bugün yine üniversite yıllarımı özlediğimi düşündüğüm bir gün oldu 🥲. samsuna becayış yapılır.


siteye o kadar uzun zaman olmuş ki girmeyeli hala nikimin durması bi duygusallık yarattı bende. bir yaz akşamı keşfedip çok güzel insanlarla tanıştım burda. o sıkıcı yaz gecelerini burası şenlendirdi. üniversiteden mezun oldum ve şu an mesleğimi yapıyorum. özlem dediğim samsun u fotoğraflardan görünce gözlerim doluyor. burası benim için o zamanlar tamamen blog gibiydi. yaşadığım duygusal karmaşaları vs herşeyi anonim kimliği altında yazıyordum. ve bu sıralar yine çok karışık olduğum zamanlar... covid döneminde bir hastanede çalışmanın depresif etkileri ve sevdiklerimi uzun süredir görememek en yoğun covid şehrinde yaşamak çok hırpalayıcı. bir yandan da iyi bir eş olabileceğini düşündüğüm birine karşı aşık olmadığımı düşünüyorum. kafamda sürekli 40 yaşına gelince ayrıldığına pişman olur musun diye sorgularken buluyorum kendimi. ya siz ne dersiniz 26 yaşında risk alıp aşık olunacak kişiyi aramak ya da beklemek gerekmez mi ?

eşyalarımızı, elbiselerimizi gün geçtikçe bizden bir parça olmazlar mı? onları sık sık değiştirmek isteyişimiz bundan kaynaklanıyor olabilir mi? biz istediğimiz kişi olabilmek için önce dış görünüşümüzü düzeltmeye çalışıyoruz. olmak istediğimiz tarzda olmaya çalışıyoruz. onlardan asla vazgeçemiyoruz. hatta benzemek istediğimiz insanların kıyafetlerinden alıyoruz, onun gibi giyiniyoruz vs. (özellikle ünlülerden) örneğin; takım elbiseli bir adam gördüğümüzde ciddiyet ve resmiyet anımsatır. ama deri ceketli salaş giyinmiş elinde kask olan birini gördüğümüz de daha rahat bir insan olduğunu düşünebiliriz.kıyafetler aslında sözsüz iletişim aracıdır. büyük ön yargılara rastlarız çoğu zaman. hepimizin hayatında tanıştıktan sonra '' ya aslında hiç düşündüğüm gibi biri değilmiş...''dediğimiz çok olmuştur. kıyafetler insanlar üzerinde etki yaratıyor. siyah oje, siyah ruj sevmediği halde dışardan istediği tarz bir insan gibi gözükmek için siyah oje süren siyah ruj süren insanlar gördü bu gözler.ya da bir ortama girmek için olmadığı biri gibi giyinip, olmadığı biri gibi davranmak gibi.bunlar tabi ki şahsi fikrim ...

boşa zaman geçirmede ustalaştım sadece oturduğum yerden 2-3 büyük sorunumu düşünerek saatleri ve günleri boşa harcayabiliyorum. düşündüğüm vaktin 3 de birini çözmeye harcasam muhtemelen şimdiye kurtulmuştum fakat doğruları bilmek ve uygulamanın arasında dağlar kadar fark olduğundan bu şekilde devam ederim muhtemelen.

benim düşündüğüm: ayyy bu ne biçim toz, kir tutar şimdi ne saçma.
milletin düşündüğü:
milletin düşündüğü:

