omer9802
2012 yılında kimya bölümünden mezun olmadan bırakıp gittim. pişman mıyım ? tabiki de hayır 😂
selamunaleykumselam
hayır davranır
Sanatçı
kimse yedeğini bulmadığı sürece elindekine kötü davranmaz, eğer karşınızdaki sizi ertelemeye başladıysa artık sadece bir seçeneksinizdir.
Sanatçı
bir sorunun doğru cevabı yoksa, tek bir dürüst yanıt vardır.
evet ile hayır arasındaki gri bölge.
sessizlik.
ucuncunesilsaglikci
bundan yıllar önce de aklımda bu soru varmış:'neden?'. neden? yıllar geçmiş, bu sorunun içeriği büyümüş ve boyumu aşmış. günlerdir içimde kopan fırtınalarda yankılanan şey:neden? hak ettim mi? biraz evet,biraz hayır. bir yerde okumuştum; birinin sana yaptığı ilk yanlış karşındakinin karakterindendir, karşındaki bunu tekrarlayarak yapıyorsa ve sen affediyorsan bu senin aptallığındandır. yapılan her şeyi affedip gözü kapalı inandığım ve gerçekleri inatla görmediğim için hak ettim,daha doğrusu şu an aptallığımın bedelini ödüyorum.söylemek istesem konuşacak çok şey var, yüzüne vurabileceğim çok fazla şey. ama eminim ki yalanlarınla kendini aklamanın bir yolunu bulursun sen,kendi söylediğin yalana bile inanırsın. sadece şunu bil: söyleyeceğin yalanlara karnım artık çok tok ve 'neden' sorusuna vereceğin hiçbir cevabın bir önemi yok. ama sormadan edemiyorum:neden?
Sunset✔
dün farklı bir aktivite olsun diye kolumun üstüne düştüm🙄 hayır tabiki de sakarlıkla alakası yok sadece bi karantina gününde aksiyon istedim o kadar 😅😅
ikarus✨
arkadaşlar şu kütüphanede ders çalışırken lütfen parmaklarınızı kıt kıt kıtlatmayın, n'olur. bakın rica ediyorum. hayır yani bir de esneme olayı gibi yayılıyor. biri parmak kıtlatmaya başlayınca arkasından 10 kişi daha hemen başlıyor çatır çutur parmak kıtlatmaya. bazıları var ki parmak ile kalsa iyi. tüm vücudunu boynundan ayak parmağına kadar kıtlatıyor. İçim gidiyor, yapmayın. telefonla konuşma, yüksek sesle ders çalışma veya şapır şupur bir şeyler yeme olaylarını çok şükür geride bırakmaya başladık, bir de şu parmak olayını çözersek muazzam olacak, mu az zam.
birgaripmatematikci
rakiplerim harıl harıl ders çalışıyor. ben sadece dersaneye gitmek dışında başka bir şey yapmıyorum. gerçi ona da doğru düzgün gidiyorum da sayılmaz. ders nasıl çalışılır bilmiyorum ve artık bilmek istiyorumm. hayır evde ders çalışayım diye masaya oturuyorum onun dışında her işle de meşgul oluyorum. beni engelleyen bir ev arkadaşım falan da yok. yalnız yaşamama rağmen ders çalışamıyorum. yardım please.
👑 Ef.
"bir tık"
eeevet gelelim ölçü birimi olarak kullandığınız bu ifadeye. arkadaşlar hatırladığım kadarıyla bu ifadeyi hayatımıza ilk sokan ivana sert'ti. o da türkçeyi yarım yamalak bildiği için kullanıyordur muhtemelen. taklit yapıp dalga geçiyorduk ne ara dilimize girdi anlam veremiyorum. yemeği bir tık daha pişirmek ne lan manyak mısın, bir tık daha gecikse otobüsü kaçıracakmış mala bakar mısın, çiçek bir tık daha büyüdüğünde başka saksıya dikmeliymişim, güne dünden bir tık daha mutsuz uyanmış, elbise bir tık daha bol olursa daha çok yakışırmış, saç rengim bir tık daha koyu olsa iyi olurmuş. hayır neye göre ölçücez ulan bu tıkı. sana bir tık geleni direkt algılayıp nasıl uygulayayım aptal mahluk. türkçe mi bilmiyorsunuz yoksa mal mısınız, ciddi soruyorum ya.
