Akay
hakan altun şarkılarından mabel matiz' e nasıl geldim hiç bilmiyorum ama youtube böyle bir yer işte.


Gamsız Baykuş
şu sıralar "kötü ev sahibi, kiracısı ev sahibi yaparmış." sözünün doğruluğunu anladığım günlerdeyim. ev sahibim yıllardır her kira döneminde beni çıkarmak için bahaneler arıyordu. sonunda bu defa hepimizin bildiği o klişeyi yaptı: kızım oturacak, evden çık. kesinlikle inanmadığımı belirtmeliyim. kendilerini çok akıllı sanıyorlar ama sundukları her bahane ellerinde patlıyor. varan 1: evi tutarken ev depreme dayanıklı demişti, şimdi sırf korkup çıkayım diye deniz kumundan yapıldı diyor. (İstanbul'da oturuyorum bu arada.) varan 2: kızım oturacak diyor ama apartmanda boş olan farklı iki daireyi daha yeni kiraya verdi. bu ne perhiz bu ne lahana turşusu! varan 3: evden çıkarken temiz bırak ki fotoğraf çekip siteye yükleriz diyerek pot kırıyorlar. anlamadık sanki ahjsj. varan 4: depozitoma çökmeye çalışıyorlar. ben de bunlara karşılık tebligat çekmeden evden çıkmayacağımı belirtiyorum. hadi bakalım el mi yaman bey mi yaman göreceğiz.

bu tür işlerde karşıdakinin anladığı dilden konuşmak gerekiyor bunu biliyorum ama tek başına yaşayan bir kadın olunca arkanda kimse yok sanıyorlar. İlla ki bir erkeğin gövde gösterisinde bulunmak zorunda olması zoruma gidiyor gerçekten.

