Zeze
‘zaman’ kelimesi ‘mekan’ dan daha çekici galiba. mekandan ziyade zamana takılıp kalmamız nasıl açıklanır ki başka.
zamanla ilgili ilk derdimiz kendi zamanımızı kabullenmeden, başkasının zamanını boynumuza tasma gibi takıp onun peşinden koşturmak gibi. herkesin aynı zamanda bi şeyleri yaşamayacağını, bunun mümkün olmadığını anlayamıyoruz. bir örnekle açıklamak isterim. fatih sultan mehmet 21 yaşında (bazı kaynaklarda değişiklik gösteriyor) İstanbul’u fethetti. ama erken öldü. bakıldığında hemen hemen ömrünün yarısı. peki 100 yaşında ölecek olsaydı ve 50 yaşında fethetseydi bu denli övülür müydü ? (şu anki genç başarısı) hayır. ama yine ömrünün yarısı. farkı ne ki ? onun kendi hayat çizgisi o. bizimki de başka. ali’nin de ayşe’nin de. peki neden hep bir geç kalmışlık ve yetişememe korkusu ?
bir de diğeri var. o zamana ait hissetmemek. İnsan bir zamana nasıl ait hissedebilir ki ? zaten her an geçmiyor mu ? tıpkı bizim gibi. bana kalırsa bu zamana ait hissetmemek değil, ilk cümlemdekinden kaynaklı bir aldanış. bizi boğan mekan. (mekan = dünya) biz değil birkaç yüzyıl öncesi 15 yüzyıl öncesine de gitsek yine kötülük var, yine samimiyetsizlik var, yine yalnızlıklar, fitneler, fesatlar, olaylaaaar olaylar yani. o zamanki insanlar da eminim eski başkaydı derler. çünkü zaman da tıpkı insan beyni gibi işler. kötüyü gömer unutturur, güzellikleri andırır. eskiden bugüne güzel şeylerin gelmesi de tamamen bundandır bence. yanisi sorun mekanda gibi geliyor bana. her anlamda zamanın peşini bırakalım artık. zaman biziz ve geçip gidiyoruz görmüyor musunuz ?
Zeze
dostoyevski insanın bazen gidecek yeri olmaz diyor. olmadığını daha güzel ifade ediyor aslında o ama ben şu an kitabı elime alıp bakmaya üşeniyorum. aslında gidecek yerimin olup da gitmeye üşendiğim gibi. ben de gidecek yerin olmadığından bahsedebilirdim ama şu an dostoyla farklı yerden bakıyoruz bence. İçe dönük düşünüyorum ben, bir ben var gidecek yer olarak. ama o kitaptaki karakterin kimsesi olmamasından bahsediyordu. ben de onunla aynı açıdan baksam şu an benim de gidecek yerim yok derdim. hem bu saatte nereye gidilir ki ?
Eleni
herkese selam, sana hasret frank. epey uzun zamandır görüşemiyoruz, epey epey uzun bir zamandır. aklımdasın diyemem ama bu olmadığını da göstermiyor. bilirsin işte, yaz tatili derken aile ve alışma süreçleriyle boğuşmaktaydım. boğuşmalarımın sonucu zor da olsa galibiyete çıktı. bu zorluklara gizli gizli sigara içmeler de dahildi. (ee malum aile bilmiyor sigara içtiğimi.) komşular görmesin tedirginliğiyle kendi çapımda sigara içerken aksiyonlarla kapışıyordum. aman ne büyük eğlence. çoğu kötü olay öğrendim, henüz atlatmayı başaramadığım. ara sıra unutur gibi olup sonradan hatırladığım. konu şu ki; gurbette olunca çoğu şeyden bihaber oluyorsun, bihaber bırakılıyorsun. kendilerine göre savunmaları oluyor, üzülmeni istemiyorduk. (sonradan öğrenilmesi mutlu ediyormuş gibi.) yine de haklı yanları muhakkak vardır, lakin ben göremiyorum diyerek neyselere sığdırmayı tercih ediyorum. öyle değil midir zaten? yaş aldıkça anlarsın çoğu şeyi. sana söylenenleri anlayamayacak bir çağdasındır her zaman ve her defasında ısrarcı davranırsın. çünkü sana göre sen kendi hatalarını kendin tecrübe edinerek öğrenmelisin. engebeli yolları kendi ayağının tozuyla geçmelisindir. zaten sana söylenen çoğu nasihati yapmamak için direnirsin, hep kafanın dikine gitmek zorundasındır çünkü. sonu ya ak olur ya da kara. bu pek de kimsenin şeyinde olmayan bir şeydir. İnsanlar genellikle kendi dertlerini yakınmaktan yanadır frank. söz sırası sana gelince ise hep kaçış yolu ararlar. (bu insanlar ne de tuhaf, ne de alçak!)
onuralp
aliya İzzetbegovic'in çok sevdiğim bir sözü var. ''ve her şey bittiğinde, hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır.'' bugün tam olarak bu durumu yaşadım. acı bir tecrübeyle de olsa bazı dostlarımın aslında gerçek dostlarım olmadığını öğrendim.
Eleni
yazı karamsarlık içermektedir, okunmaması tavsiye edilir.

