündükleri gibi konuşmuyorlar, davranmıyorlar. (bunu her iki cins için de söyleyebilirim) burada her türden pisliğin içlerinde barındığını, yeri geldiğinde ne kadar adileşebildiklerini öğrendim.
frances
bahsetmek istediğim çağımızın vebası arabesk... (sondaki üç noktaya dikkatinizi çekmek isterim. o üç nokta olmazsa yeterli arabesk verimi elde edilemez) kurban olduklarım yapmayın. babayı ben de severim ama sizi görse o da bıyık altından gülerdi. İzlediğiniz diziler iq derecenizin içine ediyor. biraz sorgulayın, eleştirin ciğerini yediklerim.
frances
midem içine göçmüş. dün akşamdan beri yemek yemediğimi fark ettim. bugün kahvaltı yapmadım, öğle yemeği yemedim. akşam yerim diye yemek hazırlayıp buzdolabına koymuştum ama unuttum. şimdi ısıtıp yiycem çünkü galiba şekerim düştü. ama asıl kalbimi yaralayan şey ev arkadaşımın hazırladığım tencerenin yarısını gömmesi ve bana gel beraber yiyelim dememesi... İki oda ötede ölsem ruhu duymaz. çok yalnızım atam!
frances
arkadaşlar şu sevgilileri rahat bırakın allah aşkına. şuradakilerin %30'u yolda gördüğü sevgililere sövmeye gelmiş. yazık lan, o kadar bedduaya insan mı dayanır?
frances
ben mi kötü kalpliyim insanlar mı yufka şeker anlamıyorum. belki el bebek gül bebek çocukluk geçirmişlerdir. öyle tahmin ediyorum. damarlarınızı kesip küvete yatmaya ne kadar bayılıyorsunuz. hayatında şöyle esaslı bir üzüntü yok ki canına kıysın! İşi gücü insanların yaşam enerjisini sömürmek. hiç sonlanmayan fakir edebiyatları... çözüm odaklı olmaya çalışıyorum. bak şöyle şöyle yaparsan bunları yaşamazsın diyorum. ama neden benim başıma geliyor hep bunlar ühü ühü... en başa tekrar dönüyoruz. tüm hikayeyi baştan dinliyoruz. sızlana sızlana 100 yıl yaşar bunlar ben söyleyim. beni de 30'umda gömerler. sonra mezarıma gelir orda da kendi dertlerini anlatırlar. birisi de demiyor ki frances senin hiç mi derdin yok? olsa bile sana mı anlatırım itin oğlu! yine bir şekilde konuyu kendi dertlerine getirirsin sen.
frances
bugün mühendisliğin kantinindeki kare gömlekli çocuk tarafından aşağılandım. kendisi bu siteyi hayatta okumaz çünkü hepinizden havalıdır. o yüzden içimi dökücem, engel olmayın. sevilmeye çalıştıkça; güzel görünmeye, tatlı biri gibi davranmaya, komik olmaya çalıştıkça insanlar üzerinde tam tersi etki bırakıyoruz. onları gerçekten önemsediğimizde, hissettiklerini, yaşadıklarını öylesine değil de tüm dikkatimizi vererek dinlediğimizde ve hislerini paylaştığımızda minnet duymuyor insanlar. onlara bir dostun yapması gerektiği gibi kırmadan, incitmeden gerçekleri söylüyoruz. bariz bir kötülük yapıyorlarsa uyarıyoruz. ama kötü olan biz oluyoruz. onlara güzel olduklarını, kusurlarıyla barışmalarını, bizim onları bu halleriyle sevdiğimizi söylüyoruz. ama hoşlarına gitmiyor. aslında tüm bunları sevilmek için yapıyoruz. onlar da aynısını bize yapsın diye, mantıklı. karşılığını alamadığımızda hırçınlaşmamızın sebebi de bu. peki karşılığını neden alamıyoruz? çünkü bazı insanlar -bakın bazı diyorum- dayak yemek ister, itilip kakılmak ister, hor görülmek ister, küçük düşürülmek ister. ancak öyle bağlanır. grinin elli tonu gibi ama sekssiz olanı. hayır, tabi ki o şekilde değil. yani sevilmediklerini hissettikçe kendilerini sevdirmeye çalışırlar ve iyi insan olurlar. ama iyi davrandığınızda... hhooeeff! onlar için sıkıcı olursunuz, yapışkan olursunuz, hassas olursunuz. bi git ya olursunuz. az ötede otur bunaldım olursunuz. o yüzden götlerine tekmeyi vurun geri gelsinler. yollayın geri gelsinler. yoyo gibi aynı. yoyoyu bilirsiniz. küçükken oynardık hani. bıktık artık. güzellikle halletmeye çalıştık, olmadı.
frances
ne biçim manyak munyak işler bunlar ya... havadan sudan konuşamadık. arkadaş olamadık. birbirimizi tanıyamadık. hakkımda başkalarıyla konuşmak yerine bir selam versen bunların hepsi olurdu. ama şimdi sevgilin varken olmaz. demi? rezil bir durum olur. gel diyorsun da neyin olarak geleyim ayten? anan olarak mı geleyim?