dakoh
@mayk şu mesajlaşma panelinin bakımı biraz uzun sürmedi mi sence de? hayır kod mod yazmada yardım gerekiyorsa haberim olsun bak çokzel dolma kalemlerim var en pahallı mürekkeplerlen mukteşem kodlar yazarııım
Uyku
🌑🌑🌑🌑🌑🌑🌑🌑🌑
🌑🌑🌑🌑🌑🌑🌑🌑🌑
🌑🌕🌕🌕🌕🌕🌕🌕🌑
🌑🌕🌕🌕🌕🌕🌕🌕🌑
🌑🌕🌕🌑🌑🌑🌕🌕🌑
🌑🌕🌕🌑🌑🌑🌕🌕🌑
🌑🌕🌕🌑🌑🌑🌕🌕🌑
🌑🌕🌕🌑🌑🌑🌕🌕🌑
🌑🌕🌕🌑🌑🌑🌕🌕🌑
🌑🌕🌕🌕🌕🌕🌕🌕🌑
🌑🌕🌕🌕🌕🌕🌕🌕🌑
🌑🌑🌑🌑🌑🌑🌑🌑🌑
🌑🌑🌑🌑🌑🌑🌑🌑🌑
🌑🌕🌕🌑🌑🌑🌕🌕🌑
🌑🌕🌕🌕🌑🌕🌕🌕🌑
🌑🌕🌕🌕🌕🌕🌕🌕🌑
🌑🌕🌕🌑🌕🌑🌕🌕🌑
🌑🌕🌕🌑🌑🌑🌕🌕🌑
🌑🌕🌕🌑🌑🌑🌕🌕🌑
🌑🌕🌕🌑🌑🌑🌕🌕🌑
🌑🌕🌕🌑🌑🌑🌕🌕🌑
🌑🌕🌕🌑🌑🌑🌕🌕🌑
🌑🌑🌑🌑🌑🌑🌑🌑🌑
🌑🌑🌑🌑🌑🌑🌑🌑🌑
🌑🌕🌕🌑🌑🌑🌕🌕🌑
🌑🌕🌕🌑🌑🌑🌕🌕🌑
🌑🌕🌕🌑🌑🌑🌕🌕🌑
🌑🌕🌕🌑🌑🌑🌕🌕🌑
🌑🌕🌕🌑🌑🌑🌕🌕🌑
🌑🌕🌕🌑🌑🌑🌕🌕🌑
🌑🌕🌕🌑🌑🌑🌕🌕🌑
🌑🌕🌕🌕🌕🌕🌕🌕🌑
🌑🌕🌕🌕🌕🌕🌕🌕🌑
🌑🌑🌑🌑🌑🌑🌑🌑🌑
🌑🌑🌑🌑🌑🌑🌑🌑🌑
hayır, işsiz değilim.
ogretmenbey18
hayır yani dönem ortasında zam yapmak nedir? 25 krş poşet farkı falan mı alıyorsunuz zksjcsd. koyduğunuz saten birer kaşık yemek zam ne alaka... ülke de her şey zamlanıyo olabilir ama o zamlarla öğrenciye gelen para da aynı oranda zamlanmıyo bunu bilin istedim.
Zeze
‘zaman’ kelimesi ‘mekan’ dan daha çekici galiba. mekandan ziyade zamana takılıp kalmamız nasıl açıklanır ki başka.
zamanla ilgili ilk derdimiz kendi zamanımızı kabullenmeden, başkasının zamanını boynumuza tasma gibi takıp onun peşinden koşturmak gibi. herkesin aynı zamanda bi şeyleri yaşamayacağını, bunun mümkün olmadığını anlayamıyoruz. bir örnekle açıklamak isterim. fatih sultan mehmet 21 yaşında (bazı kaynaklarda değişiklik gösteriyor) İstanbul’u fethetti. ama erken öldü. bakıldığında hemen hemen ömrünün yarısı. peki 100 yaşında ölecek olsaydı ve 50 yaşında fethetseydi bu denli övülür müydü ? (şu anki genç başarısı) hayır. ama yine ömrünün yarısı. farkı ne ki ? onun kendi hayat çizgisi o. bizimki de başka. ali’nin de ayşe’nin de. peki neden hep bir geç kalmışlık ve yetişememe korkusu ?
bir de diğeri var. o zamana ait hissetmemek. İnsan bir zamana nasıl ait hissedebilir ki ? zaten her an geçmiyor mu ? tıpkı bizim gibi. bana kalırsa bu zamana ait hissetmemek değil, ilk cümlemdekinden kaynaklı bir aldanış. bizi boğan mekan. (mekan = dünya) biz değil birkaç yüzyıl öncesi 15 yüzyıl öncesine de gitsek yine kötülük var, yine samimiyetsizlik var, yine yalnızlıklar, fitneler, fesatlar, olaylaaaar olaylar yani. o zamanki insanlar da eminim eski başkaydı derler. çünkü zaman da tıpkı insan beyni gibi işler. kötüyü gömer unutturur, güzellikleri andırır. eskiden bugüne güzel şeylerin gelmesi de tamamen bundandır bence. yanisi sorun mekanda gibi geliyor bana. her anlamda zamanın peşini bırakalım artık. zaman biziz ve geçip gidiyoruz görmüyor musunuz ?
ucuncunesilsaglikci
bazen çok alakasız insanlar beni engelliyor, böyle ağzım açık kalıyorum. hayır yani, napıyorum da engelliyorsunuz anlamıyorum ki 😂 kimseye bir zararım da yok halbuki.
👑Merry Andrew

