Ejderya Terbiyecisi
biz ölmüşüz de haberimiz yok 28 yaşına gireli 1 ay oluyor neredeyse ve yine lanet olası İstanbul yolundayım. bu şehir beni bir şekilde çekiyor kendisine. gariptir ki çok sevdiğim insanlar en nefret ettiğim şehirde neyse hayırlısı diyelim öyle olur belki
psikodok
sevdiğim birinin üzüldüğünü duyunca, görünce bütün gezegeni yakasım geliyor
depresyondayim
sevdiğim kişiyi yanında sevdiğiyle gördüm. bir ay sonra böyle bir haberle geri dönmek beni üzüyor. sinirlerim çok bozuk
vackheriff
çok özledim. okulu ve içindeki karaktersizleri özlemedim tabi ki. bütün bir atakum sahilini, ağaçları, parkları, yollarını özledim. İçinde bir kaç tane olsa da sevdiğim insanları ve anılarımı çok özledim. yakında geleceğim. sana söz sana yemin!
mistletoe🍃
sevdiğim bey şu anda muhtemelen sevmediğim bir bey.
Forseti
ben lee - gamble everything for love
en sevdiğim şarkılardandır
matricariachamomilla
bazı insanlar sevdiğim şarkıdan sonra çalan sevmediğim şarkı gibi. anında geri tuşuna basıyorum.
omuluarkadas
günün en sevdiğim vakti. düşün düşün dur şimdi. geceyi benden çok kimse sevemez herhalde !.. gündüz vassaf ın da dediği gibi "yaşamın anlamı gece duyumsanır ve sorgulanır,kimse bunu öğle yemeğinde tartışmaz. yaşam gecenin konusudur."
Mona lisa
böyle kulaklıkla, en sevdiğim müzikleri dinleyerek resim yapmak bana inanılmaz bir sakinlik veriyor. paçalarımdan pozitiflik akıyor. ödevlerden bıkıp, resimden de bıktığımı düşünmüştüm. öyle değilmiş. buna sevindim. hoşgeldin canım suluboyam ve en sevdiğim emektar fırçam.sizi seviyorum..
Uçuçböceği
sevdiğim çocuktan utanıyorum. anlamasın istiyorum. o yanıma gelip konuştuğunda mutlu oluyorum. nasıl olacak böyle bilmiyorum. onunda bana karşı duyguları var gibi. bi yakın bi uzak davranıyor. ben de haliyle altüst oluyorum. 😔
dorttebirhukukcu
2014 yılında henüz 18 yaşında koca bir çocukken çok sevdiğim bir hocamızın ' benim dörttebir hukukçularım' hitabından esinlenerek dörttebirhukukçu olarak bu mecraya giriş yaptım. yolu yarıladığımı sandığımda artık koca bir çocuk değil omuzlarındaki yükleri taşımakta zorlanan küçük bir kadındım. dörttebeşhukukçu olarak buraları terk etme umudunda olduğum şu sıralarda çok düşünüyorum.' - eee sen neler yapıyorsun?' sorusuna verilen ' - okuyorum cevabının ' içinde ne çok mücadele barındırdığını, 'sizin için çalışıyoruz, her şey sizin için, sizin için yaşıyoruz' edebiyatı yapan ailemin neden bir kere 'nasılsın, hiçbir şey senden kıymetli değil'demediğini, yalandan da olsa mezuniyet günümde tebrik beklediğim dayımın ' o cübbe asıl annenin hakkıydı' demesinin kendimi nasıl değersiz