selamın aleyküm mimarlique’nin düğünümsü nikah ya da nişan veyahut kız isteme fotoğraflarına fav atarken aklıma gelmişti site… hala buranın twitter’dan kaliteli bir yer olduğunu düşünüyorum ama 2025 yılına geldiğimiz süreçte ‘etkileşim’ gerçeği insanlığı ele geçirdi. sitede etkileşim yok o yüzden insan da yok. yapacak bir şey de yok. neyse güzel günlerdi diyip özlemle anacağız. herkes iyi ve mutludur inşallah. evlilik kurumuna giriş yapan dostlara allah’tan huzur sabır ve mutluluk dilerim. bekar dostlara da allah’tan huzur sabır ve mutluluk dilerim. sizin iyi dilekleriniz varsa kabul ediyorum. kötü dileği olan varsa onları da ayyyneeennn iade ediyorum. hoşça kalın kalp
eşyalarımızı, elbiselerimizi gün geçtikçe bizden bir parça olmazlar mı? onları sık sık değiştirmek isteyişimiz bundan kaynaklanıyor olabilir mi? biz istediğimiz kişi olabilmek için önce dış görünüşümüzü düzeltmeye çalışıyoruz. olmak istediğimiz tarzda olmaya çalışıyoruz. onlardan asla vazgeçemiyoruz. hatta benzemek istediğimiz insanların kıyafetlerinden alıyoruz, onun gibi giyiniyoruz vs. (özellikle ünlülerden) örneğin; takım elbiseli bir adam gördüğümüzde ciddiyet ve resmiyet anımsatır. ama deri ceketli salaş giyinmiş elinde kask olan birini gördüğümüz de daha rahat bir insan olduğunu düşünebiliriz.kıyafetler aslında sözsüz iletişim aracıdır. büyük ön yargılara rastlarız çoğu zaman. hepimizin hayatında tanıştıktan sonra '' ya aslında hiç düşündüğüm gibi biri değilmiş...''dediğimiz çok olmuştur. kıyafetler insanlar üzerinde etki yaratıyor. siyah oje, siyah ruj sevmediği halde dışardan istediği tarz bir insan gibi gözükmek için siyah oje süren siyah ruj süren insanlar gördü bu gözler.ya da bir ortama girmek için olmadığı biri gibi giyinip, olmadığı biri gibi davranmak gibi.bunlar tabi ki şahsi fikrim ...
mami ve alıntı serisi bölüm 1 :
" her gün birlikte olmak gereksinimi duymaksızın yeni dostlar ediniriz. papaz okullarında olduğu gibi her zaman aynı insanları görürsek onları yaşamımızın bir parçası sayarız ve onlar da yaşamımızı değiştirmeye kalkışırlar. biz görmek istedikleri gibi değilsek hoşnut olmazlar , canları sıkılır. çünkü efendim herkes bizim nasıl yaşamamız gerektiğini elifi elifine bildiğine inanır. ne var ki hiç kimse kendi kendisinin hayatını nasıl yaşaması gerektiğini bilmez. tıpkı şu, düşleri gerçeğe dönüştüremediği halde düş yorumculuğuna kalkışan cadı gibi."
" her gün birlikte olmak gereksinimi duymaksızın yeni dostlar ediniriz. papaz okullarında olduğu gibi her zaman aynı insanları görürsek onları yaşamımızın bir parçası sayarız ve onlar da yaşamımızı değiştirmeye kalkışırlar. biz görmek istedikleri gibi değilsek hoşnut olmazlar , canları sıkılır. çünkü efendim herkes bizim nasıl yaşamamız gerektiğini elifi elifine bildiğine inanır. ne var ki hiç kimse kendi kendisinin hayatını nasıl yaşaması gerektiğini bilmez. tıpkı şu, düşleri gerçeğe dönüştüremediği halde düş yorumculuğuna kalkışan cadı gibi."
yok arkadaş ben kalabalık ortam sevmiyorum bayrama yigenlerim geldi 2 aile birleştik o kadar yoruldum o kadar başım ağrıdi ki, onları cok seviyorum ama bikac gün yeterli. sessizlik huzurmuş cok net :)
2014 yılında henüz 18 yaşında koca bir çocukken çok sevdiğim bir hocamızın ' benim dörttebir hukukçularım' hitabından esinlenerek dörttebirhukukçu olarak bu mecraya giriş yaptım. yolu yarıladığımı sandığımda artık koca bir çocuk değil omuzlarındaki yükleri taşımakta zorlanan küçük bir kadındım. dörttebeşhukukçu olarak buraları terk etme umudunda olduğum şu sıralarda çok düşünüyorum.' - eee sen neler yapıyorsun?' sorusuna verilen ' - okuyorum cevabının ' içinde ne çok mücadele barındırdığını, 'sizin için çalışıyoruz, her şey sizin için, sizin için yaşıyoruz' edebiyatı yapan ailemin neden bir kere 'nasılsın, hiçbir şey senden kıymetli değil'demediğini, yalandan da olsa mezuniyet günümde tebrik beklediğim dayımın ' o cübbe asıl annenin hakkıydı' demesinin kendimi nasıl değersiz hissettirdiğini; lafa geldiğinde arkadaş gibi olduğumuzu iddia edip sadece bütün sıkıntılarını üstüme kusmakla yetinen, kocasının aynı zamanda benim babam olduğunu unutan anneme ne kadar kızgın olduğumu.... herkesin sorunlarla başa çıkabilme potansiyeli aynı değil, şu sıralar içinde bulunduğum psikoloji derdimin çok olmasından değil bunlarla başa çıkamamamdan;kızgınlıklarımı, kırgınlıklarımı ardımda bırakamamamdan... 7-8 yaşındayken annemin kardeşimi eve gelen misafirlere - işte bu benim umudum diye tanıtmasını unutamıyorum mesela, ne için söylediğini hatırlamasam da -senden umudu kestim dediği aklımda... bizim için ne kadar çabaladıklarını, sıfırdan başlayıp ne kadar çok yol aldıklarının farkındayım, hep farkındaydım, 'yok'tan hep anladım. dünyaya gelmeyi ben seçmedim bana bakmaya mecburlar demedim hep yaptıklarının karşılığını vermek için yaşadım, onları hayal kırıklığına uğratmak en büyük korkum oldu, kendi hayal kırıklıklarımı hep sineye çektim. köpek gibi hep bir aferin bekledim. keşke biraz bencil olabilseydim, bu kadar yıpranmaz, güçsüz kalmazdım, belki o zaman 'hiçbir şey benden değerli değil' diyebilirdim. çünkü bir zaman sonra buna kendini inandırmak çok zor oluyor. dönüp baktığınızda hayatınızın 23 yılını ne kadar saçma sapan bir şekilde harcadığınızı, halden anlayan çocuk olmanın omzunuzda koca bir yükle dolaşmak demek olduğunu fark ediyorsunuz... eğer aranızda anne baba olanınız varsa çocuklarınıza sizin projenizmiş gibi davranmayın, başarısız olduğunda nasıl fark ediyorsanız başarılı olduğunda da fark edin; onlar için yaptıklarınızı, vazgeçmek zorunda kaldıklarınızı nimet gibi yüzüne vurmayın ... telafisi güç olabiliyor. size olan siniri, kırgınlığı size olan sevgisini, sizi kırma ihtimalinin korkusunu aşamadığından siz farkına bile varmadan bu hayata ancak ilaçlarla katlanabilecek hale geliyor...
