umut
merhaba yazılım müh. öğrencisiyim. bu sene atakumda körfezde ev arkadaşı anıyorum olmazsa yurtta kalmak zorunda kalıcam ama 2 sene evde kaldım tek başıma. sadece okula çok uzaktı
ucuncunesilsaglikci
bu benim kaderim galiba. hep severken gitmek zorunda kalmak. nefes alamadığım kaç gece daha yaşamam gerekiyor?
ikizler
her zaman hayatımın en özel köşelerinden biri olan ama uzak kaldığım bu evimden 10 ay sonra hepinize tekrardan merhaba. umarım hepiniz çok iyisinizdir. bu evime geldiğimde eski mahallesine dönmüş bir yetişkin hüznü kaplıyor içimi. mahallesinin, evinin çocukluğundaki, gençliğindeki o cıvıl cıvıl halleri göz önüne gelir de o günlerden şimdiki ana doğru sıcak bir gözyaşı hızında bir anı yolculuğu yapar ya. İşte onun gibi bir şey. bu hal bende oldukça evimin anahtarını çıkarmaktan korkuyordum. bir zamanlar neşe saçan evimin içindeki sessizliği duymaktan. geçen akşam ilkadım sahildeki çay ocağında otururken oradaki abi ile ayaküstü muhabbet ettik. uzun zamandır görüşmemiştik. diğer abinin nerede olduğunu sordum ve aldığım cevap birden gözlerimin dolmasına neden oldu ölmüş o abi. evini bir gece böcek ilacı ile ilaçlamış sineklerden korunmak için ve uyumuş sadece. sonrası yok. o kadar oturdu ki içime. ellili yaşlarında bir abiydi. güleryüzlü, neşeli sesli biriydi. bir kaç selamlaşmamızdan sonra tanış olmuştuk. biraz muhabbetimiz ilerleyince bize ikinci baharını ve her iki tarafın evlatlarının karşı çıkması sonrası kavuşamadıklarını anlatmıştı. öyle anlatmıştı ki hem de bir romanın dönüm noktası gibi. gözleri her anlattığına eşlik etmişti. geriye bir fotoğrafı bile kalmadı bana. sadece zihnimdeki o güzel gülüşüydü geri kalan. İçimi yakmıştı gidişi ve koptum o anki arkadaş ortamımdan. o kopuş bugün anahtarları cebimden çıkarıp omudedikodu mahallesine girmeme ve ikizler kapımı açmama vesile oldu. benim ise hayatım haddinden fazla değişti bu dönemde. okulum bitti ve bir süre bir yerlerde çalıştım. sonrasında ise çok da geçmiş olmayan bir geçmişte atandım ve atandığım kurumda çalışmaya başladım. hem de samsuna atandım. İmkansız geliyordu bu bana ama olmuştu işte. üniversite yıllarımda kendimi bulduğum şehir yeniden bana kucak açtı ve bu sefer uzun yıllar boyunca kalmak üzere yerleştim bu şehre. İl merkezine azıcık uzak bir ilçedeyim lakin her hafta sonu kendimi atakum sahilde, ilkadım çay ocaklarında buluyorum. artık maddi özgürlüğüme tam manası ile sahiptim. bir ev kiraladım. 2+1. hep hayalini kurduğum yaşamın ilk temellerini atmış oldum böylece. İstediğim eve sahip olmak ülkemizin ekonomik durumundan dolayı biraz zaman alacak biliyorum ama şu haliyle bile bana mutluluk veriyor bu ufak yuvam. bu fotoğraflar da salonumdan ve evimin balkonundan ufak iki kare. buraya taşındığımdan beri pek yalnız kalmadım. sadece 1 haftasonu yalnız kaldım. oradan buradan arkadaşların uğrama noktası oldum. amaçlar edindim kendime ve 15 yıl verdim kendime. üniversite yıllarında amaçladığım ne varsa gerçekleştirdim çok şükür. en yapılamaz olarak görülen şeyleri bile yaptım. şimdi bakalım 15 yıl sonrası benim için nasıl olacak. evet şu an ikizler evimdeyim. ama yetişkin hüznüm mahalleye çıktığımda içimi kaplıyor. kapı komşum snorlax'ı göremiyorum. çatı katından bize seslenen posydon yok, eski dostum oas gideli uzun zaman olmuştu. gezginimin ad babası yok, o yok bu yok, gerçekten görmesem de hayatımda yer etmiş bir çok dostum artık yok. özlediklerimin yokluğuna alışmak ve yeni bir yaşantıya adepte olmak biraz zaman alacak ha ne dersiniz. hepinize mutlu geceler dostlarım...
yolyordam
sevişmek hüner değil, yanında kalmak istiyorum.