kendimi yıkılması imkansız bir kalenin güçlü savaşçısı zannederdim. mücadeleci ve zorluklara karşı dayanıklı bir savaşçı. böyle zannettiğim için şimdi gülüyorum kendime.
karşıma çıkan her sorunun üstesinden gelmeye şartladım bugüne kadar kendimi ve yaralar almış olsam da yine de o sorunu atlattım. ama bu sefer öyle bir yenildim ki yenilgilerin en ağırı hem de. kendime yenildim ben. kendimi tanıdığımı zannederdim, kendimden emin olduğumu. ama bir detayı hep unutuyorum, bugüne kadar başıma ne geldiyse kendi seçimlerim yüzünden. bu hayatta güvendiğim bir iki kişi var, çoğunlukla kimseye güvenmem ama şu zamana kadar yaşadıklarıma bakıyorum en çok da kendime güvenmemeliymişim.
kimseyi yarı yolda bıraktığım falan yok aslında ama beynimin içindeki bu düşünceler beni kemirip duruyor. beynim bir iç savaşın ortasına sürüklenmiş gibi. "hasta olmamalıydım, hasta olmanın zamanı değil, en ufak bir zor koşulda vücudumun böyle pes etmeye hakkı yok, biri bana güveniyor ve yardım istiyorsa yanında olmak zorundayım, bu kadar hassas bir bünyeye sahip olmamalıyım, bunu kabul edemem, ben güçlü biri olmalıyım, her koşulda güçlü ve dayanıklıyımdır ben. hayır, değilim, öyle zannederdim ama değilmişim işte, işe yaramazın biriyim ben, hiçbir şeyi beceremiyorum, her şeyin üstesinden gelmeliyim bunu yapmak zorundayım başka çarem yok. ama yapamıyorum, gücüm tükendi, nasıl tükenir bunu kabul etmek çok zor ama oldu işte gücümün bittiği noktadayım."
Zeze
şöyle bi hikaye var belki duymuşsunuzdur. çocuk öğretmenine gidip, okuduğu kitabın aklında kalmadığını, karakterin ismini bile unuttuğunu anlatıyor. öğretmeni de ona bir hurma yedirip, kemiklerine fayda oldu hissettin mi diyor, çocuk da hayır diyor. öğretmeni açıklıyor. nasıl ki yediğin hurmanın faydasını hemen hissetmedin ama var, kitaplar da böyledir. o an hissetmezsin ama özümsersin diyor.
şimdi bundan sonra ne anlatacağım sırada o var. kitapların faydası onu okumak için okumazsan var aslında, özümsemek için okursan yani. ki bu da onun üstüne düşünmekten geçiyor, onu alıp beyne atmaktan değil. çok kitap okumasına rağmen cahil kalanlar gördüm ben, neden biliyor musunuz ? onu içindeki hikayeyi merak ettiğinden okumuş, hiç düşünmemiş üstüne. birini öylesine dinler gibi... hayat da kitap aslında. özümsemek için okursan tecrübe edinebilirsin, ama sadece yaşarsan bi sonuca varamazsın. İşi özü düşünmeye geliyor. o kadar çok şey yaşayıp hala olgunlaşamamış insan da gördüm. çünkü yaşadıkları üstüne hiç düşünmemiş, sadece yaşamış geçmiş. o yüzden bizi olgunlaştıran şeylerin yaşadıklarımız değil düşündüklerimiz, bizi bilgili yapan şeylerin de okuduklarımız değil onun üstüne düşündüklerimiz olduğunu düşünüyorum. yoksa okuduğumuz yazar olmamız gerekirdi değil mi ? düşünelim, fazla olmasa da azıcık da olsa...
Zeze
geçenlerde yağmur yağıyor diye otobüsten erken inip ıslandım. baya fazla ıslandım ama nasıl mutlu oldum anlatamam. küçük bi şeyle mutlu olmuşum gibi olsa da hayır bu büyük bi şey. ben istediğim an yağmur yağdıramam, elimde olmayan bi şey nasıl küçük sayılabilir ki ? ben ancak yağmur yağdığında onun keyfini çıkarabilirim. fazlası gelmez elimden. toplumumuzda insanların uğraşarak yapabileceği şeyler büyük sayılırken, ne kadar uğraşırsak uğraşalım yapamayacağımız şeyleri küçük sayma var. mesela birine ev hediye edilse ya da bütün yıl sınava çalışsa ve kazansa sevindiğini görsek büyük şeylere sevindi diye düşünürüz. hayır, bu küçük bi şey. çünkü istenilse ‘bi şekilde’ elde edilir. artık o kadar kavramlarımız iç içe geçmiş ki bunları bile karıştırır olmuşuz. uğraşmadan gelen her şeyi küçük sayar olmuşuz. halbuki uğraşarak elde ettiklerimiz kolay, basit ve küçük. çünkü bizim elimizde... her şey gibi bunların da yerini değiştirmeyi başarmışız, üzgünüm...
mistletoe🍃
bir şarkı, sizi ne kadar etkileyebilir, neler yaptırabilir, neler hissettirebilir, nelerin hayalini kurdurup, ne kadar dibe çekebilir ya da yüzeye çıkarabilir? söz konusu bensem fazlaca etkileyebilir, hayaller kurdurtabilir, özletebilir, mutsuz edebilir, göklere de çıkarabilir... beni alıp götürebilecek bir şarkı keşfettiğim için dakikalardır aşırı mutluyum ama şarkının sözleri, ritmi, doğası gereği ise bir şeylere aşırı özlem duyuyor ve kendimi epeyce hüzünlü hissediyorum. bir insan iki ucu aynı anda yaşayabilir mi? biraz yorucu ama ben çoğunlukla böyle yaşıyorum.
şarkıyı dinlerken gözlerimi kapatıyorum hayal bu ya bir balo salonundadır genç kadın, bordoya çalan kırmızı bir elbisenin içinde, ışıkların altında parlayan düze yakın hafif dalgalı saçları sırtına dökülüyor, sadece boynunda ve parmağında zarif birer parça takı, makyajı güzelliğini gölgelemeyecek ama bakışlarını ortaya çıkaracak kadar sade yapılmış...salonda gezinirken birden onu fark ediyor bakışları kenetleniyor genç adamla, kalbinin atışlarını duymaya başlıyor, gözlerinden başka hiçbir şey göremiyor genç adamın ve anlıyor 'dans etmeliyiz'... bir saat, bir gün, bir ay, bir yıl? hayır 'koca bir ömür' diye fısıldıyor kendi kendine genç kadın... şarkıyı dinlerseniz siz de değişik hayallerin esiri olabilirsiniz.