fotoğraf çekmek ve onları estetik bir hale getirip insanların beğenisine sunmayı çok seviyorum ayrıca fotoğrafçılık üzerinde çalışan insanların çalışmalarını da severek takip ediyorum. buraya kadar herşey normal.üzerinde çalışıp paylaşıma değer buldugum fotoğrafların beğenilip yorumlanması da çok güzel ama anlayamadığım kısım şu: paylaştığım fotoğrafı çok beğendiğini söyleyen insanların bazıları neden o fotoğrafları özelden ister?kırmamak adına yolladım.sonucta beğenmiş ne olacak ki dedim.2 dk sonra fotoğraf kendi hesabında sanki öyle internette dolaşırken bulunmuş gibi paylaşmış.basit gelebilir ama üzerinde emek var.ben de internette paylaşıma değer çok güzel fotoğraflar buluyorum ama o fotoğrafı düzenleyen kişiye asla saygısızlık yapıp alenen kendi sayfamda benimmiş gibi paylaşmıyorum.
çizgi romanım sonunda geldi !!! artık huzur içinde ölebilirim. geldiğinden beri heyecanla kapağına bakıp sayfalarını karıştırıyorum. heyecandan başlayamadım bile djghd aşık olsam ancak bu kadar aşkla izleyebilirdim sanırım, sevgiliyi izler gibi izliyorum. umarım başına bir şey gelmez. önceki sahibi sayfalarına bir şeyler çiziktirmeyi de ihmal etmemiş. ikinci el kitapların da böyle bir güzelliği var, elinizdeki kitabın yaşadığını hissediyorsunuz. sizden önce de bir çift göz gezinmiş üzerinde, bir başkasının parmakları değmiş. bu tür şeyler duygulandırıyor beni, sonra da, nasıl satarsın ?! diye sahibine kızıyorum dsjgh
duygularım konusunda bir farkındalık sahibi olduğum günden beri, onları insanlardan saklamaya dahası sakınmaya özen gösteriyorum. zira çoğu insan başkalarını manen - çoğu kez de maddi olarak - sömürerek yaşamını parazit olarak sürdürmekten keyif alıyor. yalnız bir çocukluk geçirmenin artılarından olsa gerek, duygularımı insanlardan ziyade, gerçekten sevilmeye değer bulduğum diğer canlı varlıklara ve nesnelere vermeyi, kısaca ' doğru ' sevmeyi öğrendiğimi düşünüyorum. ben buna şefkat demeyi tercih ediyorum esasında. sevgi kavramı, gördüğüm, okuduğum ve yaşadığım şeylerden sonra bana çok vahşice geliyor. içinde bolca nefret barındırdığını görüyorum. nefret edebilmeyi dilediğiniz çoğu zaman yıkıcı olsa da, şefkat bambaşka bir duygu. yormuyor, kırmıyor, tüketmiyor. gülümseyip yaşamaya devam ediyorsunuz.
etrafımıza saçtığımız kelimeler oranında ölürüz derken cioran haklıydı. susmak gerekir, sahteliklerden iğrenip, elisabeth gibi, belki günlerce konuşmamak.. bununla birlikte bir miktar yanılıyordu, insan tüm dünyaya sırtını dönse de kendinden kaçamıyor. çoğu kez sustuklarımızdır celladımız. düşünceler bir araya gelip bir silahın silüetine bürünür, artık sadece ayna ve silah vardır. ve kelimeler çoğu kez yalnızca düşleyeni öldürür
duygularım konusunda bir farkındalık sahibi olduğum günden beri, onları insanlardan saklamaya dahası sakınmaya özen gösteriyorum. zira çoğu insan başkalarını manen - çoğu kez de maddi olarak - sömürerek yaşamını parazit olarak sürdürmekten keyif alıyor. yalnız bir çocukluk geçirmenin artılarından olsa gerek, duygularımı insanlardan ziyade, gerçekten sevilmeye değer bulduğum diğer canlı varlıklara ve nesnelere vermeyi, kısaca ' doğru ' sevmeyi öğrendiğimi düşünüyorum. ben buna şefkat demeyi tercih ediyorum esasında. sevgi kavramı, gördüğüm, okuduğum ve yaşadığım şeylerden sonra bana çok vahşice geliyor. içinde bolca nefret barındırdığını görüyorum. nefret edebilmeyi dilediğiniz çoğu zaman yıkıcı olsa da, şefkat bambaşka bir duygu. yormuyor, kırmıyor, tüketmiyor. gülümseyip yaşamaya devam ediyorsunuz.
