"ne yapmalıyım?" der gibi gözleri. sanki korkar gibi de. bardagın dolu tarafı mı, boşu mu diye sorulduğunda bardağı farketmeyecek kadar susuz belki de. siyahları seven ve içine çektiği havadan fazla bir şeyi olmadığını bilen biri. onlarca oyunun serildiği tiyatro sahnesinde olmakla; bütün ışıklar kapandığında, geriye kalan ışıltının kırıntılarını toplayan, herhangi biri olmanın arasına sinmiş. tüm bunları yalnızca dışardan izlemiş biri. başlangıcın ezikliğinden, başarının bencilliğinden kurtulamamış biri. o biri bırakıldığı kadar ıssız ve sığ şimdi şikayetin muhatabı kendisi. her geçen gün olmayacak hayalleri kurup yıkılmasını izlediği için en ağır suçtan hüküm giyiyor üzerine. birde ona yakışan sahte gülümsemeyi yapıştırıyor yüzüne..
ne kadar tek kaldımsa o kadar konuşmadım. sokakların yalnızlığından benimki de.. yüzlerce insanın içinde kalan sığ bir sokak adı şimdi bana uygun olan. kaç yürek geçipte değmez ya teline. ya da üzerini çiğnerde biri bakmaz yüzüne. kulakları neleri duymuştur neleri görmüştür gözleri. mesut olunca yüzü gülse yanakları yadırgar dudağının kenarındaki ufak kıvrımı. ziyadesiyle ziyan olmuş bir sokağım şimdi. taşları eski, yüzü soğuk ölüm gibi. birden çıkıp gidecek kadar hırslı lakin kalacak kadar çaresiz. yolun sonunda ışık ve bekleyen yine vefalı yalnızlığım..
adını koymayı bilmezsin. anlamazsın çünkü. sende yapışıp kalan bu hüznün kaynağını. karşında suret bulsa, yakasına yapışıp hesap sorarsın. neden dersin? git dersin.. kalma bende.. ama içine anne karnında oyulmuş doğum lekesidir bu keder. senden olur.. sen olur.. senden bile öte olur.. sanki öyle yapmayı bıraksan sen olmayacakmışsın gibi. neden bende diğerleri gibi.. der sükûta dalarsın. klasik cümleler kurar bir yandan da kendine bunu yakıştıramazsın. tutamazsın kendinle diğerini bir. senin ziyadesiyle çektiğin ıstırapların; onun kabuslarındaki fragmanlardır sadece. yangın olup tüm şehri yakmak istersin. ama öyle bir an gelirki kıvılcım olacak kadar derman bulamazsın kendinde. bazen dibine kadar yaşayıp bıraktığın o güçlü heves birden parmaklarında zayıflamaya başlar. sol elinin küçük parmağından başladı mı hele; pılını pırtını toplayıp baş parmağa yetişmesi pekte uzun sürmez hani. sen bunların içinde, içine bir kelam bulmayı ögretirsin. o tutup yabancı olmadığın lakin mesut olduğun derinlerin loşluğuna atar seni. daralır gecelerin. sonra nefesin anımsatır sana.. ölümle geldiğin samimiyetin sınırına, ince bir çizgi çekmen gerektiğini..
kalbinin lugatından her konuşan yılan dilinin kurbanı bende. bunca mezarın içinde sığ hissetmek kahramanlık değil de ne? bir hikaye kaldı geriye geçmişin izinden. histerik yaşam döngüsü canına çoktan okumuşken... boşluğa düşmeyi yeğlemişti sancılı baykuş. başka yolda bulamadı yokoluş küllerini rüzgara dağıtırken, tekrar varolmak için. döndü durdu ve öldü içinden sövdü düzenine. günahkar oldu da lakin vallahi yine yenilmedi kendine. en çok korktuğu kendinden..
yakamozdan geceler yapacaktık. en karanlıkta bize bir şans versinlerdi maksat. tutmadı ayla şansımız uyuşmadık geceye bile. sanki sırf biz varız diye barışırlardı birbirine zıt kalmışlıklar. sırf biz varız diye ateş buz, güneş ay olurdu. biri olmaya karar verdiğimiz o an, birbirleri olmaya karar verirlerdi tüm yalnız objeler. bütün bu hayra alametsizlik bizden çıkardı. biz; milyonlarca türümüzün içinde yalnız hissedenler. kader nereden bilecekti.. anlatmayacaktık da.. İşte bu yüzden cezasını çekmeye bile; bi sıfırdan biraz fazla razıydık.
bu aralar beyimi fazla zorluyorum. böyle giderse kapsama alanının daha da dışına ışınlanacağına dair şüphelerim var. ahh benim küçük beynim neden bu kadar düşünmek zorundasın! düşününce ne değisecek ? hipotalamus ve lanet olası loblar hepinizden iyyyreniyorum...