eskiden yaptığım gibi şuraya azıcık sitem atayım içimi dökeyim. o kadar bıktım ki insanların sahte yaşamlarından ve sahte şeylerden mutlu olup gerçekten gram anlamamalarından boş şeylerle uğraşıp boş bir hayat yaşamalarından diyeceksiniz ki bundan sanane öyle olmuyor işte o iş bizde yaşıyoruz bu dünya da mesela iş hayatımdaki insanlar veya hoşlandığım bir kız illaki birileri sürekli çıkıyor karşıma ve zararını ben görüyorum. hayatta hiç bir zaman yok like takipci kısaca sosyal medya umrumda olmadı başka insanların seveceği şekilde resimler çekinmek başka insanların beğeneceği sözler yazmak başka insanların ilgisini çeken profiller vs vs ha bundan da sanane diyeceksiniz bunca sahtelik içinde insanlar gerçek benliklerini unutmuş ve ben onlara doğru olanla gerçek olanla yaklaştığımda resmen kaçıyorlar saçma bir şekilde. bir kaç örnekle açıklayım geçen bir kadınla tanıştım cidden güzel şeyler hissettim ona karşı sadece dürüst oldum veya başka bir amaç gütmeden kartları mı açık oynadım evime kadar geldi tek düşündüğüm sadece yanında olmak o anki sıkıntısını ona unutturmakdı 1 ay sonra felan başka birisi daha çıktı karşıma ona da gerçek olması gereken şekilde davrandım sonuç 2 sininde en son söylediği casual sen çok iyi birisin deyip konuşmayı kestiler. diğer bir örnek erkek arkadaşım oldu bebelerle samimi olmak güzel bir dostluk kurmak istedim ben ne kadar dürüst olup onlara iyi davrandıysam onlar da bir o kadar kullanmaya çalıştılar beni ve en kötüsü bu anlattığım bu insanların hepsi beni salak yerine koymaya çalıştılar. herkesin dili farklı kalbi farklı konuşur olmuş ne adamlıktan ne insanlıktan anlayan kalmış boş ve sahte dünyalarınız da mutlu olmaya devam edin ben gerçek dünya da gerçek insan aramaya devam edeceğim. lafta bunları arayıp icraat de kendine ızdırap çektirenlerin yanında nasıl duruyorsunuz hala anlayamıyorum anlayamayacağım da. her neyse iyi döktüm içimi her zaman joker kartım oldun iyiki varsın omüdedikodu 😏

kaçan kovalaniyor gerçekten ne zaman olmayacağını düşündüğüm bir şeyden vazgeçsem ya o şey oluyor ya da ona denk başka bir şey oluyor. size bir ipucu hayallerinize turan taktiği uygulayın. kaçıyor gibi görünün ama hedefiniz onu kıstırmak olsun.