bu da uzun zaman sonra gelen bir iç dökmeydi dedikodu ahalisi. öyle işte...
ucuncunesilsaglikci
uzun bir süredir ekran koruyucum kırık bir şekilde telefonumu kullanıyordum, bugün ekran koruyucunu çıkarınca aslında ekranın kırık olduğunu gördüm. bazı acılar da böyledir işte, sen sana hiç zarar veremedi sanırsın belki de kendini bununla kandırırsın ama durup bakınca anlarsın ki o acı ruhuna işlemiş.
mayk
dublin'de ilk ay deneyim ve gözlemlerim:
667€ kiraya paylaşımlı oda bulabildim
reyna'da kebap ve döner yedim. lezzet eh işte, fiyat 20€ civarı. çay 3€
konuştuğum yerli yabancı herkes dublin pahalı diyor
aile yanında kalırken ısıtıcıyı günde 2-3 saat açıyorlardı, soğuğa dayanaksızsanız mafolursunuz
taharet için manuel pompalı bir alet buldum, mutluyum
aynı gün içinde 4 mevsim yaşıyoruz
hava 6dereceye kadar düşüyor ama ortalama 10 diyebiliriz.
güneş varken bile yağmur yağabiliyor :d
ergenlerin çete şeklinde adam dövüp gasp ettiklerini duydum. umarım başıma gelmez
hırsızlık olayları motor, bisiklet, telefon ve cüzdan olmak üzere sürekli oluyor. whatsapp gruplarında mağdurlar paylaşım yapıyor
yazılımcı olarak iş bulmak biraz görünüyor çoğu ilanda irlanda veya ab vatandaşlığı istiyor. bence bu ırkçılık
değişik bar konseptleri var. bir tarafta dev ekranda maç izlenirken alt katta diskoda dans ediliyor diğer tarafta bilardo oynanıyor
aile yanında her yemekte patates yemekten patates oldum
oda arama sürecimde tanıştığım türkler yarı yarıya geldiklerine pişmanlar
İlk ay deneyimlerim sonucunda burda kalır mıyım? %80 kalmam, %20 kalırım
themuallim
sa. yeni yılın ilk gününden merhaba. normalde pozitif kasacaktım ama başka bir şeyden bahsetmeye karar verdim. windsor dükü'nün aşkı için krallıktan vazgeçmesi olayı tekrar önüme düştü twitter'da. çok acayip olay ya, alttaki yorumlarda bile insanlar "hitler hayranlığından o yea, kulp bulmuşlar işte" diye bu durumu kabullenmemişler mesela ama sorsan herkes roma'yı yakıyor ashdjld her neyse, gideyim de çift arkadaşlarıma "bak bence x senin için kraliyetten vazgeçmezdi bi sor..." deyip aralarını bozayım. muhtarlıktan bile vazgeçmeyecek, görev bilinci yüksek arkadaşlarım fav.
ikizler
her zaman hayatımın en özel köşelerinden biri olan ama uzak kaldığım bu evimden 10 ay sonra hepinize tekrardan merhaba. umarım hepiniz çok iyisinizdir. bu evime geldiğimde eski mahallesine dönmüş bir yetişkin hüznü kaplıyor içimi. mahallesinin, evinin çocukluğundaki, gençliğindeki o cıvıl cıvıl halleri göz önüne gelir de o günlerden şimdiki ana doğru sıcak bir gözyaşı hızında bir anı yolculuğu yapar ya. İşte onun gibi bir şey. bu hal bende oldukça evimin anahtarını çıkarmaktan korkuyordum. bir zamanlar neşe saçan evimin içindeki sessizliği duymaktan. geçen akşam ilkadım sahildeki çay ocağında otururken oradaki abi ile ayaküstü muhabbet ettik. uzun zamandır görüşmemiştik. diğer abinin nerede olduğunu sordum ve aldığım cevap birden gözlerimin dolmasına neden oldu ölmüş o abi. evini bir gece böcek ilacı ile ilaçlamış sineklerden korunmak için ve uyumuş sadece. sonrası yok. o kadar oturdu ki içime. ellili yaşlarında bir abiydi. güleryüzlü, neşeli sesli biriydi. bir kaç selamlaşmamızdan sonra tanış olmuştuk. biraz muhabbetimiz ilerleyince bize ikinci baharını ve her iki tarafın evlatlarının karşı çıkması sonrası kavuşamadıklarını anlatmıştı. öyle anlatmıştı ki hem de bir romanın dönüm noktası gibi. gözleri her anlattığına eşlik etmişti. geriye bir fotoğrafı bile kalmadı bana. sadece zihnimdeki o güzel gülüşüydü geri kalan. İçimi yakmıştı gidişi ve koptum o anki arkadaş ortamımdan. o kopuş bugün anahtarları cebimden çıkarıp omudedikodu mahallesine girmeme ve ikizler kapımı açmama vesile oldu. benim ise hayatım haddinden fazla değişti bu dönemde. okulum bitti ve bir süre bir yerlerde çalıştım. sonrasında ise çok da geçmiş olmayan bir geçmişte atandım ve atandığım kurumda çalışmaya başladım. hem de samsuna atandım. İmkansız geliyordu bu bana ama olmuştu işte. üniversite yıllarımda kendimi bulduğum şehir yeniden bana kucak açtı ve bu sefer uzun yıllar boyunca kalmak üzere yerleştim bu şehre. İl merkezine azıcık uzak bir ilçedeyim lakin her hafta sonu kendimi atakum sahilde, ilkadım çay ocaklarında buluyorum. artık maddi özgürlüğüme tam manası ile sahiptim. bir ev kiraladım. 2+1. hep hayalini kurduğum yaşamın ilk temellerini atmış oldum böylece. İstediğim eve sahip olmak ülkemizin ekonomik durumundan dolayı biraz zaman alacak biliyorum ama şu haliyle bile bana mutluluk veriyor bu ufak yuvam. bu fotoğraflar da salonumdan ve evimin balkonundan ufak iki kare. buraya taşındığımdan beri pek yalnız kalmadım. sadece 1 haftasonu yalnız kaldım. oradan buradan arkadaşların uğrama noktası oldum. amaçlar edindim kendime ve 15 yıl verdim kendime. üniversite yıllarında amaçladığım ne varsa gerçekleştirdim çok şükür. en yapılamaz olarak görülen şeyleri bile yaptım. şimdi bakalım 15 yıl sonrası benim için nasıl olacak. evet şu an ikizler evimdeyim. ama yetişkin hüznüm mahalleye çıktığımda içimi kaplıyor. kapı komşum snorlax'ı göremiyorum. çatı katından bize seslenen posydon yok, eski dostum oas gideli uzun zaman olmuştu. gezginimin ad babası yok, o yok bu yok, gerçekten görmesem de hayatımda yer etmiş bir çok dostum artık yok. özlediklerimin yokluğuna alışmak ve yeni bir yaşantıya adepte olmak biraz zaman alacak ha ne dersiniz. hepinize mutlu geceler dostlarım...
Sanatçı
kim nasıl tanıyorsa beni,
öyleydim işte,
sağ tarafımda deniz,
solumda rüzgar..
Yepisyeni
İyi geceler. uzun bir aradan sonra iç dökmek için buradayım. aylar önce buradan zalımın oğlu diye seslendiğim kişiden bi haber aldım bugün. yeni bir şehre taşınmış, yeni yeni düzen kurmaya başlamış.
aklıma gelmesi yine gecemi zehir etti. bilmiyorum, ben onu halen atlatamadım galiba. pek kişiye de anlatamadım, kaldı öylece içimde. oysa ben kaşını ayrı kıtaya gözünü ayrı kıtaya resmetmek isterdim. mesleğinden mi bahsedecek, bana yapsın sunumunu isterdim. İçecek dertlenecek mi, benimle içsin. ne bileyim yumurta mı kıracak, çarptırdığı kap ben olayım derdim. gözünün önündeki hep ben olayım istedim, çünkü onun yüzü benim kadrajdan hiç çıkmıyor. onun yüzü en çok benim ellerime yakışırdı, benim başım da onun göğsüne. he, ama onun yanına en çok yakışacak sen miydin derseniz, orada başladı zaten problem. benimle olmak ona kıymekmış gibi geldi, kıyamadım.