ladylazarus
iyi akşamlar, ders kayıt sisteminin çıldırttığı dedikodu sakinleri.. ben de tertemiz delirdim. dördüncü sınıf derslerinden biri aniden (?!) bizim döneme alınmış, alttan da dersim olduğu için fazlalık ' bir ' kredi yüzünden derslerimden birini alamıyorum. ben de bir bay hyde yaratacağım kendimden, zamanı geldi.

bugün kardeşim sınıfından bir çocuğa olan aşkını anlattı dfjgndf aşkı tarif ediş biçimi sahiden çok yalın ve güzeldi : ' bak abla, biliyorum çok saçma, kendime de '' hayır, sen onu sevmiyorsun '' diyorum ama ne yaparsam yapayım aklımdan çıkaramıyorum. onu düşünmemeye çalışsam da beynimin içinde dönüp duruyor. ' ve sevgisine vücut buldurma biçimi daha da hoştu : ' ikimiz de çocuğuz biliyorum, bu yüzden zaten sevgili olmak istemiyorum ama çok yakın arkadaş olalım istiyorum. ' hikayenin dramatik kısmıysa bunları bana anlatıyor oluşuydu djfgdf. on üç yaşındaki bir çocuğa aşkın esasında ne olduğunu anlatma gafletinde bulunmadım elbette.

yine de bir abla öğüdü olarak, patronumuz tommy' nin de anısına şunu şuraya iliştirmeyi görev bilirim. güzel geceler