tüm gün boyunca yakıp kavurdu güneşin sıcağı yaz okuluna gelmiş şu kulları. evet. ben de yaz okuluna geldim. hem de ihtiyacım olmadığı halde geldim. bazı nedenlerim var tabi kendime göre. ama bu nedenlerden en büyüklerinden biri bu şehri gerçekten sevmem ve kendimi burada gerçekten iyi ve özgür hissetmem. her gün iyi ki de gelmişim diyorum zaten. ders bitip yurduma doğru yol aldığımda da tekrar kurdum bu cümleyi. geldim yurduma. yemeğimi yedim. sonra yine yapmayı sevdiğim şeylerden biri olan yemek sonrası yemekhane penceresinin önüne oturup öyle samsunu ve denizi izledim sessizce. ben öyle otururken bulutlar geldi, önce güneşi kapattılar sonra gökyüzünü kapladılar. ardından incecik bir sağanak boşalttılar ferahlamaya hasret şehrin üzerine. ben de bu fırsat deyip odama indim giyinip çıktım dışarı. ama yaz yağmuru. kısacık sürdü. olsun, hiç olmazsa ferahlamış yollarda yürümenin zevki bana kalmıştı. baya yürüdüm sokaklarda, çarşıda, meydanda. öylesine yürürken aklıma ne zamandır bir kitapçıya gitmek istediğim ama bir türlü gidemediğim geldi. ben de rotayı meydandaki d&r ye çevirdim. bu yaz okulunda hiç uğramamıştım. bana da çok iyi geldi hem. yeni çıkanları kurcaladım, eski olanlara defalarca bakmama rağmen bir kere daha baktım ilk defa bakıyormuş gibi. en son da dergiler bölümüne geldim. beni tanıyanlar bilir. kafkaokur dergisini pek bi severdim ben. uzun zamandır almayı bırakmıştım dergiyi. çizgilerini bozduklarını düşündüğüm için. artık hoşuma pek gitmiyordu dergi. eski tadı kalmamış gibiydi. ama bugün görünce tekrardan, dayanamadım aldım ben de. kararımdan vazgeçmeyeyim diye de gittim hemen ödedim parasını ve çıktım oradan. geldim bir çay ocağına söyledim açık, süzgeçli çayımı. açtım dergiyi göz attım şöyle. bazı sayfalar tanıdık geldi. çok sevindim onları görünce. eski dostumdu sanki. bazılarını yeni gibi görüp yadırgadım. daha yabancıyım onlara. bu yaşlanmanın bir alameti mi acaba. yeniye karşı yabancılık. sanmam. bence benim yabancılık çektiğim yenilik değil, haz aldığım şeylerin yerlerini gereksiz yere doldurmaya çalışanlara öfke. neyse yahu. benim yine öylesine yazasım geldi işte. bir ikizlerin çenesini tutumaması ve ona da tutulmamasını istemesi. hepinize mutlu geceler dostlarım. efil efil esen gecede tek sıcacık şey kalbiniz olsun...