etrafımıza saçtığımız kelimeler oranında ölürüz derken cioran haklıydı. susmak gerekir, sahteliklerden iğrenip, elisabeth gibi, belki günlerce konuşmamak.. bununla birlikte bir miktar yanılıyordu, insan tüm dünyaya sırtını dönse de kendinden kaçamıyor. çoğu kez sustuklarımızdır celladımız. düşünceler bir araya gelip bir silahın silüetine bürünür, artık sadece ayna ve silah vardır. ve kelimeler çoğu kez yalnızca düşleyeni öldürür
milano'da çalıştığı bir sırada köylüler leonardo'ya (da vinci) bir torba dolusu dağlarda buldukları deniz canlılarına ait kabuklar getirmişler. 1480-1515 yılları arasında bu konuda not defterlerinde yazdıklarından anlaşıldığına göre de cidden adam kendi de dağlara gidip inceleme yapmış, kabuk örnekleri toplamış dağlardan. tabi ilginç bir durumla karşılaştığı için bir bilim adamı merakıyla hipotezler üretip yahut başkalarının ürettiği hipotezleri yanlışlayarak olayı mantıksal çerçevede açıklama gayretine girmiş. genel itibariyle insanlar bu kabukların dağlara nuh tufanı sayesinde geldiğini düşünüyormuş, bazıları da tanrı'nın insanları kandırmak için bir oyun oynadığını denizkabuğu şeklinde taşlar yarattığını aslında onların sadece taş olduklarını söylüyorlarmış yahut cidden denizkabuklarını orada yarattığını. ama bizim leonardo durur mu yapıştırmış cevabı, birincisi demiş: "İlk bulduğumuz kabuklar dağda denizden 600 metre yükseklikte ve diğer dağlarda da aynı seviyede yer alıyorlar; ama kutsal kitapta yazdığına göre bu tufan 40 gün yağmur yağması sonucu suları en yüksek dağın 10 arşın üzerine kadar yükseltmiş. madem ki sular bu kadar yükseldi neden dağın zirvesinde daha yükseklerde kabuklar yok da 600 metreden daha az seviyede yer alıyorlar? velev ki bu yağmur en yüksek dağın 10 arşın üzerine çıkardı su seviyesini; dünya küre şeklinde olduğuna göre sular merkezden her yönde eşit yükseklikte olacaktır ve artık suyun akabilecek bir yönü kalmayacaktır, yalnızca yukarı yönde gidebilir o da buharlaşarak, bu mümkün müdür? acaba tufan kutsal kitapta yazdığı gibi tüm dünyayı kaplamamış mıdır? yağmur yağarak oluşan bu tufan adriyatik denizinden 400 km içeride bulunan lombardiya'daki dağlara bu ağır ve suda batan denizkabuklarını getirebilir mi? kendileri gelmiş olsalar 400 km'yi 40 günde gelebilirler mi? ayrıca burada 4 farklı katmanda bulunan kabuklar var, buna göre farklı zamanlarda farklı tufanlar mı olmuştur? yalnızca kabuklarla da kalmıyor, nasıl oluyor da dağların yüksek zirvelerinde büyük balıkların kemikleri de bulunuyor? bu hayvanların denizden bu kadar uzağa tufan tarafından getirildiğine ısrar edenlerin saçmalığı ve aptallığı ortada. birtakım cahiller de tanrı'nın onları bir takım kutsal etkilerle burada yarattığını söylüyor; sanki biz boğaların yaşlarını boynuzlarına bakarak, ağaçların yaşlarını dallarına bakarak ve salyangozların yaşlarını yıl ve ay olarak kabuklarına bakarak anlayamıyoruz. bu kabukların ilahi güçlerin olası etkileriyle orada yaratılmış ve hala yaratılmakta olduğunu söylüyorsanız, böyle bir düşüncenin biraz mantık sahibi bir beyinde yeri olamaz, çünkü geliştikleri yılların sayısı kabuklarında yazılı ve büyükler ile yavrular bir arada görülmektedir. ancak onlar yiyecek olmadan büyüyemez, hareket olmadan da beslenemezlerdi -halbuki böyle bir ortamda hareket etmeleri olanaksızdı."
ressam, heykeltraş, mimar, mühendis; en önemlisi adam bilimadamı abi, bilim adamı. bu adama hayran olmamak elde değil.
ressam, heykeltraş, mimar, mühendis; en önemlisi adam bilimadamı abi, bilim adamı. bu adama hayran olmamak elde değil.
geçen cevahir'leyiz canımız acayip sıkkın ne yapalım ne edelim diye boşluyorduk. cevahir aniden kafasını çevirip; gidek mi la? dedi. ben de olur dedim. neyse, gidcez de uzak amk. nasıl gidecez? gemide deterium yok 2 yıldır bize yakıt getirecek filoyu bekliyoruz. öyle filo dediğime bakmayın, baya yasa dışı bir olay. galaktik vergi memurlarına yakalanırsak hapı yutarız. bu yakıt filoları gezegen gezegen dolaşıp deterium satarlar ucuzdan. biz de onları tercih ediyoruz, öğrenciyiz burada daa. neyse cevahir'in en varoş gezegenlerle iletişimi olduğu için yasadığı taşımacılık gruplarına bize acilen özel bir sivil gemisi göndermelerini istedik. bekliyoruz şimdi. tu bi kontinyıd...