hissettirdiğini; lafa geldiğinde arkadaş gibi olduğumuzu iddia edip sadece bütün sıkıntılarını üstüme kusmakla yetinen, kocasının aynı zamanda benim babam olduğunu unutan anneme ne kadar kızgın olduğumu.... herkesin sorunlarla başa çıkabilme potansiyeli aynı değil, şu sıralar içinde bulunduğum psikoloji derdimin çok olmasından değil bunlarla başa çıkamamamdan;kızgınlıklarımı, kırgınlıklarımı ardımda bırakamamamdan... 7-8 yaşındayken annemin kardeşimi eve gelen misafirlere - işte bu benim umudum diye tanıtmasını unutamıyorum mesela, ne için söylediğini hatırlamasam da -senden umudu kestim dediği aklımda... bizim için ne kadar çabaladıklarını, sıfırdan başlayıp ne kadar çok yol aldıklarının farkındayım, hep farkındaydım, 'yok'tan hep anladım. dünyaya gelmeyi ben seçmedim bana bakmaya mecburlar demedim hep yaptıklarının karşılığını vermek için yaşadım, onları hayal kırıklığına uğratmak en büyük korkum oldu, kendi hayal kırıklıklarımı hep sineye çektim. köpek gibi hep bir aferin bekledim. keşke biraz bencil olabilseydim, bu kadar yıpranmaz, güçsüz kalmazdım, belki o zaman 'hiçbir şey benden değerli değil' diyebilirdim. çünkü bir zaman sonra buna kendini inandırmak çok zor oluyor. dönüp baktığınızda hayatınızın 23 yılını ne kadar saçma sapan bir şekilde harcadığınızı, halden anlayan çocuk olmanın omzunuzda koca bir yükle dolaşmak demek olduğunu fark ediyorsunuz... eğer aranızda anne baba olanınız varsa çocuklarınıza sizin projenizmiş gibi davranmayın, başarısız olduğunda nasıl fark ediyorsanız başarılı olduğunda da fark edin; onlar için yaptıklarınızı, vazgeçmek zorunda kaldıklarınızı nimet gibi yüzüne vurmayın ... telafisi güç olabiliyor. size olan siniri, kırgınlığı size olan sevgisini, sizi kırma ihtimalinin korkusunu aşamadığından siz farkına bile varmadan bu hayata ancak ilaçlarla katlanabilecek hale geliyor...
yolyordam
psikodok
ne garip bir yerdirki şu omü dedikodu hayatıma hem en sevdiğim insanları hem de tiksindiğim insanları kazandırdı.
gulmeksanayakisiyor
tabağına yiyebileceğin kadar yemek, hayatına sevebileceğin kadar insan al. İsrafın lüzumu yok. sonra öyle pişman olursun ki son pişmanlık fayda etmez. hayatta çok pişmanlığım oldu ama sevdiğim için hiç pişman olmadım çünkü hayatımda geçirdiğim en güzel zamanları birlikte yaşadık. tek pişmanlığım kararlarımda daha net olamam. birlikte olsaydık aile olabilmeyi basarabilseydik bu dünyada değil canlılığa dair nerede hayat varsa oradaki insanlarda bile benden mutlusu olamazdı. kış'ı sevin güneşi sevin. size kışı sevdiren kış güneşini sevin. bu hayatta birkez sever insan onuda iyi sevin.