İçimde depremler var. yarılıp giden yürek.. en çok bilinmezliğim size emanet. en çok sevilmezliğim ve sevmezliğim. kalkıp kim donuverecek bu havada ellerimden başka. tıpkı o gece olduğu gibi, karlı bir kış masalı. parmaklarım donduğunda yine yalnız parmak uçlarım yaşatacak o karlı geceyi.. birbirine küs uçlarım var, parmak uçlarımda..
yalnızlık yalnızca hazır olduğunda güzeldir ve ancak hazırsan katlanılabilir. bu tanımadığım his mi acaba beni böylesine korkutan? yabancı olduğu için korkuyorum ya da bende veba kalacağı için. yalnızlık vebam hoşgeldin. sevdim ve korktum senden.
bazen bazı şeyler ipe dizilir gibi boğazımda. hani yutkunamazsınız ya.. lakin gitmezde oradan. şu an o durumdayım, bir şeyde yok ki ortada, derdim varken bile daha az düşünürdüm ben. kafamın içindekilerle dış dünyanın uyumsuzluğu mu acaba, bu geçirdiğim ufak spazm yoksa umut denen şeyin yerini acıya bırakışı mı? öyle ya bu yaşamın içinde kayboluş hikayem gitgide kendini haklı çıkarıyor. umudumun gözleri kör, yolunu kaybetmiş. yine de bazı şeyler olması gerektiği gibidir belki de diyorum. arkasından bir belki daha geliyor.. bir belki daha.. bir daha.. ama ben bunlardan hiç emin olamıyorum. hiç olamayı istemem dediğiniz en zor yer neresidir bilir misiniz? araftır. çünkü cehenneme düşünce yanacağınızı bilirsiniz ve elbette cennette huzur bulacağınızı da. velakin arafta her şey fludur. renksiz, hareketsiz, yorgun, kararsız. İşte bu aralar ben arafım sanırım. ondan bile şüphem var ya gerçi.
bazı insanlarla aramda her zaman mesafe vardır. biliyorum ki her daim tek başımızayız. etrafımızda arkadaş olarak bulunanların veya bulunmaya çalışanların bir takım şartlar nedeniyle yanımızda olduğunu ve o basit şartlar değişirse aramızdaki ilişkinin de değişeceğini biliyoruz. bunu bilmek avantajdır tıpkı sessiz sinemada iki kelimeden ilkini bilince cebe atmamız gibi. bazen garantici olmak zorundayız çünkü hayat insanlara güvenmek için çok kısa ve acı çekmek için fazla lüks.
dünyada her şey bir miktar anlam içerir, tıpkı aynı miktarda saçmalık içerdiği gibi. her şey gereksizdir ve aynı zamanda gerekli. bütün şeyler bir değer ile varlığını kanıtlar oysa hiçlikleri diplerinde oturacak ve varlıklarını sömürecek kadar yakındır onlara. yakında olanı uzaklaştırmak isterler. çünkü mantıkları bu gibi şeyleri gereksiz bulur. bu mümkün mü? yani evrende bu kadar çelişkinin ve zıtlığın aynı anda ve aynı zamanda bir arada bulunması? bunu varlık nedeni suçlular olan suçlu avcılarına sorsanıza?