2 yıldır mezunum ama hala dolmuşlara öğrenci diye biniyorum. hatta yanımda eşek kadar adamlar varken onları da öğrenciden saydırıyorum. eğer burada dolmuş şoförü varsa; naber :d ?
tüm gün boyunca yakıp kavurdu güneşin sıcağı yaz okuluna gelmiş şu kulları. evet. ben de yaz okuluna geldim. hem de ihtiyacım olmadığı halde geldim. bazı nedenlerim var tabi kendime göre. ama bu nedenlerden en büyüklerinden biri bu şehri gerçekten sevmem ve kendimi burada gerçekten iyi ve özgür hissetmem. her gün iyi ki de gelmişim diyorum zaten. ders bitip yurduma doğru yol aldığımda da tekrar kurdum bu cümleyi. geldim yurduma. yemeğimi yedim. sonra yine yapmayı sevdiğim şeylerden biri olan yemek sonrası yemekhane penceresinin önüne oturup öyle samsunu ve denizi izledim sessizce. ben öyle otururken bulutlar geldi, önce güneşi kapattılar sonra gökyüzünü kapladılar. ardından incecik bir sağanak boşalttılar ferahlamaya hasret şehrin üzerine. ben de bu fırsat deyip odama indim giyinip çıktım dışarı. ama yaz yağmuru. kısacık sürdü. olsun, hiç olmazsa ferahlamış yollarda yürümenin zevki bana kalmıştı. baya yürüdüm sokaklarda, çarşıda, meydanda. öylesine yürürken aklıma ne zamandır bir kitapçıya gitmek istediğim ama bir türlü gidemediğim geldi. ben de rotayı meydandaki d&r ye çevirdim. bu yaz okulunda hiç uğramamıştım. bana da çok iyi geldi hem. yeni çıkanları kurcaladım, eski olanlara defalarca bakmama rağmen bir kere daha baktım ilk defa bakıyormuş gibi. en son da dergiler bölümüne geldim. beni tanıyanlar bilir. kafkaokur dergisini pek bi severdim ben. uzun zamandır almayı bırakmıştım dergiyi. çizgilerini bozduklarını düşündüğüm için. artık hoşuma pek gitmiyordu dergi. eski tadı kalmamış gibiydi. ama bugün görünce tekrardan, dayanamadım aldım ben de. kararımdan vazgeçmeyeyim diye de gittim hemen ödedim parasını ve çıktım oradan. geldim bir çay ocağına söyledim açık, süzgeçli çayımı. açtım dergiyi göz attım şöyle. bazı sayfalar tanıdık geldi. çok sevindim onları görünce. eski dostumdu sanki. bazılarını yeni gibi görüp yadırgadım. daha yabancıyım onlara. bu yaşlanmanın bir alameti mi acaba. yeniye karşı yabancılık. sanmam. bence benim yabancılık çektiğim yenilik değil, haz aldığım şeylerin yerlerini gereksiz yere doldurmaya çalışanlara öfke. neyse yahu. benim yine öylesine yazasım geldi işte. bir ikizlerin çenesini tutumaması ve ona da tutulmamasını istemesi. hepinize mutlu geceler dostlarım. efil efil esen gecede tek sıcacık şey kalbiniz olsun...
yazı karamsarlık içermektedir, okunmaması tavsiye edilir.
dedikten sonra; farklı hayatın farklı pencerelerine yelken açalım. her hayatı yansıtan farklı bir pencere. elindeki işleri bir kenara bırak ve birkaç saniyeliğine evleri gözetleyip yaşamlara bak. herkes kendi halinde, aynı evde birden fazla değişik pencere. hepsinin ayrı bir sıkıntısı, birkaç çuvaldızı, birkaç da iğnesi var. başkalarının derdini sahiplenmek isteyip kendi derdinden arınmak isteyenler, kabullenip kendi sorunları ile yaşamayı öğrenenler, tam öğrendim derken fire verip karamsarlığa tutulanlar. farklı farklı sorunsallar, farklı farklı çıkmazlar. kısa süreli hatalarla karşılaşmalar, altından kalkıp yoluna devam edenler, yükün altında ezilip sessizce can verenler. herkes birbirinden habersiz, haberdar olduklarını sanırken tesadüf eseri olayların gördüklerinden ibaret olmadığının farkına varanlar. benim bir pencerem var, senin bir penceren var, onun bir penceresi var. sadece 2 3 tanesinin varlığından haberdarsın, geri kalanlarından bihaber. İnsanlar ölüyor, insanlar diriliyor. çoğu diri görünürken ölmüş oluyor. kiminin namı ölü bedenini diri tutuyor.(İyi ya da kötü.) yaşamlara baktın mı? birkaç saniyeliğine. herkesin farklı hayatları olduğunu gördün mü? peki, devamını görüp onların yaşantısının içine girmek ister miydin, en derin kesimlerine hem de. İşlediğimiz günahların yazılmadığı evrelerde dünyada varolan kuklalar sanıyordum kendim dışındakileri. onları oynatan başkaları varmış gibi, oyun karakteri gibi. onların duygu ve düşünceleri yok sanıyordum. bir defasında isyan etmiştim, "sen beni sevmiyorsun, ben de artık seni sevmiyorum." küçüktüm. gözyaşlarımın bedeliydi kendimce. görmüyordum, duymuyordum, çektiğim acılarım yanıma hep zarardı. (evet evet oyuncak ayım kaybolmuştu.) bir insanın acı çekmesinin yaşı yok bence, her yaşta kendi payını alıyorsun. pişman olmuştum, kendim gibi pencerem de küçüktü. büyüdüm, değiştim, pencerem görüş açım için genişledi.(yeteri kadar değil.) İnsanların kukla olmadıklarını idrak ettim. onların da benim gibi penceresi varmış. saklı köşelerinde yatan mutlulukları, üzüntüleri. çok zaman altından kalkamayacağım yükleri sırtladığımı düşündüm, tam altında ezilecekken bana uzanan el ile ayağa kalktım. İntihar benim için kurtuluştu, sadece kendi penceremi kapatacaktım. sadece kendi odamı havasız bırakacaktım. yapacağım tek şey, oyuna son vermek olacaktı. zamanla kurtuluş olmadığını fark ettim. uzun bir zamanımı aldı diyebilirim. öğrendim ki; bir evin penceresiydim, bağlantım vardı. penceresi olduğum evin sadece penceresi olmayı bırakıp bakımsız penceresi olacaktım. İntihar etmiş olsaydım tabii. kapısı ölümle kilitlenmiş bir oda, yağmur yağacaktı, toz olacaktı, rüzgarlar esecekti, dört mevsim de ayrı ayrı zamanlarda yaşanacaktı. ölüm yüzünden o pencere hep eski gibi gösterecekti evi. şu an kapım da açık, pencerem de. ev yeni gibi görünüyor, hayatında yerim olanları üzmemiş oluyorum ama gözlerimi kapatınca aydınlıkta bulduğum karanlıkta herkesin yaşamı beni esir alıyor frank.