Mona lisa
beni okumak yormuyor. yurtta kalmak, eşyaları taşımak, anlayışsız katı yurt yöneticileri beni yoruyor. her bavul taşımam da ankaraya geçiş yapmadığıma pişman oluyorum. paunım fazlasıyla yetiyordu. yine bugün pişman günümdeyim... oturup ağlamak istiyorum.
kittyyy
saat 00.00 dan sonra resmî olarak bir yaş daha ekleyeceğim ömür haneme. ve bunca yıldır hayatımda değişen tek şey belki de yüzümdeki çizgiler ve sürekli artan bir sayı. kendime kattığım veya katmaya çalıştığım şeyler tabiki oldu ama kendimden silmeye çalıştığım şeyler daha daha fazla. bu yıl ki hedefim artık kendimi olduğum gibi sevmek ve insanlar benim hakkımda ne düşünürse düşünsün umursamamak. ki insanları tek bir cümlesiyle yada hareketiyle yargılamayan bir insan olmayı hiç sevmedim hayatta ve kendime de olmasını istemedim hiç. nefret ettim bu durumdan da oldum olası. çünkü mutlaka o olayın altından bir sürü başka olgular çıkıyor ve belki de haklı haksız, haksız da haklı çıkabiliyor. veya herkes haksız olabiliyor, bunun tam tersi de var tabi. bu saatten sonra kimseyi değiştiremem belki bende dahil. yaşayıp göreceğim artık ne kadar ömrüm kaldıysa. sadece tek bir isteğim var bundan sonraki hayatım için. bunda sonra kalan hayatımda ve ben yokken bu dünyada, tek bir insan dahi olsa onun aklında kalmak. gözümdeki yaş değil ama ruhunda ufak da olsa bir hatıra olarak kalmak. hatırlanmak.
Mona lisa
aşırı düşünce
-geçmişe takılıp kalmak
-aşırı stres
-hayır diyememek
-şanssızlık
-herkesi memnun etmeye çalışmak
bunlar ömrümüzü yedi ömrümüzü
Zeze
anasayfada denk geldiğim bir yazı üzerine benim de yazasım geldi. (taslaksız yazıyorum. uykulu halimden dolayı karışık cümlelerim olursa affediniz 🙏🏻)
ben biraz daha sınırları çizerek yazmak istiyorum tabiki, çünkü üslubum böyle. son zamanlarda kadın erkek ilişkilerinde benim de farkettiğim birtakım şeyler var. günümüzde maalesef kadına şiddet olayları ile fazla karşılaşılıyor. ama bundan en fazla payı bilhassa son günlerde masum erkeklerin aldığını düşünüyorum. artık hepsine üzgün olarak belirtmek istiyorum ki potansiyel manyak gözüyle bakılmaya başlandı. hâl buna dönüşünce elbette (diğer yazıya katılıyorum) özellikle sosyal medyada erkeklere yüklenilme, ama kadınlara ‘aaa’ deyince bile bir savunma gözlemliyorum. bu da ‘bilinçsiz’ kadınlarımızın daha hadsizleşerek erkeklerin yaratılış özelliklerine hakarete kadar maalesef varıyor. erkeklerin bu durumdan rahatsız olmasını anlayabiliyorum. kadına uygulanan fiziksel şiddet, erkeğe de duygusal anlamda uygulanıyor gibi geliyor. özellikle dış görünüş ve maddiyata varan ağır eleştirilere (ki bu aslında hakarete varıyor) maruz kalmak eminim çok üzücüdür. hele son çıkan kadının beyanının esas alınmasını saçma buluyorum. ama şu an için buna pek bi çözüm bulunacak gibi değil. bu tür şeylerin cinsiyete indirgenmesinden, insanlığa çıkarılacağı günün gelmesini tabiki isterim. çünkü hiçbir şey cinsiyetle ölçülemiyor, mesele insanlık. (yine yazıya ithafen) her nasıl ki primcilerle erkeğe hakaret varsa, buna göre daha az da olsa aynılarını kadınlara yapanlar da var, bunu da belirtmek isterim. dediğim gibi kadın - erkek değil de insan olarak değerlendirmekte herzaman fayda var ☺️🌸
gulmeksanayakisiyor
küçükken mahallede arkadaşlarımla taso falan oynardık. hep büyümek, çalışmak isterdim. şimdi ise hep çocuk kalmak isterdim diyorum. bütün saflığımız, temiz kalbimiz çocukken daha güzeldi.