dedikten sonra; farklı hayatın farklı pencerelerine yelken açalım. her hayatı yansıtan farklı bir pencere. elindeki işleri bir kenara bırak ve birkaç saniyeliğine evleri gözetleyip yaşamlara bak. herkes kendi halinde, aynı evde birden fazla değişik pencere. hepsinin ayrı bir sıkıntısı, birkaç çuvaldızı, birkaç da iğnesi var. başkalarının derdini sahiplenmek isteyip kendi derdinden arınmak isteyenler, kabullenip kendi sorunları ile yaşamayı öğrenenler, tam öğrendim derken fire verip karamsarlığa tutulanlar. farklı farklı sorunsallar, farklı farklı çıkmazlar. kısa süreli hatalarla karşılaşmalar, altından kalkıp yoluna devam edenler, yükün altında ezilip sessizce can verenler. herkes birbirinden habersiz, haberdar olduklarını sanırken tesadüf eseri olayların gördüklerinden ibaret olmadığının farkına varanlar. benim bir pencerem var, senin bir penceren var, onun bir penceresi var. sadece 2 3 tanesinin varlığından haberdarsın, geri kalanlarından bihaber. İnsanlar ölüyor, insanlar diriliyor. çoğu diri görünürken ölmüş oluyor. kiminin namı ölü bedenini diri tutuyor.(İyi ya da kötü.) yaşamlara baktın mı? birkaç saniyeliğine. herkesin farklı hayatları olduğunu gördün mü? peki, devamını görüp onların yaşantısının içine girmek ister miydin, en derin kesimlerine hem de. İşlediğimiz günahların yazılmadığı evrelerde dünyada varolan kuklalar sanıyordum kendim dışındakileri. onları oynatan başkaları varmış gibi, oyun karakteri gibi. onların duygu ve düşünceleri yok sanıyordum. bir defasında isyan etmiştim, "sen beni sevmiyorsun, ben de artık seni sevmiyorum." küçüktüm. gözyaşlarımın bedeliydi kendimce. görmüyordum, duymuyordum, çektiğim acılarım yanıma hep zarardı. (evet evet oyuncak ayım kaybolmuştu.) bir insanın acı çekmesinin yaşı yok bence, her yaşta kendi payını alıyorsun. pişman olmuştum, kendim gibi pencerem de küçüktü. büyüdüm, değiştim, pencerem görüş açım için genişledi.(yeteri kadar değil.) İnsanların kukla olmadıklarını idrak ettim. onların da benim gibi penceresi varmış. saklı köşelerinde yatan mutlulukları, üzüntüleri. çok zaman altından kalkamayacağım yükleri sırtladığımı düşündüm, tam altında ezilecekken bana uzanan el ile ayağa kalktım. İntihar benim için kurtuluştu, sadece kendi penceremi kapatacaktım. sadece kendi odamı havasız bırakacaktım. yapacağım tek şey, oyuna son vermek olacaktı. zamanla kurtuluş olmadığını fark ettim. uzun bir zamanımı aldı diyebilirim. öğrendim ki; bir evin penceresiydim, bağlantım vardı. penceresi olduğum evin sadece penceresi olmayı bırakıp bakımsız penceresi olacaktım. İntihar etmiş olsaydım tabii. kapısı ölümle kilitlenmiş bir oda, yağmur yağacaktı, toz olacaktı, rüzgarlar esecekti, dört mevsim de ayrı ayrı zamanlarda yaşanacaktı. ölüm yüzünden o pencere hep eski gibi gösterecekti evi. şu an kapım da açık, pencerem de. ev yeni gibi görünüyor, hayatında yerim olanları üzmemiş oluyorum ama gözlerimi kapatınca aydınlıkta bulduğum karanlıkta herkesin yaşamı beni esir alıyor frank.