dedikten sonra; farklı hayatın farklı pencerelerine yelken açalım. her hayatı yansıtan farklı bir pencere. elindeki işleri bir kenara bırak ve birkaç saniyeliğine evleri gözetleyip yaşamlara bak. herkes kendi halinde, aynı evde birden fazla değişik pencere. hepsinin ayrı bir sıkıntısı, birkaç çuvaldızı, birkaç da iğnesi var. başkalarının derdini sahiplenmek isteyip kendi derdinden arınmak isteyenler, kabullenip kendi sorunları ile yaşamayı öğrenenler, tam öğrendim derken fire verip karamsarlığa tutulanlar. farklı farklı sorunsallar, farklı farklı çıkmazlar. kısa süreli hatalarla karşılaşmalar, altından kalkıp yoluna devam edenler, yükün altında ezilip sessizce can verenler. herkes birbirinden habersiz, haberdar olduklarını sanırken tesadüf eseri olayların gördüklerinden ibaret olmadığının farkına varanlar. benim bir pencerem var, senin bir penceren var, onun bir penceresi var. sadece 2 3 tanesinin varlığından haberdarsın, geri kalanlarından bihaber. İnsanlar ölüyor, insanlar diriliyor. çoğu diri görünürken ölmüş oluyor. kiminin namı ölü bedenini diri tutuyor.(İyi ya da kötü.) yaşamlara baktın mı? birkaç saniyeliğine. herkesin farklı hayatları olduğunu gördün mü? peki, devamını görüp onların yaşantısının içine girmek ister miydin, en derin kesimlerine hem de. İşlediğimiz günahların yazılmadığı evrelerde dünyada varolan kuklalar sanıyordum kendim dışındakileri. onları oynatan başkaları varmış gibi, oyun karakteri gibi. onların duygu ve düşünceleri yok sanıyordum. bir defasında isyan etmiştim, "sen beni sevmiyorsun, ben de artık seni sevmiyorum." küçüktüm. gözyaşlarımın bedeliydi kendimce. görmüyordum, duymuyordum, çektiğim acılarım yanıma hep zarardı. (evet evet oyuncak ayım kaybolmuştu.) bir insanın acı çekmesinin yaşı yok bence, her yaşta kendi payını alıyorsun. pişman olmuştum, kendim gibi pencerem de küçüktü. büyüdüm, değiştim, pencerem görüş açım için genişledi.(yeteri kadar değil.) İnsanların kukla olmadıklarını idrak ettim. onların da benim gibi penceresi varmış. saklı köşelerinde yatan mutlulukları, üzüntüleri. çok zaman altından kalkamayacağım yükleri sırtladığımı düşündüm, tam altında ezilecekken bana uzanan el ile ayağa kalktım. İntihar benim için kurtuluştu, sadece kendi penceremi kapatacaktım. sadece kendi odamı havasız bırakacaktım. yapacağım tek şey, oyuna son vermek olacaktı. zamanla kurtuluş olmadığını fark ettim. uzun bir zamanımı aldı diyebilirim. öğrendim ki; bir evin penceresiydim, bağlantım vardı. penceresi olduğum evin sadece penceresi olmayı bırakıp bakımsız penceresi olacaktım. İntihar etmiş olsaydım tabii. kapısı ölümle kilitlenmiş bir oda, yağmur yağacaktı, toz olacaktı, rüzgarlar esecekti, dört mevsim de ayrı ayrı zamanlarda yaşanacaktı. ölüm yüzünden o pencere hep eski gibi gösterecekti evi. şu an kapım da açık, pencerem de. ev yeni gibi görünüyor, hayatında yerim olanları üzmemiş oluyorum ama gözlerimi kapatınca aydınlıkta bulduğum karanlıkta herkesin yaşamı beni esir alıyor frank.
korktuğum başıma geldi..şikayet üzerine kedileri götürmüşler😢her zamanki gibi sabah kalktim gittim yerlerinde yoktu..dedim belki annesi rahatsız olmuştur başka yere gitmislerdir diye bahçeyi aradım taradim yok.sonra güvenlik abiye sordum bugün barinaktan kimse geldi mi kedi götürdüler mi dedim..bi umut yok der diye bekledim ama...maalesef gitmişler :/ koskoca yurda 1000 kişiyi siğdirdilar ama onları sığdiramadilar yazıklar olsun o şikayet edip barınağı çağıran şahıslara!
mülakatta kanguruların ülkesini sormuşlar. evet ülkemizin nitelikli öğretmen anlayışı 😂 o kadar eğitim dersleri görüyoruz meslekte de onları baz alarak bi şeyler yapacaz git oradan sor. mülakatta bana böyle saçma soru sorarsalar ahada buraya yazıyorum "yırtarım dağları taşları enginlere sığmam taşarım" yani çok pis ağlarım😂
kulaklığımı düşürdüm.. öyle kulaklığımı takıp dünyadan kopayım modunda bir insan değilim fakat kulaklığıma bir şey olduğunda çok modum düşüyor, niye böyle oldu ki falan.. güne böyle başlayınca elbette murphy laws devreye girdi ve mide bulantısı artı halsizlikle günümü tamamlıyor, sabaha sağlam çıkmayı umuyorum.
kendim hastalandığımda önemsemem fakat başkasının hasta olmasına dayanamıyorum. bilhassa yaşlılar konusunda çok hassasım. dedem de anneannem de çok hasta şu dönemler, onları öyle görünce böyle bebek gibi sevip, bakasım geliyor. zaten kuş kadar kaldılar tontişlerim. bu durumdaki insanlara nasıl kötü davranıyorlar aklım almıyor sahiden. dünyada ne kadar hasta insan varsa toplayıp bakmak istiyorum, insana böyle bir şey yük gelir mi ? yok, modern dünya bana göre değil. kimim/neyim varsa toplayıp dağa, ormana falan yerleşeceğim. sebze yetiştirir, geçinir giderim. ruhum emekli, mis..