ikizler
gecenin geç sayılabilecek bir saatinde kütüphaneden çıkıp aheste aheste adımlarla ziraat fakültesinin önündeki e1 durağına doğru yürüyorum. yine en sevdiğim havalardan biri var bu gece. ceket giymesen üşünecek, ceket giysen tam gelecek hafif esen, soğuğa yakın serin bir hava. hani bir önceki yazımda bahsetmiştim ya balkonumu özledim diye. İşte tam oradaki gibi. bilmiyorum kaçınız gece 11 den sonra kampüsün içinde dolaştınız gönlünüzce ama size tek diyebileceğim. okul hayatınız bitmeden kampüsün 23 ile 06 saatleri arasındaki o havasını da içinize çekmeniz gerektiği. özellikle yaşam merkezi çevresi öyle tuhaf geliyor ki bana. gündüz milletin yemek için oluşturduğu kuyruklar, derslere gitmek için yoğun bir akış içinde olan kalabalıklar, dolu dolu ring durakları sanki hiç yaşanmamış, hiç yokmuş gibi oluyor. sanırım kütüphaneden geç çıkmamın dersten başka bir sebebi de kampüsün gece halini sevmem. şöyle bir göz gezdiriyorum da. keşke fotoğraf makinem yanımda olsaydı da gösterebilseydim size. bir gün getirirsem o güne nasip olur inşallah. bugün kütüphaneye bir arkadaşımla gittim. oturduğumuz masada elektrik olmayınca ben de elektrik olan bir masaya geçtim. ders çalışamam için iki şeye ihtiyacım var benim. biri notlarımı yazacağım bilgisayarım, ikincisi ders çalışırken müslüm baba veya eda baba dinleyeceğim kulaklığım. bu ikisi olmadan ders çalışamıyorum. baya esaslı konular çalıştım bugün. tamamen anlamaya çalışmadım. genel hatları ile anlayıp 6 sayfalık bir not çıkardım. bu notu yayayım da diğer gençler de bilgiye güzel bir şekilde ulaşabilsin değil mi. bir de imzamı çok sevdiğim için her yaptığım şeye atıyorum imzamı. çıkardığım notlara bile. vektör haline getirdiğim imzam her yere uyuyor zaten kolayca. bu güzel gecede ne çok ders muhabbeti yaptım değil mi. e1 yerine t1 geldi. ona binip gideyim bari. hepinize mutlu geceler dostlarım. gecenin tatlı serinliği kadar güzel bir gönül ile dalın rüyalara... :)
ikizler
saatler 23:00'ı gösterdiğinde yurduma daha yenice girdim. o saate kadar kütüphanede kalmak beni acıktırmıştı doğrusu. yurdumun en sevdiğim özelliği gelmişti aklıma kütüphaneden çıkarken. bir mutfağımız vardı ve biz istediğimiz saat istediğimiz şeyleri pişirebiliyorduk. sırf bunun için yurttan birkaç durak önce inip ekmek aldım. menemenimi hazırlayıp yemem yarım saatimi aldı. menemenimden arkaya da bir demlik çay kaldı. ben de kapattım tüm ışıkları. kendi başıma bir çay içeyim biraz da sohbet edeyim dedim. normalde bu saatler kahve içmeyi en çok sevdiğim saatlerdir. ama inanırmısınız daha 2 aydır ağzıma kahve koymadım. nasıl becerdim bunu ben de pek anlayabilmiş değilim. sanırım güneşin batışına, geceki yelin esişine hasret kalınca insanın aklına ne kahvesi geliyor ne de başka bir şey. son sıralar baya hasretlik çekiyorum sanırım. balkonomu özlüyorum mesela. şu mutfak olayını sanırım bir tek bana özel bir balkonla değişebilirim. kahvemi özlüyorum. her yudumumda içime işleyişini. yazmayı özlüyorum. elime klavyeyi aldığım anda sonu kocaman bir gülümsemeyle biten yazılar yazmayı. okumayı özlüyorum. okuduklarım azaldığı için üzülüyorum. bazen hayal ediyorum. gün 26 saat olsa da çalışmak zorunda olduğumuz saatler aynı kalsa ne olurdu diye. bence çok güzel olurdu ama o 2 saatimize de göz dikeceklerine adım gibi eminim. güzel olan şeyler varken neden o güzel olan şeylerin yerine korkuları, umutsuzlukları, çırpınışları koyarız onu da anlamıyorum. bir akışa bırakma meselesi bence. bir akışa bıraksak kendimizi her şey güzel olacak ama... 6. bardağım da bitip, eylem ablamız son şarkısını söylemeye başladıysa başka şeylerin vakti gelmiş demektir. hepinize mutlu geceler gençler. rüyalarınız bir kocaman gülüşlü görüşürüz busesi kadar güzel olsun...