ama şimdi pişmanım. sanki ne yöne yürüsem ona çıkıyormuşum gibi. hep o esmerden o esmere doğru gidiyorum. aylardır boşa nefes almışım. çektiğim havaya onun kokusu karışmazsa boşmuş. dank etti gece gece

ben ilk defa onun için değişmek istemiştim biliyor musunuz. İlk defa onu tanıyınca boş geçen tüm günlerime lanet ettim. allahım dedim, keşke muazzam bir entelektüel birikimim olsaydı da fiziksel eksikliği kapatabilseydim. karşısında tutulmasaydım, ellerim terlemeseydi. yeni doğmuşum da, ilk onu görmüşüm gibi donakalmasaydım keşke. ama kaldım işte. ve kendisinin başka bir kadına olan övgülerine tanık oldum. bu sırada kendimi tebrik de ettim. çok güzel bi adama tutulmuşum.

şimdi insanlar benim için ona benzeyenler ve benzemeyenler olarak ayrılıyor. en ufak bir ortak nokta tanışılan kişinin hanesine yetim sevindirme sevabı yazdırıyor benim kafamda

daha anlatacak bir şeyim kalmadı galiba. tek solukta yazdığım en uzun metni de buraya atıyorum.
hepinize karşılıklı sevgi dolu geceler
ikarus✨
kolay kolay kin tutan biri değilimdir. hatta birine kızsam 3 gün sonra ben buna neden kızmıştım yeaa amaaann diyip konuşmaya devam bile edebilirim. ya da olabildiğince ön yargılı yaklaşmamaya çalışırım insanlara, mümkün olduğunca iyi tanıdıktan sonra bi yargıya varmak isterim. kolay kolay da gıcık olmam, sevecen yaklaşırım. ama bi' eşik var. bazen öyle insanlara denk geliyorum ki o eşiği çoktan aşmış oluyorlar. yani o insanların gözlerinin üstünde kaşlarının olması bile beni rahatsız eder, yaptığı her hareket batar, söylediği her söz beni sinirlendirir. varlıkları bile bana rahatsızlık verir. bu çok nadir olur ama olur yani. heh işte, yine öyle birine denk geldim. allah affetsin ama elimden gelse.....
neyse eheh 😇
👑 Ef.
'sen efe'nin arkadaşısın di mi?' dedi. başımı sallayarak onayladım. 'efe anlatmıştır biz ayrıldık onla' dedi. 'vay be ben evde oturup kalemle mandalina liflerini tırnaklarımdan sökerken insanlar neler yaşamış.' diye içimden geçirdim ve acı acı gülümsedim. efeyi hala çok sevdiğini filan söyledi. 'ulan efe'yi dedem de sever, yakışıklı, zengin çocuk, beni sevsene.' demek istedim, diyemedim.gözleri dolmuştu, benimkiler de doldu.sonra toparlanmaya çalışarak her şeye rağmen gülümsedi. 'neyse saçmalıyorum işte. boşver beni. sen ne yapıyorsun? yürüyelim mi işin yoksa?' dedi.yürüdük. 'sen hep susuyorsun. anlatsana kendini' dedi.boşver manasında başımı salladım.gerçekten de anlatacak bir şey aklıma gelmiyordu.'ama gerçekten merak ediyorum. her insanın bir hikayesi vardır' dedi. karşılaşmadan önce 'ağzıma bakalım şu çubuk krakeri enlemesine sokabilecek miyim' diye bir deney yapıyordum ve karşılaştığımdan beri ağzımda enlemesine duruyordu o kraker.önce onu yedim. sonra bütün gücümü toplayıp, bütün samimiyetimle 'göğüslerin çok güzelmiş' dedim.