bu arada bu kanalı çok seviyorum :
bu şarkı kadar huzurlu geceler !
kendim hastalandığımda önemsemem fakat başkasının hasta olmasına dayanamıyorum. bilhassa yaşlılar konusunda çok hassasım. dedem de anneannem de çok hasta şu dönemler, onları öyle görünce böyle bebek gibi sevip, bakasım geliyor. zaten kuş kadar kaldılar tontişlerim. bu durumdaki insanlara nasıl kötü davranıyorlar aklım almıyor sahiden. dünyada ne kadar hasta insan varsa toplayıp bakmak istiyorum, insana böyle bir şey yük gelir mi ? yok, modern dünya bana göre değil. kimim/neyim varsa toplayıp dağa, ormana falan yerleşeceğim. sebze yetiştirir, geçinir giderim. ruhum emekli, mis..
bu arada bu kanalı çok seviyorum :
bu şarkı kadar huzurlu geceler !
selam arkadaşlar bir hikaye anlatıyorum. sonumu siz tarif edin. bir kız ağzından kendi hikayemmiş gibi yazacağım.
birinci sınıf öğrencisi bir kızım. okuduğum bölümde çok başarılıyım. bölüm birincisiyim. üçüncü sınıf başka fakültede okuyan biri beni ekledi instagramda. takipleştik. çocukta tatlıymış. 10 gün sonra yaşamda çarpıştık. sonra bana yazdı beni görünce. benden çok etkilenmiş. ama nette benden sonra 10 günde 15 kız eklemiş. sonra onları sordum kim diye. arkadaşlarım dedi. sonra 10 gün içinde sevgili olduk. nette eklediği kızları önceden tanıyorum demişti. şimdi tanımıyorum deyip benim için engelledi. çok mutluyum çok güveniyorum ona. ailesi ile bile tanıştırdı beni. bu olaylar toplam 20 gün içinde oldu.
sizce bu ilişki nasıl devam eder yada sonuçlanır?
birinci sınıf öğrencisi bir kızım. okuduğum bölümde çok başarılıyım. bölüm birincisiyim. üçüncü sınıf başka fakültede okuyan biri beni ekledi instagramda. takipleştik. çocukta tatlıymış. 10 gün sonra yaşamda çarpıştık. sonra bana yazdı beni görünce. benden çok etkilenmiş. ama nette benden sonra 10 günde 15 kız eklemiş. sonra onları sordum kim diye. arkadaşlarım dedi. sonra 10 gün içinde sevgili olduk. nette eklediği kızları önceden tanıyorum demişti. şimdi tanımıyorum deyip benim için engelledi. çok mutluyum çok güveniyorum ona. ailesi ile bile tanıştırdı beni. bu olaylar toplam 20 gün içinde oldu.
sizce bu ilişki nasıl devam eder yada sonuçlanır?
mutlu geceler gençler. nasılsınız? ben yorgunum yahu. üstümden bir kitap fuarı geçti. sadece kitap fuarı geçse de iyi, koşturuyorum sabahtan beridir. normalde bugün sadece 1 dersim var öğleden sonra. ama fuar olduğu için sabah 8'deki dersine yetişmeye çalıştım ve geç kaldım. uyanır uyanmaz yataktan fırlayıp yetişmek zorunda olmak iyi bir şey değil bence. hani diyorlar ya uyanınca güneşi selamlayın falan diye. bunu söyleyenler bizim güneşten önce uyanıp okul yolu düz gider eşliğinde toplu taşımada nefessizlikten öldüğümüzü görüyorlar mı acaba. sinirlendim bak, neyse. derse girip çıktıktan sonra kantinde takıldım biraz, mühendisliğe uğramam gerekiyordu oraya uğradım ve r11'e attım kendimi. travayda da uyumuşum zaten. taa üniversiten tekkeköye kadar en az yarım saat kısalttım. bu sene ilk defa yalnız gittim fuara. benim okuyan bir çevrem yok. olanlarda ya dersleri vardı, ya başka nedenlerle gelmediler. girdim içeri adetim olduğu üzere stantları dolaştım öncelikle. neler var neler yok baktım. sonra bir çay içip kafamda biraz kurguladıktan sonra başladım alışverişe. bu senenin şampiyonu iş bankası yayınlarıydı benim için. adamlara her fuarda bir kaç defa uğramadan yapamıyorum. İş bankası yayınlarında hem kitaplar baskı ve çeviri olarak çok kaliteli, hem de çalışanlarla muhabbet edip kitaplar hakkında konuşabiliyorsunuz. kitaplar hakkında konuşmayı ve dinlemeyi severim zaten. kitabı bilmeme gerek yok. bilen biri sohbet tarzında anlatsın kitabı yeter. İş bankası çalışanları da bunu gayet güzel yapıyor zaten. bir de sel yayınevinde çalışan bir kardeş de kitaplar hakkında güzel bilgiler verdi. İthaki'ye gittim, oradaki çalışana ilk defa bilim-kurgu okuyacağım ne tavsiye edersiniz diye sordum, yanımdaki müşteri de kitap önerdi. can yayınlarından bir kaç tane aldım. İlgimi çekmedi kitapları. çoğu geçen seneki kitapların aynısıydı sanki. diğer kitapevlerini de gezdim ve toplam 18 tane yepisyeni kitabım oldu. bu fuardaki tek eksiğim yalnız gitmemdi. kitaplar hakkında konuşabileceğim, heyecanla gösterebileceğim, anlatabileceğim birileri yoktu yanımda. İş bankası yayınları çalışanların güzel sohbeti de olmasaydı sanırım sus pus gidip gelecektim. ama fuarda geçirdiğim 3.5 saati komple iş bankasında geçirmedim ki. İnşallah bir sonrakine istediğim ile giderim. fuardan gelince de dizerim üst üste kitaplarımı, onlara bakarım öyle uyurum mutlu mutlu. yeni yeni görünce onları içim huzur doluyor. bir de kahvem olsaydı iyi olacaktı şimdi. kahvem bitmiş yahu. halbuki bu yorgunluğa ne de iyi gelirdi. hepinize iyi geceler dostlarım. bir an önce siz de gidin de o ortamın güzelliğini doyasıya yaşayın... :)