Megalove
varyaaa artık kime güvenip kime güvenemiceğimi bilemiyorum artık neden derseniz arkadaşlarım deseniz ne zaman başı sıkışsa yanlarında oldum borç istediler verdim şu tarihte kesin dediler tarih geldi ses gelmedi maddiyat a okadar takılmadımda o borç içinmiydi dostluk gösterişi. sevdiğim kişiden ayrıldım ayrılmadan önce seni çok özledim seviyorum diyen bir gün sonra sebepsizce ayrılmak istedi neymiş efendim herşey eskisi gibi deilmiş 1 günde anlamış yani ne dostum ne sevdiğim kaldı herkes olmuş oyuncu kimse kimsenin kalbini kırmaktan korkmaz olmuş sonumuz hayrolaaa 😔
orlito
aslında doğum günü sürprizleri ya da mesaj gibi şeyler beklemiyorum. hiçbir zamanda öyle bir beklentim olmadı ama çok sevdiğim insanlar bir gün öncesinden (dün) güzel bir kutlama yaptılar sebebi de bugün yapsalarmış anlarmışım :)) ve hiç beklemediğim insanlar facebook, twitter arkadaşım olmamasına rağmen hatırlayıp mesaj attı. insan hüzünleniyor be ya da ben yaşlanıyorum :d 23'ü doldurdum. daha nice 23lere demektense hayatımın geri kalanı hayırlı ve dolu dolu geçer inşallah.

bu arada imkanı olan kan bağışında bulunsun arkadaşlar. hem kendi sağlığınız için hem de ihtiyaç sahipleri için.
neutron
yarın mini mini birlerin ilk günüymüş. ilk birkaç seneye dair hatıralarımı canlandırayım. okula başladığım gün ağlayan arkadaşlarıma şaşırmıştım. annemle babama gidin ne duruyosunuz demiştim. öğretmenimiz kocaman bir ağaç yapmış her birimize birer elma çizmişti. okumayı öğrendikçe elmalarımız kızarıyordu. ilk benim elmam kızarmıştı. okuma yarışmalarında en hızlı ben okuyordum. çarpım tablosunu hemen ezberleyip daha ikinci sınıfta kantinde çalışmaya başlamıştım. gün sonunda tonla parayı bana emanet ederler müdürün odasına bırakırdım. en sevdiğim şey öğretmenimizin 1. dünya savaşını anlatmasıydı. o anlattıkça ben hayal ederdim. bir keresinde ısrarla 2. dünya savaşını sormamla iyi bir azar yemiştim. öğretmenimiz bize matematik sorusu sorar bunu çözerseniz bedene çıkacağız derdi. herkes bana bakardı ''hadi neutron'' derlerdi. ben de çözerdim, çıkardık. yirmi soruluk testler olurduk. öğretmen benim optiğimi okumaz 20'de 20 yazar geçerdi. şimdi buraya kadar niye böyle kendimi övermiş gibi anlattım. mutlaka bu mesajı okuyan öğretmen adayı dostlarım vardır. onlara zeki öğrencilerine ''çalışma disiplinini'' aşılamalarını istediğim için anlattım. allah vergisi bu durum ilkokulu kurtardı fakat lisede işe yaramadı. çalışmaya programlanmayan bu zeki çocuk derslerde uyudu. dışarda top oynadı. evde bilgisayarın başından kalkmadı. ve lisede üçer beşer zayıf getirdi. ha bu arada en sevdiğim ders hiçbir zaman matematik olmadı :d
onuralp
aliya İzzetbegovic'in çok sevdiğim bir sözü var. ''ve her şey bittiğinde, hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır.'' bugün tam olarak bu durumu yaşadım. acı bir tecrübeyle de olsa bazı dostlarımın aslında gerçek dostlarım olmadığını öğrendim.

Selam Ziyaretçi

Gördüğüm kadarıyla henüz giriş yapmamışsın! Lütfen giriş yap, bekliyorum :)