ikarus✨
bulunduğumuz ortamlarda çalışan insanlara bir "günaydın" ya da "kolay gelsin" demek çok zor olmasa gerek ki bu davranış bize 100 misli ile geri dönüyor çoğu zaman. başımdan geçen bir olayı kısaca anlatmak istiyorum.
kısa bir süre önce yaklaşık 1 hafta hastanede kalmak zorunda kalmıştım. bu süre zarfında hemşiresinden doktoruna, hasta bakıcısından temizlik personeline kadar o servisin tüm çalışanlarını gözlemleme fırsatım olmuştu. hemşireler ve doktorlar zaten işlerini iyi takip edip ilgili davranıyorlardı, ben de temizlik personellerini gözlemlemeye karar verdim. rutin temizlikleri sırasında hal hatır sordum, kolay gelsin dedim ve hani en basitinden sildiği yerlere daha kuruman basmadım. bunlar çok basit şeyler bakıldığı zaman. bir de bunların hiçbirini yapmayıp bu personellerin yüzüne bile bakmayan hasta yakınları vardı. İnanır mısınız ben sırf bu şekilde davrandım diye neredeyse 2-3 saatte bir çarşaflarımız değişiyordu,odamız gün içinde 2 defa siliniyordu, el dezenfektanımız daha bitmeden bile yenileniyordu, fazladan 2 yastık daha alabildik, gece üşüyünce battaniye bulabildik, çayımız kahvemiz eksik olmadı... tüm bunları sadece bir "kolay gelsin" ve "nasılsınız" ile yaptım. şimdi belki size bunlar zaten olması gereken, normal seylermis gibi gelebilir ama insan 1 hafta gibi bir süre hastanede kalınca bu anlattıklarım birer nimet sayılabilir. ya da ben uzun zamandır "insanlık namına" pek bir şey görmüyorum :)
çok uzattım. demem o ki hayat zaten yeterince zor, insanın mutsuz olması için bir çok neden var, bari biz birbirimize yardım edelim, iki güzel söz bir sıcak gülümseme ile birbirimizin hayatında fark yaratabiliriz. siz birine güleryüz gösterdiğinizde mutlaka bunun karşılığını alırsınız. tamam kabul ediyorum çok büyük mutluluklar değil bunlar ama hangimizin hayatında her gün mutluluktan ağlayacak derecede büyük mutluluklar yaşanıyor ki? böyle böyle küçük şeylerle en azından yarıştan kopmamış oluyoruz.