anlayamama yaşama güdüsünü devre dışı bırakır. hayat sorgulanmaması gereken şeyler bütünüdür. İnsan salt güdülerinin denetimi altındayken hayat belkide çok daha güzeldi. kolaya kaçmak denilir mi bilmem? kurallar belli, sınırlarımız ortadaydı. avlan, çiftleş ve üre. ama iş zihinsel boyutun ilerlemesiyle farklı bir hal aldı. artık temel görevlerini aksatmayan ama bunun ötesinde kendisine yönelik bilinç geliştiren bir canlı türüne dönüştük. ben kimim sorusuyla başlayan ben neyim sorusuna dönen yüzlerce soruluk bir sorgulama döngüsünün içine düştük. kimisi dinlere inanmayı seçip sormanın yarattığı ızdıraptan kendini muaf tutmayı başardı, cevabına inanmayı seçerek. bu çoğunluğu oluşturur. bu nedenle dünyada asla doğmatik fikirlerin değer kaybetmeyeceğini, hiç bir saf aklın eleştirisinin doğmatizmi yenemeyeceğini düşünüyorum. velakin bazı insanlar bu soruları ısrarla sormaya devam ederler(bende belki öyleyimdir). hayatları boyunca bitmeyen bir inatla hep aynı sorular içinde mekik dokuyup cevap bulamamanın ve sınırlı aklımızın çelişkiye düşmesinin yarattığı umutsuzluğa dönüşür. bu bir süre sonra öyle bir duruma gelir ki cevapsızlık yaşama iradesinin yadsınmasına yol açar ve insan anlayamamanın getirdiği acizlikle kendi hayatını cehenneme cevirir. yazmak üzere olduğum şeyler aslında her bireyin hayatının dönüm noktalarından. bu dönemleri atlatıp kendinden çekip gitmek zor bir vaka lakin üzerinde çalışılmış bir olayı sonuca bağlamak gerek. bu yüzden hala yaşıyoruz.
biliyorsun ki geceler uzamaya başladı. biliyorsun ki yalnız hüznü vardır kalbi olanın.. hep bu noktadan başladım kendimi aramaya. çok kalamayacağım kendimde, buralar ıssız ve ben karanlıktan hala korkuyorum. çocuk değilim lakin korkularımın daha aklı başında değil. ufak bir kız çocuğu buluyorum içimde. elimi uzatıyorum. dokunmamla tuz buz oluyor sureti. her yolculuğumda yeniden yeniden ve yine kaybolan kız çocuğu. o benim, benden, benim en içimden. susuyorum. konuşulacak onca şeyin inadına. sonra konuşuyorum. tersini yapınca sonuç değişir diye velakin dünya bu kuralla yürümüyor. bende yürümüyorum hep aynı yerdeyim. bekliyorum.
evet arkadaşlar yalnızız ve tek derdimiz bu olsa keşke. benim için yalnızlık geniş bir yelpazede; onu daha çok fon olarak kullanıyorum. bir derdim varsa yalnızlığa yıkıyorum suçu. babam ben küçükken vefad etti ve ben en ihtiyacım olan vakitte onun koruması altında yaşayamadım. babamdan sonra annem bir yıl boyunca bize gülmeyi yasakladı ve yasadığı sinir krizlerinden dolayı belli bir süre yatağa bağlı kaldı. hatta biz gülünce "babanızın öldüğüne mi gülüyorsunuz?" derdi. bizim küçük kalbimizin kaldırabileceğinden çok daha büyük bir laftı bu. halama ve babaneme göre babamı annem öldürdü. yani kalp krizine bağlı olduğu için ölümünü annemin onu çok üzmesine bağladılar. ama annem babama aşıktı bilmezlerdi. lise dönemini bunalımlarla, annemin sinir krizleriyle ve hastahanedeki kavgalarla geçirdim. çünkü ilçemizde anneme bakamayan doktorlara ve hemşirelere çok kızıyordum. onlar için herhangi biriydi belki ama benim annemdi. lise yıllarıma cok girmiyorum berbatmış zaten. günlüğümü kendimden nefret ettiğim bölümlerle doldurmuşum, o dönemi atlatmama yardımcı dostum bile yokmuş hep yalnızlıktan bahsetmişim . üniye geçtiğimde de para sıkıntıları peşimi bırakmadı her öğrenci gibi. günlerce beş kuruşsuz gezdiğimi ve yol parası bulamadığımdan bazen okula gitmediğimi bilirim. sonrası daha berbattı tabi. annemin evli bir adamla ilişkisi olduğunu öğrendim. ve o kişi babamın çok yakın arkadaşı ve eşi de annemin ilkokulu beraber okuduğu canciğer arkadaşı. onunda çocukları var. ama biz bu konuyu açamadık bile anneme. kız kardeşim anneme düşman oldu ama diyemedi. ben ablaydım daha yapıcı ve olgun olmalıydım. kızamadım anneme her insan hata yapardı. zor günlerdi. sonra bir sevgilim oldu. aldatıldım. sonra ikincisi benden büyük bir şey çalıp gitti, daha bir sürü şey var ama anlatılmaz yaşanırdı. ondan sonra bir süre toplayamadım. hep babamı arıyordum o boşluk dolsun istedim hep farkındalık olmaksızın böyleydim. onun ardından erkek kardesim intihar etti bi ton ilaç içmis en ağırlarından şükür ki saniyelerle hayatı kurtuldu. kız kardeşim sinir hastası ufak tartışmalarda nefessiz kalıp kitleniyor hala. ve benim bunları düşünmeye üzülmeye vaktim olmadı üstüste gelen şeylerdi. sadece yaşayabildim. bunlarin hiç biri acıtasyon değil, hepsini tek tek kendim yaşadım ve inanin yasaması yazmasından daha gerçek, acı ve ağır.. ve benden daha kötüleri var biliyorum. o yüzden bazen bu acılara yalnızlık derim. huzur aileden başlar ama yaşayamadım. hala bir yerden başlayamadığım için yalnızım derim siz bana bakmayın. acılarıda hüzünleride sadece yaşayın ve kurtulun; düşününce geçmiyor çünkü.