umut sarıkaya- sıfatsız
👑Merry Andrew

kendimi yıkılması imkansız bir kalenin güçlü savaşçısı zannederdim. mücadeleci ve zorluklara karşı dayanıklı bir savaşçı. böyle zannettiğim için şimdi gülüyorum kendime.
karşıma çıkan her sorunun üstesinden gelmeye şartladım bugüne kadar kendimi ve yaralar almış olsam da yine de o sorunu atlattım. ama bu sefer öyle bir yenildim ki yenilgilerin en ağırı hem de. kendime yenildim ben. kendimi tanıdığımı zannederdim, kendimden emin olduğumu. ama bir detayı hep unutuyorum, bugüne kadar başıma ne geldiyse kendi seçimlerim yüzünden. bu hayatta güvendiğim bir iki kişi var, çoğunlukla kimseye güvenmem ama şu zamana kadar yaşadıklarıma bakıyorum en çok da kendime güvenmemeliymişim.
kimseyi yarı yolda bıraktığım falan yok aslında ama beynimin içindeki bu düşünceler beni kemirip duruyor. beynim bir iç savaşın ortasına sürüklenmiş gibi. "hasta olmamalıydım, hasta olmanın zamanı değil, en ufak bir zor koşulda vücudumun böyle pes etmeye hakkı yok, biri bana güveniyor ve yardım istiyorsa yanında olmak zorundayım, bu kadar hassas bir bünyeye sahip olmamalıyım, bunu kabul edemem, ben güçlü biri olmalıyım, her koşulda güçlü ve dayanıklıyımdır ben. hayır, değilim, öyle zannederdim ama değilmişim işte, işe yaramazın biriyim ben, hiçbir şeyi beceremiyorum, her şeyin üstesinden gelmeliyim bunu yapmak zorundayım başka çarem yok. ama yapamıyorum, gücüm tükendi, nasıl tükenir bunu kabul etmek çok zor ama oldu işte gücümün bittiği noktadayım."
Eleni
bilir misin, bilmem. şimdiki dönemlerde devam ediyor mu ondan da emin değilim. seneler önce(bizim zamanımızda yani) misafir öğrenci olayı olurdu. farklı şehirlerdeki öğrenciler değişim programıyla gelir, kendilerine şehir tanıtımı yapılırdı. üniversitede olmuyor bu olay, ilkokul yıllarına ait. ben fevri ve asi çocuk! değişim programından gelecek bir öğrenciyi konuk olarak almaya razı gelmişim. gün veriliyor, ne zaman geleceklerine dair. heyecanlanıyoruz, daha önce böyle bir şeye tanıklık etmemişiz tabii. aklımda dolaşan oloğanüstü hikayeler, kalıcılık yaratma çabaları. bir bir diziyorum kafamda derken, beklenen zaman gelir. gönüllü öğrenciler kamelyanın etrafına toplanmış misafir öğrencileri bekliyoruz. önümüzden bir düzineden fazla farklı öğrenci geçiyor müdürümüz ile birlikte. kafada binbir soru. (acaba hangisine tanıtacam?) aralarından birini pek sevemediğim için umarım bana o gelmez duaları. ön yargı işte. derken bana tontiş bir bağyan denk geliyor. yaşça büyük ablamız benden. tutuyorum elinden(lafın gelişi), götürüyorum eve. kadın anam mis gibi yemekler yapmış, afiyetle mideye indiriyoruz. konuşup hem heycanımı kırmaya çalışıyorum, hem de tanımaya çalışıyorum. o gün epey bir eğlenceli oluyor ve saati geldiğinde vedalaşıp yarın tekrar bir araya gelmek üzere ayrılıyoruz.(yarın alacam seni tamam mı? bekle beni.) yarın olması için uyumaya çalışıyorum bir an önce, uyumak ne mümkün. en son dalıyorum uykuya. sabah saate bakıyorum, evet söylenen saat. sorun yok gecikmeyecem diyorum kendimce. çünkü erkenden kalkmışım, imkanı yok geç kalmamın. babam geliyor yanıma, saçlarımı okşuyor. bakıp gülümsüyorum. gezerken arkadaşımla bol bol fotoğraf çektirmemiz için fotoğraf makinesi almış. hem de dijital. gözlerimin içi parlıyor, o zamanlarda kameralı telefonlar da yok. uçuyorum sevinçten. ansızın bizimkilerin telefonu çalıyor, erkene almışlar öğrencileri alma saatini. nefes nefese dimdik yokuşu koşuyorum, yetişemiyorum. yetmeyen nefesimle sadece sessizliğin kaldığı kamelyaya bakıyorum. okul hemen buluşma noktasının yakınında bir umut belki orada toplanmışlardır diye, tam soluklanamadan oraya gidiyorum. yoklar. pes etmiyorum, inatçıyım. müdürümüzün evini biliyorum, kızı da bizim okulda. oraya gitmek için yola koyuluyorum son çare. tükenmiş bir nefesle çalıyorum kapılarını. diyaframımdaki sancı yüzünden bir araya getiremiyorum kelimeleri, "öğretmenim erken, öğretmenim yetişemedim" anlıyor ne demeye çalıştığımı. müdürümüzün arkasında kızı beliriyor, kızının arkasında misafir arkadaşım. anlıyorum ki ben yetişemeyince müdürün kızı almış arkadaşımı. sesim kesiliyor, ayrılıyorum kapıdan. koşa koşa çıktığım yokuşu ayaklarımı sürüklercesine küçük adımlarla ağlayarak iniyorum. eve varmama yakın siliyorum gözlerimi, ne fayda kıpkırmızı olmuş bir kere. eve varıyorum, annem açıyor kapıyı. tutamıyorum kendimi ağlayarak anlatıyorum, babam ağlama diyor, olurmuş böyle şeyler. neden ağlıyorsun ki diyor. sarılıyorum, içimde yara olarak kalan bu anıyı hatırladıkça cevap bulabiliyorum babamın sorusuna frank. nedeni arkadaşıma yetişememiş olmam değil de, babamın düşünceli davranak aldığı o fotoğraf makinesine ilk anım olarak istediğini ekleyememiş olmammış.
ladylazarus
geçen gün üşümüş bir şekilde eve koşup yatağıma sığındım. dalmışım, bir ara kolumu yorgandan çıkarmışım ki üşüyerek uyandım. o uyku ve uyanıklık hali arasında üşüyen, açlıkla sınanan insanlarla sızladı kalbim. bir şeyler yapılmalıydı, büyümeyi hiç bu kadar istemedim. ertesi gün soğuktan donarak ölen iki askerin haberiyle sarsıldım. diyor ya cansever : ' gülemiyorsun ya, gülmek bir halk gülüyorsa gülmektir, ne kadar benziyoruz türkiye' ye ahmet abi. ' tıpkı böyle işte..
dün gece oğuz atay' ın babama mektup parçasını yeniden okuyup dinledim. ' korkuyu beklerken ' kitabında yer alan bu hikaye, oğuz atay' ı en iyi anlatan parça sanırım. karalama defterime istemsizce kolomon moore' nin sadist kadınlarının arasında venüs' ü yerleştirdim hikayeyi dinlerken.