Eleni
sana sisli havanın tozlu raflarında bulduğum bir anımdan söz etmek istiyorum frank’cığım. (kesin yaşanmıştır değil, yaşandı.!) o zamanlar mars’a yeni ayak basanlar arasındaydım, ilk defa görüyorum ya hani. o ayak izi senin, bu ayak izi benim diyerek her yerde 45 numara ayakkabılarım ile bir sanat yaratıyordum. biraz ilerledikten sonra karşımda su birikintisi görmüştüm, serap misali. (halisünasyon demeye üşendim, hebele hübele şeklinde yazmaya yetiyor klavyem, neyse devam.) sonradan fark ettik ki uzaylıların kanalizasyonu imiş. (şimdi yanımdaki mürettebatım serap olmadığına mı sevinsin yoksa uzaylıların boşaltım sisteminin kalıntıları olmasına mı üzülsün? ne yaman çelişki.) mürettebatımızdan kayıplar vermiştik, aramızdaki yerden bitmeler ayak izlerimde can vermişti. birkaçı da yanılgılarında(şu kanalizasyon olayı var ya, hah işte ondan söz ediyorum.). marsta olan ben bu şekilde idi, peki gerçeklikte? küçüklüğümün avuçlarında tuttuğum bir kaplumbağa vardı, oturduğumuz evin aşağısında bulunan bahçede bulmuştuk.(frank ile bulmamıştık, o henüz o kadar yetenekli değildi. sorry frank .s) kaplumbağa kocaman bir şeydi, abartmıyorum bak. evde kimsenin olmadığı bir anı yakalayıp(büyük şans!) gizlice eve sokmuştuk yeni yabani hayvanımızı. ne de olsa evcilleştirecektik. tabii işler düşündüğümüz gibi gitmedi korkuya yenik düşüp eve döndüğünü fark ettiğimiz annem odaya girmeden dolabın üzerine çıkıp(önce peteğe, sonra dolap koluna, en son dolabın üstüne tutunup kas gücüme güvenmiştim. vaoov spider gay.) abimin kaplumbağayı bana uzatmasını beklemiştim.(yaağğğ yağğğ demiştim frank değildi diye, gördünüz mü.) abim ile o dönemlerde aynı boyda olduğumuzdan ötürü benim de uzanmam gerekiyordu ki öyle de yapmıştım. kaplumbağa tekrar yanımdaydı derken pat ani bir baskın! annem odaya giriş yapmıştı, dolabın üstünde olduğum için odada sadece abimin varlığı belirgindi. her şeyin yolunda gittiğini düşündüğümüz esnada durumun komikliği ile gülmeye başlayarak anneciğime kendimizi yakalattırmıştık. haklı olarak afallamış şekilde bunun sesi nereden geliyor diyerek etrafı süzmüş, dolap görüş açısına denk gelince beni görmüştü. (ihih ihih anncm slm .s) ne yapsam ne etsem diye düşünürken annemin "in oradan" uyarısını dikkate alıp arkasını döndüğü anda kaplumbağayı abime attım, atacağımdan habersiz olan abim yaşından büyük bir şok ile yere düşen kaplumbağaya bakakalmıştı. (kaplumbağaların da kabuğu kırılıyormuş, bunu o gün öğrendim.) annemin de dikkati bir anda yere düşen şeye kaymıştı(ona göre ufo bile olabilirdi