uzun zamandır birazını yazıp bıraktığım öykümü artık devam ettireceğim.yarım kalması epeydir huzursuz ediyordu.aslında giriş, gelişme,sonuç olarak hemen hemen kafamda oluşturdum.fakat bir türlü elime alıp yazamadım.bir yerlere düşündüğüm şeyleri aktarıp, somut hale getirmek hoşuma gidiyor.hadi bakalım şimdiden heyecan yaptım😃

sana sisli havanın tozlu raflarında bulduğum bir anımdan söz etmek istiyorum frank’cığım. (kesin yaşanmıştır değil, yaşandı.!) o zamanlar mars’a yeni ayak basanlar arasındaydım, ilk defa görüyorum ya hani. o ayak izi senin, bu ayak izi benim diyerek her yerde 45 numara ayakkabılarım ile bir sanat yaratıyordum. biraz ilerledikten sonra karşımda su birikintisi görmüştüm, serap misali. (halisünasyon demeye üşendim, hebele hübele şeklinde yazmaya yetiyor klavyem, neyse devam.) sonradan fark ettik ki uzaylıların kanalizasyonu imiş. (şimdi yanımdaki mürettebatım serap olmadığına mı sevinsin yoksa uzaylıların boşaltım sisteminin kalıntıları olmasına mı üzülsün? ne yaman çelişki.) mürettebatımızdan kayıplar vermiştik, aramızdaki yerden bitmeler ayak izlerimde can vermişti. birkaçı da yanılgılarında(şu kanalizasyon olayı var ya, hah işte ondan söz ediyorum.). marsta olan ben bu şekilde idi, peki gerçeklikte? küçüklüğümün avuçlarında tuttuğum bir kaplumbağa vardı, oturduğumuz evin aşağısında bulunan bahçede bulmuştuk.(frank ile bulmamıştık, o henüz o kadar yetenekli değildi. sorry frank .s) kaplumbağa kocaman bir şeydi, abartmıyorum bak. evde kimsenin olmadığı bir anı yakalayıp(büyük şans!) gizlice eve sokmuştuk yeni yabani hayvanımızı. ne de olsa evcilleştirecektik. tabii işler düşündüğümüz gibi gitmedi korkuya yenik düşüp eve döndüğünü fark ettiğimiz annem odaya girmeden dolabın üzerine çıkıp(önce peteğe, sonra dolap koluna, en son dolabın üstüne tutunup kas gücüme güvenmiştim. vaoov spider gay.) abimin kaplumbağayı bana uzatmasını beklemiştim.(yaağğğ yağğğ demiştim frank değildi diye, gördünüz mü.) abim ile o dönemlerde aynı boyda olduğumuzdan ötürü benim de uzanmam gerekiyordu ki öyle de yapmıştım. kaplumbağa tekrar yanımdaydı derken pat ani bir baskın! annem odaya giriş yapmıştı, dolabın üstünde olduğum için odada sadece abimin varlığı belirgindi. her şeyin yolunda gittiğini düşündüğümüz esnada durumun komikliği ile gülmeye başlayarak anneciğime kendimizi yakalattırmıştık. haklı olarak afallamış şekilde bunun sesi nereden geliyor diyerek etrafı süzmüş, dolap görüş açısına denk gelince beni görmüştü. (ihih ihih anncm slm .s) ne yapsam ne etsem diye düşünürken annemin "in oradan" uyarısını dikkate alıp arkasını döndüğü anda kaplumbağayı abime attım, atacağımdan habersiz olan abim yaşından büyük bir şok ile yere düşen kaplumbağaya bakakalmıştı. (kaplumbağaların da kabuğu kırılıyormuş, bunu o gün öğrendim.) annemin de dikkati bir anda yere düşen şeye kaymıştı(ona göre ufo bile olabilirdi çünkü sadece uçan bir cisim görmüştü.). yaklaştıkça kaplumbağa olduğunu fark etti, eline alıp bir şeyi olup olmadığını kontrol etti. (o bu değil de bu kaplumbağaların da kanı varmış.) çok sert atmıştım sanırım, ölmüştü çünkü. annem ve abim kaplumbağa(isim koyamadık.) ile odadan çıktı, ben ise dolabın üstünde kalakalmıştım. çıktığım yerden inemiyordum, yüksekti. sonra bir cesaret yere atlamış, spider gayliğe son vermiştim. çocuğuz ya, kızmamışlardı. beraber kaplumbağayı gömmüş ardından minicik avuçlarımız ile son dualarımızı etmiştik. mürettebatımız böyle böyle son buldu.