kişinin hayattan neler öğrendiği ve hayata neler kattığı önemlidir. su kısacık ömrümüzde kırmadan ve özellikle kırılmadan hayatı sürdürmek önemlidir. omü kampüste her daim kendi yasitlarimizla bir ve beraberiz.ki bu bazen bizi aldatabilir hayatın her daim bu dinclikte ve bu güzellikte geçeceği sarhoslugunu veriyor bize. yani en azından bana veriyor ☺😊
bende bu sarhosluktan kurtulmak için kampüste bulunan tip fakültesinde yatmakta olan hastaları ziyaret eder ve sadece onları izlerim. orada ne tür hastalıkta insanlar var ve hastanın yakınlarınin nasıl hayata tutunduklari ve hayatı nasıl anladıklari ve anlamladiklari beni çok etkiliyor. ki bu beni önemli derece etkiliyor arkadsalr. ne dersiniz arada ziyaret etsek. biraz daha hayatımızın anlamını anlarız mi☺😊
bende bu sarhosluktan kurtulmak için kampüste bulunan tip fakültesinde yatmakta olan hastaları ziyaret eder ve sadece onları izlerim. orada ne tür hastalıkta insanlar var ve hastanın yakınlarınin nasıl hayata tutunduklari ve hayatı nasıl anladıklari ve anlamladiklari beni çok etkiliyor. ki bu beni önemli derece etkiliyor arkadsalr. ne dersiniz arada ziyaret etsek. biraz daha hayatımızın anlamını anlarız mi☺😊
geçen gün otobüste giderken bi kız çocuğu gördüm. üstünde kırmızı montu vardı. hala varmış onlardan, şaşırdım. o montlar ben 1-2. sınıfken modaydı. benim mavi bi gocuğum vardı, ama herkeste o kırmızı montlardan. ben de ondan istedim ama annemler almadı, hatta sonrasında baya güzel pembiş birini aldılar. hem daha kalın, hem daha güzeldi aslında kırmızılardan. ama kırmızılar hiç benim olmamıştı ya hep gözüme onlar daha güzel gelmişti. bugün görünce iyice farkettim de benim değil pembe, mavi montum da onlardan daha güzelmiş aslında. tabi o zamanlar annem benim gözümden bakmayıp, objektif baktığından almamış. İyi ki de almamış ya, benim montum daha güzelmiş 🙈 bazen böyle oluyor işte, onları anlamak için biraz büyümek gerekiyor. umarım annemi daha da iyi anlayacağım günler yakındır.
merhaba arkadaşlar,
bu yazıyı yazıp yazmamak konusunda çok düşündüm ve sonunda karar verdim. ben "sağir" bir bireyim ve ilkokul, ortaokul, lisede hep "sağır kulturu" ile yetiştim. bir çok arkadaşım sağırdi ve hep işaret diliyle iletişim kuruyorduk.
önceden hayat daha zordu hastane, doktor, polis, adliye bir çok devlet kurumu ve ya özel hiç kimse işaret dili bilmiyordu. yabancı bir ülkeye gelmiş gibi hiç kimse ile iletişim olmadığı için çok zorlanıyordum.
yavaş yavaş işaret dili gelişmeye ve meşhur olmaya başladı. bu kötü olmadı her şey güzel gibi geldi. İnsanlar ben ve diğer "sağir" arkadaşları anlamak için çalışıyorlardı bu beni mutlu etmeye başladı. yeni öğrendikleri için biraz acemi gibi işaretleri yapıyorlardı fakat olsun yine de anlıyordum. biraz daha zaman geçti bu sefer insanlar bizi unutmaya başladı. herkesin İnternette sayfalarında işaret dili yazıyordu fakat bu insanlar hiç işitme engellilerle görüşmemisti bizim kültürü tanimiyorlardi. türkçe'den kelime çevirisi yapıyorlardı ama türk İşaret dili onların sandığı gibi değildi. kendine özel gramer yapısı vardı. tdk sözlük çıkarmıştı bu doğru dil diyorlardı ama bizim yüzyıllarca konuştuğumuz osmanlı devletinden bugüne gelen dilimiz çöp mu olacaktı? kendi dilimizi unutacak miyiz? bazı insanlar çıktı sizin dil eski bu yeni dil artık bu olacak dediler. sebebini hiç anlamadik. çocukluktan beri konuştuğum dili nasıl bırakabilirim? İstanbul, ankara dilleri farklı dediler eşit olması lazımdı ama siz farklı sanıyorsunuz biz aynı olduğunu düşünüyoruz. İşaret çok küçük farklı olursa bu çok mu fark demekti? sizin konuştuğunuz türkçe İzmir'den trabzon'a ve ya edirne'ye göre hiç değişmiyor mu? İzmir'li darı dediği için siz mısır olduğunu anlamıyor musunuz? bunun gibi düşünün.