"ve ben seni sevdiğim zaman,
bu şehre yağmurlar yağdı.
yani ben seni sevdiğim zaman,
ayrılık kurşun kadar ağır;
gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın.
yine de bir adın kalmalı geriye.
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde.
aynaların ardında sır;
yalnızlığın peşinde kuvvet,
evet nihayet..
bir adın kalmalı geriye,
bir de o kahreden gurbet.
beni affet...
kaybetmek için erken, sevmek için çok geç.." şiirlere aşığım elimde değil, okurken gözüm buğulanıyor.. utanıyorum böyle aşk yaşayamadığımdan. benim dünyam bunlarla bezeli. simdi böyle bir kız; gerçek aşkın bu kadar güzel ve naifini bu devirde nasıl bulsun? beni şemsiyeli osmanlı kadınlarının ve İstanbul beyefendilerinin döneminden alıp 21. yy. hapsetmişler sanki büyük bir günahın karşılığı. ben anlamıyorum bu dönemi geri kafalıyım. bakışıyla kalbimin içini okuyanları anlayabilirdim ancak bir daha ki buluşmada "elini ne zaman tutsam, dudagini ne zaman öpsem ?"diyenlerin düşüncelerini tasavvur edemiyorum.
bu şehre yağmurlar yağdı.
yani ben seni sevdiğim zaman,
ayrılık kurşun kadar ağır;
gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın.
yine de bir adın kalmalı geriye.
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde.
aynaların ardında sır;
yalnızlığın peşinde kuvvet,
evet nihayet..
bir adın kalmalı geriye,
bir de o kahreden gurbet.
beni affet...
kaybetmek için erken, sevmek için çok geç.." şiirlere aşığım elimde değil, okurken gözüm buğulanıyor.. utanıyorum böyle aşk yaşayamadığımdan. benim dünyam bunlarla bezeli. simdi böyle bir kız; gerçek aşkın bu kadar güzel ve naifini bu devirde nasıl bulsun? beni şemsiyeli osmanlı kadınlarının ve İstanbul beyefendilerinin döneminden alıp 21. yy. hapsetmişler sanki büyük bir günahın karşılığı. ben anlamıyorum bu dönemi geri kafalıyım. bakışıyla kalbimin içini okuyanları anlayabilirdim ancak bir daha ki buluşmada "elini ne zaman tutsam, dudagini ne zaman öpsem ?"diyenlerin düşüncelerini tasavvur edemiyorum.
yalnızlığım giderek büyürken şunu düşündüm. neleri kaybediyorum? üzülürken elimden mutluluklar kayıp gidiyor. mutlu olmaya çalışsam zorlama geliyor. kalbimin taa orta yerinde koca bi uzay boşluğu. doluya koysam almıyor, boşa koysam dolmuyor. her şey güzelken zamanı durursaydık böyle olmazdı ama ben hüzün tanrısı persephone değilim ki bana verilen gücü buna kullanayım. yavaş ya da hızlı geçsin zaman ama yeter ki geçsin. ama biliyorum güzel günler gelecek bu gün olmasa da bir gün..