çünkü sadece uçan bir cisim görmüştü.). yaklaştıkça kaplumbağa olduğunu fark etti, eline alıp bir şeyi olup olmadığını kontrol etti. (o bu değil de bu kaplumbağaların da kanı varmış.) çok sert atmıştım sanırım, ölmüştü çünkü. annem ve abim kaplumbağa(isim koyamadık.) ile odadan çıktı, ben ise dolabın üstünde kalakalmıştım. çıktığım yerden inemiyordum, yüksekti. sonra bir cesaret yere atlamış, spider gayliğe son vermiştim. çocuğuz ya, kızmamışlardı. beraber kaplumbağayı gömmüş ardından minicik avuçlarımız ile son dualarımızı etmiştik. mürettebatımız böyle böyle son buldu.
admiral
arkadaşlar dün hatırlarsanız ücretli öğretmenlik ile ilgili bir paylaşımda bulunmuştum bu paylaşımımla ilgili bir gelişmeyi de sizlerle paylaşmak istiyorum söylediğim gibi tüm belgelerimi teslim etmiştim ve kaydım yapılmıştı fakat bu gün bir telefon geldi biz canik ilçe milli eğitimden arıyoruz sizi atamanızı yapmıştık fakat sizin yerinize yargı kararı ile başkası atandı sizinle çalışamayacağız ama kesinlikle sizin branşınızdan açık olursa ilk sizi alacağız falan kusura bakmayın bilmem ne ? bende teşekkür ettiğimi zaten yüksek lisans yaptığımı gerek olmadığını söyledim. şimdi burdaki yorumu sizlere bırakıyorum "yargı kararı? " ile atanmış birisi varmış. aah türkiye cumhuriyeti devleti ben 12 sene en iyi ilkokul- lisede okuyayım 4 sene üniversite okuyayım artı 2 tanede açık öğretimden diplomam var ve şimdi kendi alanımda yüksek lisans yapıyorum buna rağmen sen bana 600 lira maaşı çok gördün ona bile felancanın oğlunu veya kızını yerleştirdin. ne istiyorsun bunu bimerden yazsam bi dert yazmasam başka bi dert insanların umutlarıyla oynamak ne kadar kolay olmuş bu memlekette . dağlara çıkmadık polise silah sıkmadık tek istediğimiz bizde bu ülkenin yeni neslinin eğitiminde katkı sağlamak. ben yılmadan devam edeceğim. rakı masasındaki imam gibi olmak istemiyorum işimi hakkıyla yapacağım hiç bir torpil kullanmadan kimsenin hakkına girmeden kariyerimi en iyi şekilde yapacağım. ülkemi seviyorum. bu ülkede çalışamayacaksam kimliğimde neden tc yazıyor. önüme çok fırsat geçti yurt dışı için halada var ama ben ülkemi tercih etmek istiyorum bu ülkede düşünen gençler yetişsin istiyorum. bu ülkede markette hazırı var ne gerek var demek yerine bu nasıl yapılmış diye sorgulayan öğrenciler görmek istiyorum. meslek lisesi diye aşağılanan çocuklarımızın yerli projelerde türkiyeyi temsil ettiğini görmek istiyorum. söyleyin bana çok şey istiyorsam çekip giderim ama bu mümkün yapılabilir çocukları tahtada döven öğretmenler yada kızlara tecavüz eden sapık öğretmenler görmek istemiyorum. yemin ederim çok doldum artık. akşam akşam başınızı şişirdim özür diliyorum. saygı ve sevgilerimle..
ajans55
mesaj başlığı: 50 tl ödüllü dijital marka önerisi