İkinci konu şarkı çevirileri bundan bütün sağırlar bıktık. artık bizi kullanıyorsunuz gibi düşünüyoruz. herkes şarkı çevirisi yapıyor ama bizim için bir şey yapmıyor. lütfen artık anlayın. yaptığınız çeviriler %99 yanlış çünkü gramer farkı var. İngilizce bir şarkıyı türkçeye hemen çevirince sizce uygun oluyor mu? lütfen rica ediyorum arkadaşlarım belki bana kizacaksiniz ama biz kendi dilimizi çok seviyoruz onu gerçeği gibi öğrenin türkçe ile karıştırmayın çünkü farkı var. osmanlı devletinden bugüne geliyor bu dil bu yüzden lütfen şarkı çevirisi yapmayı bırakın ve bizim iletişim, eğitim, sağlık gibi konularda problemlerimizi çözmek için bizimle beraber yürüyün. instagram'da şarkı videosu paylaşarak bize destek olmuş olmuyorsunuz sadece kendi reklamınızı yapmış oluyorsunuz. sizi 100.000 kişi izliyor ama bizim problemlemimizi 1000 kişi biliyor sadece işaret dili sadece 3 ay kursa giderek öğrenilmez. 3ay kurs aldıktan sonra sadece temel girmiş olursunuz ama %100 öğrenmek için 2 yıl gerekli bu yüzden bir sağır arkadaşınız olsun onu izleyin konuşun sohbet edin onu anlayın. böyle olursa bize daha çok yardım etmiş olursunuz. mesela samsun'da atakumduyuyor başka adı atakum İşitme engelliler spor kulübü var siz bizim için bir şey yapmak isterseniz gelin dernekte gönüllü olun beraber proje yapalım. çalışalım ve beraber buyuyelim ama lütfen sadece sarki çevirisi yapıp bize destek olduğunuzu düşünmeyin çünkü bize açık söyleyeceğim bir faydası yok. dış yaşamda bir çok problem var onları beraber çözelim.
şimdi merak ediyorum. kaç kişi beni anladı ve hak verdi? sesimizi duyun. bu duruma dur deyin ve bize destek olmak istiyorsanız bizimle yanyana olun. engelleri beraber aşalım.
bu yazıyı yazıp yazmamak konusunda çok düşündüm ve sonunda karar verdim. ben "sağir" bir bireyim ve ilkokul, ortaokul, lisede hep "sağır kulturu" ile yetiştim. bir çok arkadaşım sağırdi ve hep işaret diliyle iletişim kuruyorduk.
önceden hayat daha zordu hastane, doktor, polis, adliye bir çok devlet kurumu ve ya özel hiç kimse işaret dili bilmiyordu. yabancı bir ülkeye gelmiş gibi hiç kimse ile iletişim olmadığı için çok zorlanıyordum.
yavaş yavaş işaret dili gelişmeye ve meşhur olmaya başladı. bu kötü olmadı her şey güzel gibi geldi. İnsanlar ben ve diğer "sağir" arkadaşları anlamak için çalışıyorlardı bu beni mutlu etmeye başladı. yeni öğrendikleri için biraz acemi gibi işaretleri yapıyorlardı fakat olsun yine de anlıyordum. biraz daha zaman geçti bu sefer insanlar bizi unutmaya başladı. herkesin İnternette sayfalarında işaret dili yazıyordu fakat bu insanlar hiç işitme engellilerle görüşmemisti bizim kültürü tanimiyorlardi. türkçe'den kelime çevirisi yapıyorlardı ama türk İşaret dili onların sandığı gibi değildi. kendine özel gramer yapısı vardı. tdk sözlük çıkarmıştı bu doğru dil diyorlardı ama bizim yüzyıllarca konuştuğumuz osmanlı devletinden bugüne gelen dilimiz çöp mu olacaktı? kendi dilimizi unutacak miyiz? bazı insanlar çıktı sizin dil eski bu yeni dil artık bu olacak dediler. sebebini hiç anlamadik. çocukluktan beri konuştuğum dili nasıl bırakabilirim? İstanbul, ankara dilleri farklı dediler eşit olması lazımdı ama siz farklı sanıyorsunuz biz aynı olduğunu düşünüyoruz. İşaret çok küçük farklı olursa bu çok mu fark demekti? sizin konuştuğunuz türkçe İzmir'den trabzon'a ve ya edirne'ye göre hiç değişmiyor mu? İzmir'li darı dediği için siz mısır olduğunu anlamıyor musunuz? bunun gibi düşünün.
İkinci konu şarkı çevirileri bundan bütün sağırlar bıktık. artık bizi kullanıyorsunuz gibi düşünüyoruz. herkes şarkı çevirisi yapıyor ama bizim için bir şey yapmıyor. lütfen artık anlayın. yaptığınız çeviriler %99 yanlış çünkü gramer farkı var. İngilizce bir şarkıyı türkçeye hemen çevirince sizce uygun oluyor mu? lütfen rica ediyorum arkadaşlarım belki bana kizacaksiniz ama biz kendi dilimizi çok seviyoruz onu gerçeği gibi öğrenin türkçe ile karıştırmayın çünkü farkı var. osmanlı devletinden bugüne geliyor bu dil bu yüzden lütfen şarkı çevirisi yapmayı bırakın ve bizim iletişim, eğitim, sağlık gibi konularda problemlerimizi çözmek için bizimle beraber yürüyün. instagram'da şarkı videosu paylaşarak bize destek olmuş olmuyorsunuz sadece kendi reklamınızı yapmış oluyorsunuz. sizi 100.000 kişi izliyor ama bizim problemlemimizi 1000 kişi biliyor sadece işaret dili sadece 3 ay kursa giderek öğrenilmez. 3ay kurs aldıktan sonra sadece temel girmiş olursunuz ama %100 öğrenmek için 2 yıl gerekli bu yüzden bir sağır arkadaşınız olsun onu izleyin konuşun sohbet edin onu anlayın. böyle olursa bize daha çok yardım etmiş olursunuz. mesela samsun'da atakumduyuyor başka adı atakum İşitme engelliler spor kulübü var siz bizim için bir şey yapmak isterseniz gelin dernekte gönüllü olun beraber proje yapalım. çalışalım ve beraber buyuyelim ama lütfen sadece sarki çevirisi yapıp bize destek olduğunuzu düşünmeyin çünkü bize açık söyleyeceğim bir faydası yok. dış yaşamda bir çok problem var onları beraber çözelim.
şimdi merak ediyorum. kaç kişi beni anladı ve hak verdi? sesimizi duyun. bu duruma dur deyin ve bize destek olmak istiyorsanız bizimle yanyana olun. engelleri beraber aşalım.
Omü Dedikodu