onun ruhunu kendiminikine benzetmişimdir daima hakkım olmayarak. yıllar evvel bu parçayı okuduğumda sahiden de ne kadar yakın olduğumuzu idrak etmiştim. sonraları daha bir şefkatle öptüm fotoğrafını. ben de babasına kızgın çocuklardan biriydim. büyüdükçe esasında ne kadar benzediğimizi, sahip olduğum tüm güzel duyguları ondan aldığımı fark ettim. en acısı kötü yönlerimin de onunkiyle benzeşiyor oluşuydu benim için. anlayıp, affetmek büyümeye delalet sanıyorum. onu affettikçe mi anladım, anladıkça mı affettim bilmiyorum fakat ilk kez birinin özlemiyle ağladım. benzeşmek her zaman o kadar iyi değil, ikimiz de duygularımızı belli etmek konusunda beceriksiziz, üstelik yabancıymışız gibi büyümüşken ben, her şey daha zor oluyor. babamı çok özlüyorum ve yanındayken içimden geldiği gibi sarılamıyorum ona, ne tuhaf bir duygu. diğer insanları tanıdıkça ona sarılma isteğim artıyor. pamuklara sarılarak büyüyen biri olmama rağmen hiçbir zaman korunmaya ihtiyaç duymadım. yeri geldi kavga ettim, yeri geldi bile bile başımı belaya sokmaktan çekinmedim. tüm arkadaşlarımın karşıma dikildiği o gün dahi eğilmedim. dün o parçayı dinledikten sonra aslında ne kadar küçük olduğumu gördüm. huzur çok farklı bir duygu, yaşamdan mutluluk istemiyorum zira mutluluk bencilce gelmiştir bana hep. mutlu olmak zorunda değilim fakat huzurlu olmak istiyorum. etrafımda benimle ilintili fakat asla bana ait olmayan binlerce sorunun ve insanın arasında çekiştirilirken, gülümsemekle yetiniyorum. kimseye karşı öfke duyamıyorum zira herkes bir yerinden haklı. bağışladıkça kalbindeki yük hafifliyor insanın, son yıllarda bunu adet edindim. karşıma çıkan her insan bir farkındalık bırakıyor ve insanın, salt sahip olmak isteyen, gördükleri ve duyduklarıyla yetinen ucuz bir yaratık olduğu idrakiyle aradığım huzura bir parça sahip olarak devam ediyorum yaşamıma. bir an önce ideallerimi gerçekleştirip izole bir yaşam sürmek istiyorum. bunun için çalışmak güç veriyor bana. bir süredir iş arıyorum fakat ailem buna pek sıcak bakmadığı için, daha ziyade hedeflediğim şeylerin bir kısmını gerçekleştirmek adına para biriktirebileceğim kısa süreli işler bakıyorum. umarım en kısa sürede bu sorunumu da halletmiş olurum.