kısaca anlatıcam dedim olay nerelere geldi :)
ikizler
saatler 23:00'ı gösterdiğinde yurduma daha yenice girdim. o saate kadar kütüphanede kalmak beni acıktırmıştı doğrusu. yurdumun en sevdiğim özelliği gelmişti aklıma kütüphaneden çıkarken. bir mutfağımız vardı ve biz istediğimiz saat istediğimiz şeyleri pişirebiliyorduk. sırf bunun için yurttan birkaç durak önce inip ekmek aldım. menemenimi hazırlayıp yemem yarım saatimi aldı. menemenimden arkaya da bir demlik çay kaldı. ben de kapattım tüm ışıkları. kendi başıma bir çay içeyim biraz da sohbet edeyim dedim. normalde bu saatler kahve içmeyi en çok sevdiğim saatlerdir. ama inanırmısınız daha 2 aydır ağzıma kahve koymadım. nasıl becerdim bunu ben de pek anlayabilmiş değilim. sanırım güneşin batışına, geceki yelin esişine hasret kalınca insanın aklına ne kahvesi geliyor ne de başka bir şey. son sıralar baya hasretlik çekiyorum sanırım. balkonomu özlüyorum mesela. şu mutfak olayını sanırım bir tek bana özel bir balkonla değişebilirim. kahvemi özlüyorum. her yudumumda içime işleyişini. yazmayı özlüyorum. elime klavyeyi aldığım anda sonu kocaman bir gülümsemeyle biten yazılar yazmayı. okumayı özlüyorum. okuduklarım azaldığı için üzülüyorum. bazen hayal ediyorum. gün 26 saat olsa da çalışmak zorunda olduğumuz saatler aynı kalsa ne olurdu diye. bence çok güzel olurdu ama o 2 saatimize de göz dikeceklerine adım gibi eminim. güzel olan şeyler varken neden o güzel olan şeylerin yerine korkuları, umutsuzlukları, çırpınışları koyarız onu da anlamıyorum. bir akışa bırakma meselesi bence. bir akışa bıraksak kendimizi her şey güzel olacak ama... 6. bardağım da bitip, eylem ablamız son şarkısını söylemeye başladıysa başka şeylerin vakti gelmiş demektir. hepinize mutlu geceler gençler. rüyalarınız bir kocaman gülüşlü görüşürüz busesi kadar güzel olsun...
EgreltiOtu
aman aman! nerelere geldik biz böyle? merhabalar ben son 8 saatini google maps ile samsun'u gezmekle harcamış, daha şehre adım atmadan mekan keşfine girişmiş bir garip yeni öğrenciyim. siteyi görünce dikkatimi çekti, sanırım anonim kalmak tercih ediliyor bu mecrada ?
ikizler
teknoloji çağı dediğimiz bu çağı seviyorum aslında. genel olarak keşke 70'lerde 80'lerde yaşasaydık keşke diyen birisi olmadım. ama o zamanlarda ve daha eski zamanlarda olan bazı şeylere imrendiğimi ve özendiğimi söylemeliyim. bu özendiğim şeylerden birisi de estetik ve ruh. teknoloji çağıyla bir çok şey işlevsel hale getirsek de estetik boyutunu atladık gibi sanki. evlerimiz mesela. yukarı doğru bakarken boynumuzun ağrıyacağı kadar uzun ve ışıl ışıl. ama biz o upuzun binalara değil de avlulu, merdivenli binalara bakarken dalıp gidiyoruz içimizden gelen bir yerlere. veya camilerimiz. eski camilere bakıyorum da içlerinde bir estetik bir ruh var. şimdikiler gibi milyonlarca lira harcanıp metreküplerce betonun dökülmesiyle değil de sadece allah rızası için samimiyet ve ihlasla yapıldığı içindir belki de. tüm o eskiliklerine rağmen hala zarif bir estetikle süslüler. maddi olanın yanındaki manevi olan duygularımız, hislerimiz, düşüncelerimiz, yaşayışlarımızda... giderek estetikten uzaklamışız. merhabadan merhabaya fark vardır derler ya. İşte onun gibi. konuşmalarımızda, ilişkilerimizde, bakışlarımızda, içimizin sesinde bile estetiği kaybediyoruz yavaş yavaş veya kaybetmişiz. bu beni üzüyor açıkçası. estetiğin olmadı yerde hiçbir şey yapasım gelmiyor. koca bir insan türü nasıl oluyor da estetikten bu kadar uzakta yaşıyor anlam veremiyorum. aslında çok da zor bir şey değil bu estetiği tekrardan kazanmak. biraz içimizden gelen güzelliği dışımıza yansıtmaktan geçiyor. sonrasında her şey zarif bir hal almaya başlar tekrardan, her şey tekrardan gönlümüzü de doyurmaya başlar diye düşünüyorum. estetik her şeyin içinde vardır. yeter ki biz çıkarmasını bilelim. hatırlar mısınız park kahvesi diye bir yerden bahsederdim size. İşte oradaki estetiğe kapılmıştım ben. bu yaz tatilinde gördüm ki nostalji katıyoruz adı altında estetiğini bozmuşlar mekanın. o yüzden oraya gitmiyorum ikindileri. buradaki kurşunlu cami adında baya eski bir cami var. İkindiden sonra akşama kadar oranın dış namaz kılınan yerinde oturuyorum. kitabımı okuyorum, gökyüzünü izliyorum, sokağın sesini dinliyorum. gökyüzünün, caminin avlusunun, caminin estetiği içinde huzur dolmak hoşuma gidiyor. mecbur bırakılmış yalnızlığı sevmem hiç. ama kurtarılmış bölgelerimdeki tercih edilmiş yalnızlığı seviyorum. yalnızlık dediysem de estetik olmayan her şeyden kaçıp estetik olanlarla yalnız kalmak. şuraya kurtarılmış bölgemden bir fotoğraf ve estetik bir şarkı iliştireyimde öyle gideyim. mutlu geceler dostlarım. rüyanızda özlem duyduğunuz estetiği görün... :)


vackheriff
"karanlık çöktüğünde sokağınıza, köşede ben varım unutamazsın."