frances
çevremdeki bazı insanlar çok duygusal olduğunu filan söyler daima. her filme ağlar, kar yağınca sokakta kalanları düşündüğünü söyler. ufacık bir patlama oldu. hissettiniz mi? sanki 4 şiddetinde deprem olmuş gibi "ankarada patlama olmuş yaa.. hımmm duydum" diyoruz ama kaçımız bu patlamayla ilgili bir şeyler merak ediyoruz? neden? nasıl? kim tarafından? kim sebep oldu? neden biz? bu gidişle ne olacak? amaç nedir? bunları merak eden oluyor mu? çünkü yanıtı aramamanın hiçbir açıklaması yok. çok soğukkanlısınız. korkuyorum. allah hayırlısını versin diyorum ama pek hayırlı bir yönde ilerlediğimizi düşünmüyorum açıkçası. ağzımız açık yayık ayranı gibi bize sunulan dizileri, düzmece izdivaçları filan izliyoruz ama dünya basını merak ediyor arkadaşlar. onlar bizi yayınlıyorlar. biz elma soyup dizi izlerken onlar türkiye diye bir ülkedeki ölen insanlar için üzülüyorlar. biz yapış yapış duygu sömürüsünü severiz. ağlayan, rol yapan, yalandan krizlere giren, zayıf insanlara hayran oluruz, onların yolundan gideriz. duygusal olduğumuzu iddia ederiz. vicdan bunun tam tersidir. vicdan da bir duygudur. edinin.
frances
yine ağlamaya geldim. kusura bakmayın. konuşabileceğim biri yok. neyse, bir insanın en büyük zayıflığı birini kendinden daha çok sevmesidir diye düşünüyorum ben. başkası ne düşünür bilmem ama son birkaç gündür bunu anladım. güzelce anladım. aşka inanmam çünkü yaşamadım da görmedim de. gözümle görmediğim bir tek allah'a inanırım. ama aile bu dünyada anlamlı olan tek şeydir. bir yere ait olmak, birileri tarafından kabul edilmek, karşılıksız sevilmek... umarım sevdiğiniz insanlar hep sağlıklı ve mutlu olur. çünkü en önemli şey bu. her şey bu. benim sahip olduğum tek şey bu. kendi ameliyatımdan önce bile, ilacı damarlarıma verdikleri sırada bile onlar için dua ettim. gerçekten bu kadar sevgi fazla. ağır geliyor. İnancım tam değil. her şeyden şüphe ederim. bayağı günahkarım yani, inkar konusunda, ama şüphe etmediğim bir şey varsa o da beni kendinden çok seven insanların olduğudur. İşte bu his çok tehlikeli bir his, anlatabiliyor muyum? bunu kaybetmekten ölesiye korkuyorum.
frances
ruhum çok daralıyor. kalp krizi filan geçirecek gibiyim. kapılara, pencerelere dokunamıyorum. sürekli çarpılıyorum. vücudumdaki statik elektrik dağılsın diye sürekli banyo yapıyorum. ağlayasım da çok var ama yorgunum. bedenim yorgun. şu eyelinerı silmeden ağlamak istemiyorum. açıkçası ağlamak istemiyorum. ağladıktan sonra o yalancı huzur hissinden nefret ediyorum. bana çocukluğumu hatırlatıyor. gırtlağım düğümlenene kadar ağlayıp uyuyakaldığım günleri, yumuşak sıcak yatağıma gömülüp lahana bebeğime sarılarak uyumamı hatırlatıyor. o bebek ağda pekkandan daha çok operasyon geçirdi. 20 yıllık bir bebek, kendine has bir kokusu var ama güzel. üniversiteye kadar onunla uyudum her gece. annesi gibi bişeydim. o aklıma geliyor her ağladığımda. en son ne zaman ağladım hiç hatırlamıyorum. artık hiç ağlamıyorum. eskiden hakkını vererek ağlardım. mesela bir başladım mı 3 saat sürerdi. gözüme turp koyardı annem ama çok feci kızarırdı gözlerim. İşte öyle ağlasam anca düzelirim. ama 4-5 yıldır ağlamadım. eksikliğini hissediyorum.
frances
çok vahim bir durum var. kızlarda biraz daha sık rastladığımız bir durum bu ama erkeklerde de görülebiliyor. bizi kim üzüyorsa, kim canımızı sıkıyorsa biz onu seviyoruz. tüm kalbiyle seven, sadece hoşlanmakla kalmayıp gelecek hayalleri kuran, saf duygular besleyen, temiz insanlara ise şans vermiyoruz. onlar da gururlu insanlar oldukları için üstelemiyor fazla. İyi de yapıyorlar. nedir bu içimizdeki eziklik, ben anlayamadım. küçükken bir şeyleri yanlış yaşatmışlar bize. aşkı dizilerden öğrenmemeliydik. anne-babamızdan öğrenmeliydik.