uzun ve dağınık oldu fakat insan her zaman bu tür şeyler paylaşacak gücü bulamadığı gibi, anlaşılmaya insan da bulamıyor. muhtemelen burada da okunmayacak bir yazı fakat paylaşmak bir miktar da olsa rahatlatıyor insanı.

oğuz atay' ın mektubunu bırakıyor, iyi geceler diliyorum.




işte bütün terakkinizi gördüm ve aslıma rücu ediyorum.
Eleni
herkese selam, sana hasret frank. epey uzun zamandır görüşemiyoruz, epey epey uzun bir zamandır. aklımdasın diyemem ama bu olmadığını da göstermiyor. bilirsin işte, yaz tatili derken aile ve alışma süreçleriyle boğuşmaktaydım. boğuşmalarımın sonucu zor da olsa galibiyete çıktı. bu zorluklara gizli gizli sigara içmeler de dahildi. (ee malum aile bilmiyor sigara içtiğimi.) komşular görmesin tedirginliğiyle kendi çapımda sigara içerken aksiyonlarla kapışıyordum. aman ne büyük eğlence. çoğu kötü olay öğrendim, henüz atlatmayı başaramadığım. ara sıra unutur gibi olup sonradan hatırladığım. konu şu ki; gurbette olunca çoğu şeyden bihaber oluyorsun, bihaber bırakılıyorsun. kendilerine göre savunmaları oluyor, üzülmeni istemiyorduk. (sonradan öğrenilmesi mutlu ediyormuş gibi.) yine de haklı yanları muhakkak vardır, lakin ben göremiyorum diyerek neyselere sığdırmayı tercih ediyorum. öyle değil midir zaten? yaş aldıkça anlarsın çoğu şeyi. sana söylenenleri anlayamayacak bir çağdasındır her zaman ve her defasında ısrarcı davranırsın. çünkü sana göre sen kendi hatalarını kendin tecrübe edinerek öğrenmelisin. engebeli yolları kendi ayağının tozuyla geçmelisindir. zaten sana söylenen çoğu nasihati yapmamak için direnirsin, hep kafanın dikine gitmek zorundasındır çünkü. sonu ya ak olur ya da kara. bu pek de kimsenin şeyinde olmayan bir şeydir. İnsanlar genellikle kendi dertlerini yakınmaktan yanadır frank. söz sırası sana gelince ise hep kaçış yolu ararlar. (bu insanlar ne de tuhaf, ne de alçak!)
Gamsız Baykuş
selamlar dedikodu ahalisi, bugün öğrendiğim bir bilgiyi sizinle paylaşmak istiyorum zira benim çok hoşuma gitti. eski zamanlarda varlıklı olan ailelerin evinin bir özelliğinden ve bunun nasıl kullanıldığından bahsedeceğim.

mutfak bölümü konağın giriş kısmında bulunuyormuş. mutfağın sokağa bakan tarafında küçük bir kapı var ve kapının arkasında ise fotoğrafta görülen bu dolap var. dediğim gibi ailelerin imkanı geniş olduğu için yemek çokça yapılıp buradan dağıtılıyormuş. sadece ev ahalisi için değil aynı zamanda yemeğe ihtiyacı olan kimseler için de. bu ihtiyaç sahibi herhangi biri, oraya gidip bu dolabın kapısını üç kere tıklatıyor ve boş kabını dolabın içine koyuyormuş. arka tarafta bunu duyanlar mutfak tarafındaki kapıyı açıp içindeki dolabı döndürerek oraya koyulan kabı alıyor ve o gün yapılan yemekten dolduruyormuş. sonra kapı tekrar tıklatılarak yemeğin hazır olduğu işaret ediliyormuş. karşı taraf ise dolabı kendine döndürerek yemeğini alıyormuş. bu şekilde de alan el veren eli görmemiş oluyormuş. gerçekten harika bir gelenekmiş ya.