sokaklar hiç aydınlanmıyor böyle gecelerde. uzuyor, uzuyor. sabaha varana dek uzuyor. güneş yüzünü gösterdiğinde ben yüzümü gizliyorum . kimsenin gördüğü olmasa da korkuyorum biri anlayacak diye. ne bileyim, biraz insan olmak istiyorum mesela. biraz insanca yaşamak. yeterince uyumak, doyuncaya kadar yemek. keyif çatmak değil de yaşamak istiyorum. hayatta kalmak değil yaşamak istiyorum. erken gelen beyaz saçlarımı boyamak istiyorum bahtımın karasına. sevmek ve sevilmek istiyorum, insanca!
cufcuf
niye kendini bir kalıba sığdırmak zorunda kalasın ki? hele ki birileri tarafından kabul edilmek için niye yapasın bunu? sıkışıp kalmak zorunda değilsin, özgür bırak ruhunu.kaç kişi yapabilir bunu? nasıl davranmak istiyorsan öyle davran, ne söylemek istiyorsan onu söyle... kaç kişi cesaret edebilir buna? yeni bir başlangıç, yeni bir sayfa, yeni bir hayat adına her ne dersen artık ki bence bir isim koymaya bile gerek yok. İsmi cismi belli olmadan sadece başla, sadece yaşa, cesaret et, hata yap, dene, pes etme, umudunu kaybetme, kendini sev, her şeyi sev...
birileri senden farklı diye onu dışlamak ne kadar doğru ya da dış görünüşünden dolayı birileriyle alay etmek, onu her yerde aşağılamak ne kadar doğru? bu yüzden kaç kişi kendinden nefret ediyor biliyor musun? belki sende onlardan birisin, seninle de onunla alay edildiği gibi alay edildi. noldu, ne değişti, sen niye alay edenler tarafına geçtin, sırf seni aralarına alsın diye mi bu acımasızlığın? peki onların yanında mutlu musun, oraya ait hissediyor musun kendini? belki de hiçbir yere ait olmak zorunda değilizdir, kendimizi birilerine sevdirmek zorunda da değilizdir belki. ya bunlar düşündüğün kadar kötü şeyler değilse? ya böyle kendini daha çok seveceksen ve asıl önemli olanın senin kendini sevmen olduğunu anlarsan? ne kaybedersin ki? dene. korkma. hiçbir şeyi elde edemezsen bile yanında bulunan insanları gerçekten tanımış olursun.