frances
arkadaşlar siz üniversitede okuyan insanlarsınız. bu ne demek? 12 yıl boyunca türkçe dersi aldınız. bu derslerden sınav oldunuz. öss gibi bir sınavı kazandınız. hala cümle kuramayanlar görüyorum. o kadar önemli değil. aslında hoş görmek benim için zor değil. ama fikirleriniz beni bunları yazmaya itti. başına "benim fikrim bu, kendi kanaatimce, ben öyle düşünüyorum" filan yazınca ağzına gelen her şeyi söyleyebileceğini sanan adamlar var burada. pardon, "adam" demişim. kadın da olabilir. şöyle giyinen erkekler gaydir. böyle giyinen kızlar yolludur. oldu. sen nesin? kafası çürümüş insanlar görüyorum. cehalet görüyorum. genelleme görüyorum. cümle kuramayan birinin karşınıza çıkıp ne giymeniz, nasıl davranmanız, nasıl düşünmeniz gerektiğiyle ilgili yıkıcı eleştirilerde bulunması sizi çileden çıkartmıyorsa kendinize "ben bir insanım" bile demeyin. siz ot olmuşsunuz. o kadar sinirlendim ki konudan konuya atlıyorum. her gün tramvayda, r11de karşılaştığım insanlar bu kadar beyinsiz mi diye düşünmeden edemiyorum. ben okumanın bu kadar pahalı olduğu bir ülkede açıkçası daha zeki insanlar görmeyi umuyordum. ama birçoğunuz boşsunuz hakikaten. burası hemen her şeyin konuşulduğu bir yer. kimisi gördüğü kızı/erkeği yazıyor. kimisi annesiyle ya da babasıyla tartıştığını yazıyor. kimisi bir sağlık sorununu anlatıyor. bunlar güzel şeyler. kimisi de gelip bütün havasını alıp götürüyor. tayt giyen kızlar, bıyıklı kızlar, kısa boylu erkekler, şişmanlar, zayıflar, fakir giyinenler, kapalılar(o ne demekse?) biraz dönüp de aynaya bakın arkadaşlar. mecazen söylüyorum. kaşınıza gözünüze değil, ruhunuza bakın. çürümüşsünüz.
frances
İnsanlar küçük şeyleri daha çok kafasına takıyor. rahat batıyor. kafan doluysa, birden fazla ve büyük dertlerin varsa cesur oluyorsun. daha özgüvenle hareket ediyorsun. ama bu sefer de kafanı yastığa koyup bi sağa bi sola dönüp duruyorsun. yorgunluktan uyuyamiyorsun. yaslaniyorsun.
frances
"haksızsın" denildiğinde "sensin o!" demek yerine "neden?" diye sormaya başlamamız gerekiyor. hepimizin elbette.
frances
bir gün, birdenbire değişiyorsun. mutlu olduğu için suçluluk duyan bir ruh hastası haline geliyorsun. çocukken atılıyor tohumları. çılgınlar gibi eğlendiğin bir gün eve tişörtünün içinde yarım kiloya yakın kirazla dönüyorsun. ama evde kavga var. kiraza küsüyorsun, sokağa küsüyorsun, kendine küsüyorsun. böyle başlıyor.
frances
beni hiç sivrisinek ısırmıyor. kan grubuyla alakalı gibi bişey sanırım ama emin de değilim. odamda da bi sivrisinek dolaşıp duruyor. daha ısırmadı ve muhtemelen ısırmayacak. ama hastalıklı bir biçimde yüzüme doğru taciz uçuşu yapıyor. tam çarpacakken yönünü değiştiriyor. kısaca uyutmuyor. yastıkla kovaladım. aile bireylerimi ısırsın, benden uzak dursun diye koridorun ışığını yaktım. yine geliyor, yine geliyor. kulağımın kenarında sazlar türküler... belki uzak tutar diye kafama deodoranttan bir taç yaptım. bu sefer de kokudan ben uyuyamıyorum.
frances
annem alıncaklar listesinin altına 1-9 arası bilmem ne marketten alınacak, 10-14 arasını da öbür marketten al diye not düşmüş. biraz dalga geçtikten sonra evden çıktım. liseden iki arkadaşımı gördüm. selamlaştık konuştuk filan. domates seçerken de eski erkek arkadaşımı gördüm. baktım güdümlü füze gibi geliyor. aman tanrım dedim. rafların arkasında eğile eğile koşuyorum. amca çekil, dede çekil, teyze müsade... derken yol bitti. ya aldıklarımı bırakıp özgürlüğe koşucam ya da uykudan uyanmış halimle karşısına çıkıcam. testerenin müziği eşliğinde geri döndüm ben de. alışveriş arabasını sımsıkı tuttum ve ilerledim. ölüme sürüyorum sanki arabayı. nicolas cage gibi bişey oldum. çocuğu görsem ezip geçicem üstünden. neyse karşılaştık, selam verdim. nasılsın, iyiyim, şu bölümdeyim vesaire... sanki stalklamadık. sonra omuzlarım düşük bir şekilde eve döndüm. annem bi ton laf etti aldıklarıma. benden bu kadar usta, beğenmiyosan kendin al dedim. banyoya girdim, aynaya koştum. ve kendimi güzel gördüm. demek ki kaçmamak gerekiyormuş.