neyse... zamanla bu dolap, birbirini seven gençler için haberleşme aracı olarak da kullanılmaya başlanmış. o aileden bir kızı seven oğlan, mektubunu oradaki dolaba koyup kıza ulaşmasını sağlıyor ve bu şekilde konuşuyorlarmış. bunu fark eden aile büyükleri de kıza "biz senin ne dolaplar çevirdiğini biliyoruz." diyerek onu uyarıyorlarmış. hal böyle olunca da bu deyim ortaya çıkmış işte. :)
ikizler
tüm gün boyunca yakıp kavurdu güneşin sıcağı yaz okuluna gelmiş şu kulları. evet. ben de yaz okuluna geldim. hem de ihtiyacım olmadığı halde geldim. bazı nedenlerim var tabi kendime göre. ama bu nedenlerden en büyüklerinden biri bu şehri gerçekten sevmem ve kendimi burada gerçekten iyi ve özgür hissetmem. her gün iyi ki de gelmişim diyorum zaten. ders bitip yurduma doğru yol aldığımda da tekrar kurdum bu cümleyi. geldim yurduma. yemeğimi yedim. sonra yine yapmayı sevdiğim şeylerden biri olan yemek sonrası yemekhane penceresinin önüne oturup öyle samsunu ve denizi izledim sessizce. ben öyle otururken bulutlar geldi, önce güneşi kapattılar sonra gökyüzünü kapladılar. ardından incecik bir sağanak boşalttılar ferahlamaya hasret şehrin üzerine. ben de bu fırsat deyip odama indim giyinip çıktım dışarı. ama yaz yağmuru. kısacık sürdü. olsun, hiç olmazsa ferahlamış yollarda yürümenin zevki bana kalmıştı. baya yürüdüm sokaklarda, çarşıda, meydanda. öylesine yürürken aklıma ne zamandır bir kitapçıya gitmek istediğim ama bir türlü gidemediğim geldi. ben de rotayı meydandaki d&r ye çevirdim. bu yaz okulunda hiç uğramamıştım. bana da çok iyi geldi hem. yeni çıkanları kurcaladım, eski olanlara defalarca bakmama rağmen bir kere daha baktım ilk defa bakıyormuş gibi. en son da dergiler bölümüne geldim. beni tanıyanlar bilir. kafkaokur dergisini pek bi severdim ben. uzun zamandır almayı bırakmıştım dergiyi. çizgilerini bozduklarını düşündüğüm için. artık hoşuma pek gitmiyordu dergi. eski tadı kalmamış gibiydi. ama bugün görünce tekrardan, dayanamadım aldım ben de. kararımdan vazgeçmeyeyim diye de gittim hemen ödedim parasını ve çıktım oradan. geldim bir çay ocağına söyledim açık, süzgeçli çayımı. açtım dergiyi göz attım şöyle. bazı sayfalar tanıdık geldi. çok sevindim onları görünce. eski dostumdu sanki. bazılarını yeni gibi görüp yadırgadım. daha yabancıyım onlara. bu yaşlanmanın bir alameti mi acaba. yeniye karşı yabancılık. sanmam. bence benim yabancılık çektiğim yenilik değil, haz aldığım şeylerin yerlerini gereksiz yere doldurmaya çalışanlara öfke. neyse yahu. benim yine öylesine yazasım geldi işte. bir ikizlerin çenesini tutumaması ve ona da tutulmamasını istemesi. hepinize mutlu geceler dostlarım. efil efil esen gecede tek sıcacık şey kalbiniz olsun...
muallim✔
erken secim olacakmış(haziranda) ulen secim olursa seneye çok atarlar diyorduk.adamlar atamamak için seçimi öne aldı😂 kullanmicam oyumu da bana mi sordular öne alırken secimi, müsait değilim o gün kullanmicamm işte hiiihhhh
ikizler
fotoğraflarla konuşmak, onlara şarkılar söylemek ne güzel bir şey. görünüşte sadece bir kağıt veya ekran üzerine piksellerden oluşan baskı fotoğraf dedikleri. ama bazı fotoğraflar var ki onlar bizim için bambaşka şeyler ifade ediyor. kimisinde gücünü, tarihini, ideallerini hatırlıyorsun. İdealleri uğruna gece gündüz çalışan, insanları peşinden koşturan , kızıl elma, muasır medeniyetler, istanbul gibi rüyalara bizi sürükleyen fotoğraflar. her baktığımızda kendimizi yeminler ederken bulduğumuz fotoğraflar bunlar. İlk okulda andımızda söylerdik ya. durmadan yüreceğime, and içerim diye. tam da öyle işte. bazı fotoğraflar var. dert ortağı insanın. uzun gecelerde, kurtarılmış bölgelerde, iki çift kelamını aradığınız bir dostunuz gibi koşuyor imdadınıza. bir fotoğrafla dertleşmek. gülünç geliyor insana ama değil işte. fotoğrafa değil ruha sesleniyorsun orada. yazdıklarında, söylediklerinde, hayatında bir şeyler bulabildiğin kişilerin fotoğrafları. İlk önce yazdıklarıyla onlar anlatıyorlar bana, sonra yazdıklarını hissettiklerime katarak ben anlatıyorum.. böylece sürüp gidiyor sohbetimiz içimizde çoşkunluk zaptedilene kadar. bazı fotoğraflar var. hiç tanımadığımız, hiç bilmediğimiz diyarlardan gelen. oradaki hissettiğimiz bir duyguya kapılıp gidiyoruz. tüm bu çorak insan arazisinde bazı yerlerde vahaların olduğunu gösteren fotoğraflar. ama bir fotoğraf var ki benim tek favorim. sarı bir sokak lambasının altında çekilmiş tüm güzellikleri, tüm anlattığım şeyleri içerisinde barındıran bir fotoğraf. hayatı, hayalleri, anıları, duyguları, duaları, zamanı, huzuru, aşkı içinde barındıran bir fotoğraf. her pikseline ayrı ayrı anlamlar yükleyebileceğim bir fotoğraf. kurtarılmış bölgelerimin üstüne asabileceğim bir fotoğraf. o fotoğrafı gözlerimle her saniye çekeceğim zamana kadar en güzel şarkıları söylemeye devam edeceğim. çünkü ruhlar sadece bedenlerde değildir. ve ruhlara seslenmek özgürlüğün en tatlı esintisidir. tıpkı yüce dağlara vuran incecik yeller gibi...