İnsanların isteklerine göre şekillenme. kendin ol. aynada baktığında hiç istemediğin bir görüntüyle karşılaşabilirsin ama o halinle sokağa çıktığında aynada gördüğün o kişiyi unut. nasıl görünmek istiyorsan öyle göründüğünü düşün ve at kendini sokağa. kendinden emin bir şekilde at her bir adımını. özgüven gerçek görünüşümüzle alakalı bir şey değil bence olmak istediğimiz kişiyle alakalı.
kendine zaman ayır. bir saat iki saat ne kadar istersen. yapmayı sevdiğin şeyleri yap, kendini tanımaya çalış, kendini dinle, içindeki çocuğa kulak ver. kendine bir şans tanı, o bunu hakediyor inan bana. seni asıl anlayacak olan o, seni asla bırakmayacak olan o. kendini değersiz, güçsüz görme çünkü değilsin. kendini güçsüz ve değersiz hissediyorsun çünkü kendi yolunu çizmiyorsun. hep birilerinin izinden gitme çabası, birilerini taklit etme gayreti içindesin. bunlara gerek yok ki. sen kendin olduğun sürece varsın.
kimseye kendini beğendirmek zorunda değilsin. her gün güzel görünmek zorunda da değilsin. zaten bu güzellik denilen şey göreceli değil mi? kime göre neye göre güzellik. he dersen ben kendime göre güzel olmak istiyorum eyvallah ama şunu da unutma kendini nasıl görmek istersen öyle görürsün.
kısacası sana demek istediğim yaşamaya, hayattan ders çıkarmaya, sevmeye, mutlu olmaya bak. ve unutma sen her halinle güzelsin, değerlisin.
Eleni
İç açısı verilmemiş üç nokta ile biten bir çokgenin kaç gen olduğunu bulmayı deniyorum frank. sessiz ol lan! İşte bu bulma yolunda ilerlerken çözüm dışında her şeye denk geliyorum. kaan’ın da dediği gibi yorgunum, ağrılar, kırıklar, ezikler, çizikler var. hatta bunlar yetmiyor; hap var, cigara var, ex var, roj var, taş var, ne ararsan var yani. sana ne lazım abi? söylediğim ilk cümle var ya hani. onu şöyle dizimizin dibine çekelim, bir de “kendimi çok yüksek bir binadan atmış da ölmemiş gibiyim” cümlesini. şimdi anladın mı o aptalca cümlemin ardında yatan çaresizliği? derdimi açık açık anlatamayacağımdan değil kelime oyunları yapışımın sebebi, aksine anlatmak istemeyişimden ve de bu istemeyişin içinde barındırdığı anlasınlar isteğinden. kendimi şarkı sözlerinin başrolüne aktardım, şarkılar söyleniyor. İki zıt kutup misali figüranlığa itiliyorum, şarkılar bitiyor. niloya’nın ismini bilmediğim herif arkadaşını üstleniyorum. “niloya git, yalnız kalmak istiyorum.” diyorum. niloya “peki” diyerek olduğu yerde put gibi kalıyor. dönüp “yalnız kalmam için uzaklaşman lazım.” diyorum. bu sefer de bir adım geriye atıp “şimdi yalnız mısın arkadaşım herif?” diyor. aklını si. si. si. seveyim niloya. neredesin diyemiyorum! hemen arkadaşının arkasında, tam da sırtından bıçaklayabileceğin en yakın yerdesin. ben ise oturduğum dere kenarında ayaklarımı sarkıtıyorum. nazım’ın piraye’ye yaşattığı kırgınlığı üstleniyorum bu sefer de. bak karşim; burada “hayat bna feyk atıyoo ama bhen fakir dğlm. .s” tribi, nazım’ın kolundaki saatte “senin adını kol saatimin kayışına yazdım piraye.” sözü ve bu sözün asıl gerçekliğinde ise kayışta ismi yazılı olan vera var.
eskibiaci
8 dersin 7sinden ff ile kalmak bir başarısızlık başarısıdır ya büttüm yandım piştim kardeşlerim dayanamıyorum
ekmeksarap
nazar değdirdik koşarak😂 paylaştığımın öteki günü bir dersten büte kalmak. çok sevindiğim, mutlu olduğum bir gündü yine de teşekkür ederim😂 ben kim bütsüz geçmek kim... benim için yakın dostlar😀
beclear
hep mi kötü dediklerime muhtaç kalmak , iyi dediklerimden tekme yemek zorundayım

Selam Ziyaretçi

Gördüğüm kadarıyla henüz giriş yapmamışsın! Lütfen giriş yap, bekliyorum :)