öncelikle belirtmeliyim ki frank'cığım seni sene 2011'de yazdığım bu zımbırtıyı kamufle etmek için kullandığımdan dolayı üzgünüm. :/
evet şimdi başlayalım eski dosyalardan c/p yapmaya.
~
sevgili frank,
uzun zamandır düşündüğüm mail arkadaşlığını uygulamaya karar verdim. aslını sorarsan, mektup arkadaşlığından yanaydı gönlüm. hızlı ilerleyen zamanın geride bıraktığı bu yaşamları mektup aracılığı ile sana aktarmak, insanlığın henüz küçük-orta-büyük teknolojik kutulara sığdırılmadığı dönemin parçası olup gönderdiği mektubun gelmesini dört gözle bekleyenlerin yaşadığı dönemden yazmak isterdim. ne de güzel dönemdir o dönemler. açlık ve sefalete esir olmuş bedenlerin arkasında hep bir umut vardır. bu yüzden olsa gerek özeniyorum o dönemde yaşayan insanlara. konumuza dönecek olursak; sana yazdığım bu mail, içinde sana edilmiş bir penfriend teklifi barındırıyor. yazdıklarıma bir mail ile karşılık verdiğin vakit teklifimi geri çevirmeyip kabul ettiğin düşüncesi ile mutlu olacağım. bu konuları sonraya bırakıp şimdiki zamana gelecek olursak da soracağım soru değişmeyen klasik sorulardan. “nasılsın?”. İyiyim cevabı ne kadar gerçekçilik barındırıyor ise sen de o kadar iyisin, biliyorum. varlığına yaşam kaygısı enjekte edilmiş insanlar nasıl iyi olabilir ki? sen, ben, biz, onlar ve daha niceleri… hepimiz o insan topluluğu içerisindeyiz. kimileri reddederken kimileri kabullenip hayatın akışına kendini bırakmış durumda. peki, sen mesyö? kimlerdensin? sen bu soruyu düşünürken hayatından belli bir ölçüde zamanını almış oldum. sadece herkesin yaptığını ben de yaparak herkesleştim ve olması gerekeni yaptım. herkes gibi olmayınca bir ucubeden farksız oluyor insan. oysa güzel olmalıydı, simsiyah kargaların arasında bembeyaz bir karga olmak. şimdilik yazıma son veriyorum. beklediğim bir mektup olmasa da yazacağın maili bekliyor olacağım. ellerimizde kahvelerimiz, karşılıklı oturup bir sohbete dalacağımız vakit gelene dek kendine iyi bak. o vakitten sonra kendine iyi bakmanı, o gün gelince söylerim. adieu.
~
ne biçim bir evreden geçmişim lan.
evet şimdi başlayalım eski dosyalardan c/p yapmaya.
~
sevgili frank,
uzun zamandır düşündüğüm mail arkadaşlığını uygulamaya karar verdim. aslını sorarsan, mektup arkadaşlığından yanaydı gönlüm. hızlı ilerleyen zamanın geride bıraktığı bu yaşamları mektup aracılığı ile sana aktarmak, insanlığın henüz küçük-orta-büyük teknolojik kutulara sığdırılmadığı dönemin parçası olup gönderdiği mektubun gelmesini dört gözle bekleyenlerin yaşadığı dönemden yazmak isterdim. ne de güzel dönemdir o dönemler. açlık ve sefalete esir olmuş bedenlerin arkasında hep bir umut vardır. bu yüzden olsa gerek özeniyorum o dönemde yaşayan insanlara. konumuza dönecek olursak; sana yazdığım bu mail, içinde sana edilmiş bir penfriend teklifi barındırıyor. yazdıklarıma bir mail ile karşılık verdiğin vakit teklifimi geri çevirmeyip kabul ettiğin düşüncesi ile mutlu olacağım. bu konuları sonraya bırakıp şimdiki zamana gelecek olursak da soracağım soru değişmeyen klasik sorulardan. “nasılsın?”. İyiyim cevabı ne kadar gerçekçilik barındırıyor ise sen de o kadar iyisin, biliyorum. varlığına yaşam kaygısı enjekte edilmiş insanlar nasıl iyi olabilir ki? sen, ben, biz, onlar ve daha niceleri… hepimiz o insan topluluğu içerisindeyiz. kimileri reddederken kimileri kabullenip hayatın akışına kendini bırakmış durumda. peki, sen mesyö? kimlerdensin? sen bu soruyu düşünürken hayatından belli bir ölçüde zamanını almış oldum. sadece herkesin yaptığını ben de yaparak herkesleştim ve olması gerekeni yaptım. herkes gibi olmayınca bir ucubeden farksız oluyor insan. oysa güzel olmalıydı, simsiyah kargaların arasında bembeyaz bir karga olmak. şimdilik yazıma son veriyorum. beklediğim bir mektup olmasa da yazacağın maili bekliyor olacağım. ellerimizde kahvelerimiz, karşılıklı oturup bir sohbete dalacağımız vakit gelene dek kendine iyi bak. o vakitten sonra kendine iyi bakmanı, o gün gelince söylerim. adieu.
~
ne biçim bir evreden geçmişim lan.

demin parkta bankta oturan 3 adet yurdumuz gencini gördüm. bankın 2 metre solunda ve sağında çöpkutusu olduğunu gören bu arkadaşlar banktan kalkıp iki adım atmaya üşenerek izmaritleri yere atıyorlar. İçimden uyarma isteği geçti bir an ama uyarımın bir işe yaramayacağını ve bir olasılıkla da zararlı çıkacağımı düşündüğümden vazgeçtim. kamu spotu: bu ülke hepimizin, yerlere çöp atmayalım.