Hissiz
bir hafta önce nişanlandığını öğrendim. yeri geliyor düşüncesine bile tahammül edemediği şeylerle yaşamayı öğreniyor insan. ne ettiğin hakaretler ne ah ın ne de bağımlısı olduğun maddeler dindiriyor acını. kendinden igreniyorsun bu kadar acı cekmene izin verdiğin için, geçmişinden iğreniyorsun onunla tanıştığın üniversitesiden beraber oturduğun sıraya kadar lanet ediyorsun. sonra en kötüsü de bir daha toparlayamiyorsun en başa dönüyorsun her defasında. tükenmişsin çünkü. bir ölüme bir de erkeğin *r*spuna çare yok işte.
Zeze
dün akşam saatlerinde bi apartmanın önündeki duvarda bir kedi gördüm. sadece yüzü görünmüyordu. benim (yıllaaar önceki) kedime o kadar çok benziyordu ki, içim acıdı. özlediğimi hissettim. baya özlemiş olsam gerek ki boğazımda garip bi his oldu. o kediyi çok sevdiğimden şimdi bütün kedilerden nefret ediyorum. o bir kediye o kadar değer vermişim ki onun bi ihanetiyle (çocuk aklıyla) bütün kedilere fatura kestim. şimdi ne yaparsam yapayım olmuyor, o her yerde karşıma çıkan tüylü yılışık canlıları sevemiyorum. bunu yazarken bile kaşınıyorum. ne yapıp edip o kediyi affetmem lazım. ama nasıl yapacağım bilmiyorum. böyle oluyor işte, bi şeyi çok sevdiysem affetmem zor oluyor. o benim minnoşum öldü gitti. benim yanıma yanaşıp boncuk boncuk özür diler gibi bakamaz ve ben o yüzden hiçbirini sevemiyorum. hayatta her ne olursa, kim olursa her an hata yapacak bilinciyle sevmek gerek işte, yoksa acıtıyor. kusursuzlaştırmamak lazım işte, yoksa zor oluyor affetmesi.

Selam Ziyaretçi

Gördüğüm kadarıyla henüz giriş yapmamışsın! Lütfen giriş yap, bekliyorum :)