merhabalar arkadaşlar,

ne zamandır düşünüyorum lakin güzel bir domain ismi bulamadım. belki dedimki omudedikodu kullanıcıları güzel marka önerisinde bulunur. genel olarak internet hizmetleri veren bir ajans ismi olacak sitenin tasarımı hazır çok uğraştım ve çok güzel bir tasarım oldu lakin tek eksiğimiz güzel telaffuzu kolay akılda kalıcı bir domain.

genel olarak verdiğimiz ana hizmetler;

web tasarım
dijital pazarlama
seo

diğer hizmetlerise;

sosyal medya yönetimi
yazılım
prodiksiyon

alan İsminde ajans kelimesi geçerse iyi olur. önerilerinizi lütfen mesaj olarak atarsanız daha verimli olacağını düşünüyorum. İsterseniz başlık altına yazabilirsiniz tabi.

ödül: 50 tl kazanan arkadaş mesaj yoluyla bildirilecektir.

dipnot: İsim soyisim marka içerisinde olmaması lazım ve sadece .com, com.tr alan adlarını içermelidir.

marka isimlerininin boşta olup olmadığını herhangi bir whois sorgulayan internet sitesinden bakabilirsiniz.

w4silo
bazen yanlış şeyler çalar kapınızi, bazen siz yanlışı olursunuz o kapıların, bazen bilinmedik rüzgarlara kapılirsınız,bazen o bılınmedık ruzgarlar önune katar sızı...bir boşluktan bir boşluğa salinircasina giderken yaşamın o eşsiz büyüsü, düşlerinizde bogulursunuz. ...yitip giden zamana direnirken aynı anda her yer ve zamanda olmak isteyenin bir tek sen olmadığını ona bıraktığın hüznün deli bulutlarındaki o gözyaşlarının saganaginda hisseder, irkilirsin.genç olmak istiyorum ama yaşlanıyorum der tüm o boy aynalarıyla zaman ve ellerinin arasindan yitip gider 10'lu,20'li yıĺlarin bir bir...oysa giden koca bir ömürdur de, sen sadece bilmeden yaşadığın o derin duslerindesindir hâlâ. ..
Дан БилзЭрхан
"inanmak başarmanın yarısıdır..." derler değil mi? sahiden öyle mi peki? kısmen... kısmen diyorum çünkü aslında inandığın şeyle alakalıdır tamamen. bir şeyi yapabileceğine inanmak gerçekten de son derece motive eder, güven verir. "başaracam lan bunu" dersin, inat edersin, gaza gelirsin vs vs. gelelim madalyonun öbür yüzüne... ne kadar güçlü olursan ol, düz duvarı itebilir misin? yer çekimine hiç bir destek almadan karşı koyabilir misin? güneşi ellerinle tutabilir misin? yapamazsın değil mi? "ne alaka şimdi?" deme hemen, bırak açıklayayım. bazı şeyler vardır, inansan da inanmasan da olmaz. sırf yarısı aradan çıksın diye inanmanın bir anlamı yoktur. "inanmak başarmanın yarısıdır" sözü bir işe yarasın istiyosan inandığın şeyleri iyi seçmen gerekiyor. eğer ne yaparsan yap başaramayacaksan inanarak vakit harcamanın da kendini yormanın da bir anlamı yok. üstelik insanı en çok yoran şey nedir bilir misin? bir şey uğruna çok çaba sarf etmek değil, ne kadar uğraşırsan uğraş olmadığını görmektir. demem o ki, yorma kendini. inanma böyle saçmalıklara. hadi selametle kal

Selam Ziyaretçi

Gördüğüm kadarıyla henüz giriş yapmamışsın! Lütfen giriş yap, bekliyorum :)