yeni yılın yeni şeyler getirmesi zırvalığına inanmıyorum ama yeni bir yıl deyince insan ister istemez güzel başlamasını diliyor. benimse hasta girdiğim yeni yıl dedemin hastalığıyla devam ediyor. yaşamımda kaybetmekten en korktuğum insan dedem sanırım. onun dışındaki herkesin kaybı yalnızca insancıl, sığ bir acı bırakır fakat onu kaybetmek bana çocukluğumu da kaybedecekmişim hissi veriyor. ciddi bir hastalığı yok ama onu bir hastane odasında görmek dahi çok etkiledi beni. oradan bir an önce çıksın, birlikte pizza yiyelim, o burup ekmekle yesin.. evet yeni yıldan tek beklentim bu.
onearth records'un terrace meetings projesini çok seviyorum. bilhassa proje bünyesinde mercan dede' yi görmek baya fantastik dakikalar yaşattı. sekiz yüz albümünü bilmeyen yoktur diye düşünüyorum, ülkemizde başarılı ve farklı işlere imza attığını düşündüğüm sanatçılardan biridir mercan dede.
konuyla hiçbir ilgisi yok ama dede deyince gecenin parçası olarak aklıma bu geldi. umarım sizin yılınız bu parça kadar keyifli geçer.
onearth records'un terrace meetings projesini çok seviyorum. bilhassa proje bünyesinde mercan dede' yi görmek baya fantastik dakikalar yaşattı. sekiz yüz albümünü bilmeyen yoktur diye düşünüyorum, ülkemizde başarılı ve farklı işlere imza attığını düşündüğüm sanatçılardan biridir mercan dede.
konuyla hiçbir ilgisi yok ama dede deyince gecenin parçası olarak aklıma bu geldi. umarım sizin yılınız bu parça kadar keyifli geçer.

staja gittiğim okulda müdürün bi kuşu var "kafeste"..her sınıfta 1 hafta kalıyor sonra başka sınıfa götürüyorlar..son gitmemde ben kuşa baktım kuş bana baktı anlamış gibi ne düşündüğümü kafesin içinde hayvan bi coştu😔hoca da noluyor bu kuşa filan dedi hatta..çocuklar araya çikinca da kafesin yanina gidip kuşu alıp camdan salivermeyi düşündüm...ya da okul çikisinda yapacaktım hemen farketmemiş olurlardı hem..sonra düşündüm havalar buz gibi en azından okul sıcak:/ bahara kadar beklese daha iyi olur diye düşünüp vazgeçtim:/ güya o saftirik müdür çocuklara hayvan sevgisini öğretiyor!İmkanim olsa onu 1 haftalığına kafese koyar soranlara da çocuklara insan sevgisini aşiliyorum derdim!hayvan sevgisini değil hapsetmeyi öğretiyor farkında değil..

yaptığı her şarkı da beni hayattan soyutlayan adam, geç gördüm bunu fakat etki etmesi çok sürmedi, uzaklarda neyi düşündüğümü de bilmiyorum, bu saatte nereye gittiğimi de, artık yalnızlığa kadar yolu var, yanımdaki deniz ama konuştukça alışıyorsun neyse iyi akşamlar.

büyüklerin dünyasında nasıl olur da düşüncesizlik başını alıp gider şaşırıyordum. gerçekten başını alıp gidiyormuş. hayat buna mecbur bırakıyormuş. zamanla insanlara öğrettiği şey düşünmemekmiş. hele ki başkalarını. tercih gibi yani. çok düşününce mutsuzluk baş ucunda bekliyormuş. mutlu olmak için, beynin bi kısmını boşaltmak gerekiyormuş. şimdi bu yazdıklarımın hepsinin başına galiba koyuyorum. çünkü deneyimlemedim hepsini. son günlerde sıkça yaşadığım şeyi yaşadım. az önce hayata iyi niyetle bağlandığını düşündüğüm birinin de umduğum gibi çıkmaması düşündürdü bana bunları. o da büyüktü, ama diğerleri kadar değil. o da diğerleri kadar büyüdü ve eşiği geçtiği anda olsa gerek ben yine kötü bi gerçekle yüzleştim. umarım ölene kadar o eşiğe gelmem. çünkü beynimin düşünme kısmını hayatımdan çıkarmak beni ne kadar mutlu eder bilmiyorum. tek istediğim benim mutluluğum bencillikte olmasın. ben farklı olayım...