Артем
gençler şimdi size biraz içimi dökeceğim,ben hakikaten yoruldum,hadi ilişki açısından şansım yaver gitmiyor kimse sevmiyor beni tamam ama beni çok sevdiğini ve istediğini iddia eden arkadaşlarım beni neden istemiyor lan,hayır istemelerine gerekte yok birileri beni istesin diye yırtınmıyorum kimsenin istemesine veya başkalarına ihtiyacım da yok(ama gene de yanımda birilerinin olduğunu hissetmek güzel olurdu)takıldığım nokta yalan konusulması,hayır ben bana birşey açıkca söylendiğinde bu şey olumsuz birşey olsa bile kırılmam aksine mutlu olurum çünkü karşı taraf açık olabilecek kadar bana güveniyor ve onurlu davranıyordur ve yakınıma aldığım “arkadaşlarımın” hepsi bu durumdan haberdar.bunu bilmelerine rağmen neden böyle birşey yapıyorlar..? anlamıyorum,ben çok fazla insan seven birisi değilimdir bu demek değildir ki yalnız hissetmeyi seviyorum hayır yalnız hissetmekten hoşlanmıyorum arada yalnız kalmayı seviyorum sadece kendime vakit ayırmak hoşuma gidiyor o da birşeyler paylaşabileceğim insanların olmayışından kaynaklı birşeyler paylaşıp tartışabildiğim birileri olsa çok mutlu olurum ama yok olanlarda gidiyor zaten beni basamak olarak kullanıyorlar izin veriyor muyum hayır kullanamayacaklarını anlayınca gidiyorlar,ama aralarında güvendiğim insanlarda oluyor ve onların ihaneti ya da ikiyüzlülüğü cidden çok yaralıyor beni neyse gençler böyle birşey işte bu arada ciddiyim tanışmak isteyen olursa tanışmayı çok isterim yoruma falan yazın isterseniz...
ve bir alıntıyla bitiriyorum yazımı yerim lan sizi hasta olmayın dikkat edin kendinize havalar garip bu ara...

sonra uçardı, etimi lime lime etmiş kuşlar

józef chełmoński
Eleni
her an, her saniye hayatın trajikomikliği yüzüme fırtınadan sıyrılmış bir rüzgar ile sert bir çarpışma sergiliyor. aklımda sürekli olarak daha "dün böyleyken bugün böyle mi yani?" cümleleri bölgesel bir yer gütme işlemine girişiyor. girişimler sonuç buldukça "peki 5 dk öncesi ve sonrası?" sorularına maruz kalıyorum. çoğu kez aklımı yitirdiğimi, yitirmek üzere olduğumu fark edip yitirmemek ile cebelleşirken buluyorum. çok zaman önce kendi kendime konuştuğumu fark edişimden söz etmiştim frank; kafam güzelken farkındalığımı hiç sayıp ikili kişiliğe bürünüyorum. "lan dur ve sus!" tepkisini vererek girdiğim her diyaloğa olumsuz bir cevap alıyorum. İç sesim, ben. İç sesim benden bağımsız bir yol izliyor ve bu yolun sonundaki ayrımda farklı yollara gitmemize engel olarak beni kendisiyle sürüklüyor. bazen dağı taşı delmeme yardım ederken bazen de dağı taşı üzerime deviriyor. var olduğunda bir simiti çekinmeden bütün haliyle verirken yokken bir susam tanesini bile çok görüyor.(evet konuya martı ile devam edecem çaktırmak yok.) şu çaktırılmaması gereken martıya gelelim. ortak yanımız çok haytayla. aslı etçil iken bulunduğu zemin onu otçul bir yaratık kılıyor. hayır hayır onunla ortak noktamız zorla şekillendirilmek değil, zira sıvı dahi olsam bulunduğum kabın şeklini aldırmaları bir hayli kaba et istiyor. (tam üzerine bastın, bırak ayağın orada kalsın.) benzerliğim yaratık olmasından geliyor. eh, yani bizim de iyi yanlarımız yok değil. yine de arada bir kafam karışıyor. sahip olmak istemediğim bir iyiliğe, sahip olmak istemediğim bir kötülüğe sahip oluyorum. çoğunun arkasında yatan vicdan azaplarım oluyor. o azabı ise bir vicdanım olduğunu söyleyerek tebessümle örtbas ediyorum. başkalarına söyleyerek değil tabii, insanların deli olduğumu düşünmesini istemem.

Selam Ziyaretçi

Gördüğüm kadarıyla henüz giriş yapmamışsın! Lütfen giriş yap, bekliyorum :)