tam 1 haftalık araştırma yaptım. geçen hafta onu gördüğüm ara saatte ve otobüse bineceği saat aralığındaki bütün sınıfların ders programını analiz ettim. 1. sınıf diye tahmin ederken o 2. sınıf çıktı. artık buldum, muhasebe gündüzmüş.
bir insanla tanışmak, neden evde düşündüğümüz kadar kolay olmuyor? neden?
bir insanla tanışmak, neden evde düşündüğümüz kadar kolay olmuyor? neden?

memlekette final sınavlarına çalışacak düzgün ortam bulamayacağımı düşündüğümden dolayı gitmedim.bayramdan hemen sonra yaz okulu finalleri var çünkü komşulardanda et getiren olmadı kavurmasız bir bayram geçiriyorum a dostlar.yardım edin😭

sıkı durun, şimdi size gezegenimizin formundan ve şeklinden bahsedeceğim. uzun zamandır anlatmayı düşündüğüm ama bir türlü o kafaya ulaşamamamın verdiği üşengeçlikten dolayı anlatamadığım bir mevzu. bizim gezegenimizin en büyük özelliği bir dize oluşudur. nasıl mı? şöyle anlatayım 7 tane küçük dünya düşünün ve bunların tek sıra halinde uzayda dizildiğini hayal edin. en büyük özelliği bu. sizin dünya'ya göre çok daha farklı özellikleri var tabi. mesela 3 ayrı güneşimiz olduğu için mevsimler, aylar, yıllar... çok farklı. her gezegende farklı, değişik ırklar(size göre canavar ya da hayvan) var. biz bunların tamamını tek gezegenden sayıyoruz ve her birine ayrı ayrı 'birim' diyoruz. en ortadaki yaşamın başladığı yerdir. bizim atalarımız öyle inanıyorlar, çok da bilimsel değil yani. uzayda da hurafeler var arkadaşlar, öyle uzaya çıkalım, çıkalım diye yırtınmayın. neyse konu dağılmasın, her birimin kendine has bir şekli vardır. en ortadaki yani yaşamın yeşillendiği birim yuvarlaktır. tam yuvarlaktır. sanırsın ki pergelle çizmişler. evrenin en harika dairesidir ayrıca. altın oran, pi sayısı, emce-kare, neler neler.. hepsiyle bir alakası var. bu yüzden en ortadaki kutsaldır da. şimdi diyeceksiniz ki 'ohooo elyın olmadı, bu nasıl uzay amk', aynen öyle kardeşim, uzayda da bi sikim yok aslında. buranın bi değişiği. oradaki hava koşulları, coğrafi sebepler, element farklılığı vs derken, bir zamanlar dünyanıza meteorlarla gelen yaşamın aynısı bizim dize yıldızlarımıza da yağmış. olay bu kadar basit. neyse canım sıkıldı aklıma gelince, daha sonra belki biraz daha devam ederiz.

ne hissettiğimi ne düşündüğümü hissedemiyor vaziyetteyim
içimde çalan şarkı
bu vaziyetler hayra alamet değil de
durdum düşündüm
yine niye beni buldu eziyetler
aklımı nerede düşürdüm
sorsan harbi iyiyim.
içimde çalan şarkı
bu vaziyetler hayra alamet değil de
durdum düşündüm
yine niye beni buldu eziyetler
aklımı nerede düşürdüm
sorsan harbi iyiyim.